Adetmiş bir zamanlar, bebek dünyaya ilk gözlerini açtığı anda, “Güzel olsun!”, “Kısmeti bol olsun!”, “Bahtı açık olsun!” gibi dualar etmek. Fatma Aliye’nin ebesi de nereden aklına geldiyse, “Akıllı olsun!” dileğinde bulunmuştu küçük kız için, bebeği annesi Adviye hanımın kollarına verirken.
Melekler o an her vakittekinden daha mı gayretliydiler, yoksa ebe kadın mı şanslı günündeydi bilinmez… Gelgelelim, meleklerin bu dileği duydukları besbelli ki, küçük bebek gün gelmiş Osmanlı’nın ilk kadın romancısı ve sayılı entelektüellerinden birisi olarak yazdırmış adını edebiyat tarihimizin hüzün kokulu sayfalarına.
Fatma Aliye doğuştan bu dünyaya ayrıcalıklı gelenler sınıfına aitti. Babası Osmanlı’nın yetiştirdiği en önemli tarih ve devlet adamlarından birisiydi. Kısas-ı Enbiya ve Mecelle gibi eserler meydana getirmiş olan Cevdet Paşa’nın, kızına en iyi tahsil imkanlarını sunması sayesinde, Fatma Aliye Arapça, matematik, hukuk, Arap tarihi ve felsefe eğitimi görmüş, ağabeyi Ali Sedat’ın evde özel hocalardan aldığı derslere katılarak Fransızcasını geliştirmişti. Daha pek küçükken felsefeye alaka gösteren çocuk, babasıyla Aristoteles, Platon, İbn-i Rüşd gibi ünleri yedi cihanda duyulmuş düşünürlerin felsefeleri üzerine uzun uzun konuşup, fikir alışverişinde bulunur, her defasında da Cevdet Paşa’yı hayretten hayrete düşürürdü yaptığı yorumlarla…
Her ne kadar Fatma Aliye ilk kadın romancımız olarak anılsa da, bazı çevreler bunun, 1877’ de Aşk-ı Vatan isimli bir roman yazan Zafer Hanım’a karşı haksızlık olduğunu düşünmektedirler. Lakin Zafer Hanım, tek bir romanla kalıp, devamını kim bilir ne sebeple getiremediğinden, kendisinden sonra gelen ve çok sayıda eser veren Fatma Aliye, bu unvanı rakibesinin avuçlarından alıvermiştir sessizce. Belki kırılmıştır Zafer Hanım’ın narin kalbi. Belki de bir kadının elinden çıkan ilk romanın hep kendine ait olacağının bilinciyle mutlu kalmıştır.
Belki Zafer Hanım mücadeleci değildi Fatma Aliye kadar… Belki o gücü hiç bulamadı yorgun duygularında. Belki daha bile büyüktü de hayalleri Fatma Aliye’ninkilerden, cesaretin güvenli omuzlarına sığınamadı hiç. Belki kader böyle istedi. Belki tarih böyle yazılmalıydı. Belki her şey olması gerektiği gibiydi.
Aşkın pırıltılı okları, artık bir genç kız olan Fatma Aliye’nin kalbini de esir etmişler miydi kendilerine, tam on yedi yaşında Gazi Osman Paşa’nın yeğeni Kolağası Faik Bey ile evlenirken. Yoksa, aşkı hiç tadamadığından mıydı romanlarında sevdadan söz açması sıkça?
Kocası, onu var olduğunu en çok hissettiği şeyden, okumaktan men ettiğinde ne hissetmişti! Duyduğu öfke daha mı sonsuzdu sırlarla dolu semalardan?
Öylesi güçlü bir karaktere sahip bir kadın bu yasağa dayanırken, neler kopup gitmişti içinden?
Vazgeçmedi. Gizli gizli okumaya devam etti tam on sene boyunca. Ve azmin zaferi kazanınca her daim olduğu gibi, 1889’da George Ohnet’in Volonte adlı romanını Meram ismiyle çevirerek, “Bir Hanım” imzasıyla yayınlandı.
