Hasret Çelen, Teferrüc
Teferrüc kelimesi, dilimize Arapça’dan misafir edilmiş ve bununla da yetinmeyip birçok yere de isim olmuş bir kelime olarak lügatlerimizde yerini almaktadır. Kelimenin kökenine bakıldığında “fecr” kelimesinden türediği görülmektedir. Kelimenin “fecr”, yeni Türkçe karşılığı “ayrılık” olan bir kelimeden gelmesi bizce çok manidardır. Bunun sebebiyse kelimemizin birçok lügatte “gam dağıtma, gezintiye çıkıp gam dağıtmalar” şeklinde ele alınmış olmasıdır. Bu acaba bir tesadüf mü yoksa sevgiliden ayrı kalıp üzülen aşığın gam dağıttığı yer mi dile getirilmek isteniyor bilemiyoruz. Belki de dillerin bize oynadığı bir oyundur, bilinmez… Varsın biz böyle düşünelim de bakalım lügatlerle hemhal olmuş şahsiyetlerimiz kelimenin anlamını nasıl ele almışlar.
Kelimemiz Ferit DEVELİOĞLU’nun ‘’Osmanlıca-Türkçe Lügat’’ inde: 1.Açılmalar, Ferahlamalar. 2.Gezintiler 3. Gezintiye çıkıp gam dağıtmalar’’ olarak ele alınmışken kelimenin Arapça isim cemi: Teferrücat olarak verilmektedir.
‘’Kamus-ı Türkî’’deyse kelimemiz anlamıyla birlikte örneklerle de desteklenerek okuyucuya sunulmuştur. Arapça 1. Açılma, Ferahlama, İnşirah: Teferrüç için gezintiye çıkmıştı. 2. Eğlenmek için vaki olan gezinme, seyir: Deniz kıyılarında teferrüc etmekte olan ahali.
“Lügat-ı Naci” adlı eserinde Muallim NACİ dergimize de adını veren kelimemizi şu şekilde ele almıştır. Arapça 1. İzale-i gam, Kesb-i ferah için kıra çıkmak, gezmeye seyre çıkmak 2. Gezmekle izale-i gam etmek, ferahlamak, kesb-i ferah etmek. Cemi teferrücat, Teferrüç-gâh/Teferrüc-geh, Teferrüc, seyir yeri olarak geçmektedir.
Mehmet Bahaettin TOVEN’in “Yeni Türkçe” lügatinde de yer bulmuş olan kelimemiz. Gezinme, dolaşma bir şeye zevk ve merakla bakma. (Endişe) dağılma, açılma, ferahlama şeklinde ele alınırken,
Raif Necdet KESTELLİ’nin “Resimli Türkçe Kamusu” nda; Arapça Fiil. Ferahlamak. İsim. Gezinme tenezzüh, Teferrüç-gâh mesire olarak ele alınmıştır.
Lügatlerimizde de ele alındığı üzere aslında kelimenin anlamıyla “fecr” kelimesi arasında bağlantı kurmak ve bu iki kelimenin anlam olarak da ilintili olduğunu görmek mümkündür. Fakat biz bunu Sultanbeyli’de bulunan dağımızın-Teferrüc- hikâyesini anlatarak taçlandırmak istiyoruz.
Rivayet odur ki…
“Osmanlı devletinin kuruluş aşamasında batıya yönelen Orhan Gazi, 1328 yılında Aydos Kalesini fethetmek üzere yola çıkar. Aydos Kalesi fethedilecek ve İstanbul’a yani Peygamberin müjdesine bir adım daha yaklaşılacaktır. Bu doğrultuda komutanları Abdurrahman Gazi ve Konur Alp’e emir verir. Fakat kale çok güçlüdür ve aşılması çok zordur. Günler günleri, aylar ayları kovalar ve Abdurrahman Gazi burada konaklamaya devam eder, fethin çarelerini arar. Sürekli olarak durur düşünür, düşünür durur… Fethin çarelerini ararken ve kalenin etrafında gezinirken bir gün bir güzele rastlar. Bu güzel öyle güzel öyle ihtişamlıdır ki Abdurrahman Gazi’nin gönlünü çeler. Abdurrahman Gazi’nin derdi bir iken iki olur ve gönlü kara sevdaya düşer, oradan oraya savrulur. Savrulmak ne kelimedir ki o selvi boylu uğruna deli divane olup teferrüce çıkar. Bu sırada Aydos Kalesini de fethetmesi gerektiğini unutmaz ve Aydos Kalesinin tam karşısında bulunan dağa çıkarak hem sevgiliyi hem de fethi düşünür. Bir nevi gam dağıtır.
Selvi boylu güzel bir türlü aklından çıkmamaktadır. Aman Allah’ım, der. Ne güzelliktir o… Kızın o eşsiz sureti gözünden gitmemektedir. Bu böyle olmayacaktır, Abdurrahman Gazi kızı araştırır. Birde öğrenir ki selvi boylu güzel Aydos Kalesi tekfurunun kızıdır. Bunu öğrenen Abdurrahman Gazi kıza tez elden bir mektup yazar: “Ey yar eğer gönlün bende ise aç şu kalenin kapılarını vuslatımız olsun…” der. Zaten gönlü Abdurrahman Gazi’ye akan güzel kız cevap yazar: “ Teferrüc eylediğimiz, divane olduğumuz yetmedi mi yar…” bu satırlar iki âşık arasında devam edip gönül esintileri eserken tekfurun bu olaylardan haberi yoktur. Mektuplarla bu şekilde anlaşan iki âşık hem fetih hem vuslat için kalenin kapılarını yok sayarlar, tekfurun kızı kale kapısını açarken Abdurrahman Gazi komutasındaki askerler o gece yiğit edalarla kaleyi kuşatırlar.’’
İşte kulağımıza çalınan bu rivayette de görüldüğü gibi birbirlerini görüp tutulan iki aşığın kavuşması yani vuslatı Aydos Dağı olurken âşık olan Abdurrahman Gazi’nin iki özlemini -fetih ve sevgili- barındıran Teferrüc Dağı fecri temsil etmiştir.
O gün bugün gam dağıtılan, yürekteki elemi ferahlatmaya çeviren bir nokta olmuştur, Teferrüc Dağı. Gel gelelim ki bu iki dağ ezelden ebede birbirini izleyen fecri ve vuslatı anlatmıştır bize. Sevgilinin aşkını dağıtmak için çıkılan Teferrüc Dağı ve Aydos Dağına atılan bir gamlı bakış… Ama bu öyle bir gamlı bakıştır ki diğer hikâyelerin aksine fecr ile değil vuslat ile biten ve bir dağa ferahlama manasını bırakıp tarihin sayfalarını kapatan bir hikâye olmuştur gönüllerde.
Hikâyemiz bu şekilde anlatılagelirken Anadolu’da gönüllerde taht kurmuş olan Yunus EMRE’de Teferrüc kelimesini çok sevmiş ve bu kelimeye şiirlerinde sıklıkla yer vermiştir. Yunus EMRE bu kelimeyi şiirlerinde kullanırken hem tasavvufi hem de gerçek manasıyla ele almıştır. Bu ele alış o kadar bellidir ki kelimemiz adeta Yunus EMRE şiirleriyle bütünleşmiştir.
Teferrüc eyleyi vardım
Sabahın sinleri gördüm
Karışmış toprağa
Şu nazik tenleri gördüm
Yine Yunus EMRE’nin bir şiirinde kelimemiz şu şekilde geçmektedir:
Ne orda yanem tağılam
Ne derde çıkam boğulam
İşim bitince yürüyem
Teferrüce geldim ani
Belli ki Allah aşkıyla yanıp tutuşan Yunus EMRE’de Abdurrahman Gazi gibi vuslatı beklerken gam dağıtmak ferahlamak istemiş ve sürekli teferrüce çıkmıştır.
Sonuç olarak “teferrüc” kelimesinin lügatlerde yer alan açıklamalarına, bir dağa isim olmasına ve Yunus EMRE’nin şiirlerinde sıklıkla yer bulmasına bakıldığında aslında kelimenin Türk Dili için de ne kadar önemli bir yere sahip olduğu görülebilir. Kelimemizi kullanmasak da eski zamanlarda yaygın olarak kullanıldığını ve dillerde dolaştığını görmek mümkün.
Hasret Çelen, Teferrüc
İZDİHAM