Kimi zaman dostluk aşktan daha sıkı sarıp sarmalayıverir insanoğlunu. Tıpkı, Fatma Aliye ile, çalışmaları dikkatini çekince bu genç hanım hakkında Tercüman-ı Hakikat gazetesinde övgülerle dolu bir yazı yayınlayan Ahmet Mithat Efendi’nin dostlukları gibi. Ahmet Mithat manevi kızı olarak bahsetmiştir her zaman Fatma Aliye’den ve onu “feylesof” adıyla çağırmıştır.
Aralarındaki bu bağ, eserlerine de yansır. Birlikte Hayal ve Hakikat isimli bir roman yazarlar. Romanın kadın ağzından çıkan bölümlerini Fatma Aliye kaleme alırken, erkek ağzından çıkan kısımlar Ahmet Mithat’a aittir. Bu roman Ahmet Mithat ve Bir Hanım imzasıyla yayınlanır.
İkili her konuda çok uzun mektuplarla birbirlerinin ruhlarına dokunmuşlardır senelerce. Bu mektuplar yine Tercüman-ı Hakikat gazetesinde tefrika edilmiştir. 1893 yılında Ahmet Mithat, Fatma Aliye’nin kendisini anlattığı mektuplar ve Ahmet Mithat’ın Fatma Aliye’yi anlattığı yazılardan oluşan Bir Osmanlı Kadın Yazarın Doğuşu adlı kitabını yayınladığında büyük bir alakayla karşılanmıştır.
Fatma Aliye Hanım döneminin en aydın kadınları arasındaydı. Eserlerinde kadın erkek eşitliğine, kadının ekonomik ve sosyal hayatta yer alması gerekliliğine, eğitim eşitliğinin önemine, boşanma durumunda kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmalarına oldukça sık değinmiş, çokeşliliğe karşı çıkmış, doğu ve batının değerlerini kendince sentezleyerek özellikle kadınlara ışık tutmuştur. Gelenekçi bir yapısı olmasına rağmen, aynı zamanda da feministtir.
Millet tiyatrosunda yaptığı bir konuşmasıyla, döneminin en güçlü kadınlarından biri olduğunu kanıtlayan da odur, Fransız yazar Emilie Julyar’ın Doğu Ve Batı Kadınları adlı kitabını Fransız gazetelerine yazdığı mektupla eleştirerek Fransa ‘da büyük yankı uyandıran da… Tarihimizin çok önemli bir devrine tanıklık etmiş olan Fatma Aliye’nin yaşadığı dönem göz önüne alındığında, felsefi derinliğinin hangi ölçülere vardığı daha net ortaya çıkacaktır.
Eserlerinde Mütercime-i Meram takma adını kullanan yazarın ilk romanı Muhaderat bir kadının ilk aşkını unutarak tekrar aşık olabileceği tezini savunur.
Millet tiyatrosunda yaptığı bir konuşmasıyla, döneminin en güçlü kadınlarından biri olduğunu kanıtlayan da odur, Fransız yazar Emilie Julyar’ın Doğu ve Batı Kadınları adlı kitabını Fransız gazetelerine yazdığı mektupla eleştirerek Fransa’da büyük yankı uyandıran da… Tarihimizin çok önemli bir devrine tanıklık etmiş olan Fatma Aliye’nin yaşadığı dönem göz önüne alındığında felsefi derinliğinin hangi ölçülere vardığı daha net ortaya çıkacaktır.
Eserlerinde Mütercime-i Meram takma adını kullanan yazarın ilk romanı Muhaderat bir kadının ilk aşkını unutarak tekrar aşık olabileceği tezini savunur.
Reşat Nuri Güntekin’in de çok etkilendiğini ifade ettiği Udi isimli romanında ise Fatma Aliye, hayat hikayesine tanıklık ettiği Halepli Bedia’nın yaşadıklarını anlatmıştır. Bedia, zengin bir hayatın içinde zevk olarak çalmayı öğrendiği udunu, gün gelecek geçimini sağlamak için çalmaya başlayacaktır. Bu romanda yazarın, kadınların dikkatini çekmek istediği konu çalışmalarının önemi üzerinedir.
İslam’da kadının durumunu Avrupalı kadınlara anlattığı 1892 de yayınlanan Nisvan-ı İslam adlı eseri Fransızca ve Almanca’ya çevrilmiştir. 1914 yılında yazdığı Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı, son yapıtıdır. Bu romanında meşrutiyet sonrası siyasal yaşamı ortaya koymayı amaçlamıştır.
Fatma Aliye, her zaman ilklerin kadınıydı. İlk Osmanlı kadın romancı, kitapları başka dillere ilk çevrilen, felsefi konularda ilk eser veren, hakkında monografi yazılan, dünya sergilerine davet edilen ilk Osmanlı kadınıdır. Şikago Dünya Kadın Kütüphanesi kataloğu Fatma Aliye’nin eserlerine 1893 de ev sahipliği yaparak, dünyaya açılmasına vesile olmuştur.
Fatma Aliye’nin en önemli özelliklerinden birisi de yardımseverliğidir. Bu alanda da önderlik karakteri ön plana çıkmış, 1897’de ilk kadın derneği ve sivil toplum kuruluşu olan Nisvan-ı Osmaniye İmdat Cemiyeti’ni kurarak, asker ailelerine yardım etmiştir. Ayrıca Hilal-i Ahmer’in de ilk kadın üyesidir. Türk-Yunan savaşında yaralananlara yardım için Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yazdığı makaleler sayesinde çok miktarda yardım malzemesi toplayan da yine bu cesur kadındır. Böylesi merhametle dolu bir kalp yetinebilir mi bu yaptıklarıyla? Fatma Aliye yetinmemiş ve 1908 yılında ilk resmi kadın derneği olan Cemiyet-i İmdadiye’yi kurmuştur.
II. Meşrutiyete değin, onlarca kız çocuğuna ismi verilecek kadar, ünü bütün Osmanlıya yayılmış olan bu muhteşem kalem, imparatorluğun çöküşe geçtiği dönemlerde unutulmaya başlamış, bunun olacağını önceden hissettiğinde, kendini tamamen unutturmak için, hayattayken ölüm haberini gazetede yayınlatacak kadar enteresan bir kişiliğe sahiptir.
Bazı çevreler onun gelenekçi yanını, diğerleri feminist tarafını devamlı gündemde tutmak istemekteler bu günlerde. Kim bilir, Fatma Aliye nasıl anılmaktan mutlu olur, kendini daha iyi hissederdi. Bunu kendisine sorma imkanı yok, ne yazık… Cesur, ilerici, özgür bir ruhu bünyesinde barındıran, öğrenme arzusuyla dolu, yazmaya sevdalı, mücadeleyi seven bir kadındı o. Günümüzde bile, kadınların yaşadıkları zorlukları düşündüğümüzde, o yıllarda bir kadının yazar olabilmek için hangi yollardan geçtiğini çok daha iyi fark edebiliriz.
İlk Osmanlı kadın feministlerinden Emine Semiye’nin ablası, tiyatro sanatçısı Suna Selen’ in anneannesi olan Fatma Aliye, edebiyat dünyasında tattığı sonsuz başarısının hazzına rağmen, özel hayatında hayal kırıklığının füme renkli hazin bulutları sıkça başının üzerinde dolanıp durdular.
Dört kız çocuğuna kendini adamış bir anneydi. Vatanına hizmet etmiş, edebiyat dünyasına muhteşem eserler kazandırmış, kendini kanıtlamak için hayatı boyunca mücadele etmiş, hemcinslerinin hakları için savaşmış bu kadın çocuklarının yaşadıkları şanssızlıklarla en derin sızıyı duyumsamıştı.
Balkondan düşerek beyin hasarı geçiren kızı Hatice’nin acısını, ünlü yazar Halide Edip’i hocasıyla evlenmesinden dolayı eleştirirken, kızı Ayşe’nin aynı davranışı sergilemesinin sıkıntısını, onun yanında olabilmek için nişanlısından ayrılıp, yalnızlığı seçen kızı Nimet’in burukluğunu, vicdanındaki suçluluk duygusuyla beraber yanında taşıdı hep. Fatma Aliye’yi en hummalı hayal kırıklıklarının ortasında bırakansa, Dame De Sion’da okurken hristiyanlığı seçerek, Fransa da bir manastıra kapanıp rahibe olan, annesinin tüm servetini harcayarak, özel dedektifler tutmasına rağmen bir daha izine rastlayamadığı kızı İsmet’in hasretiydi. 13 Temmuz 1936’da vefat ettiğinde dudaklarında sadece o isim vardı.
“Aytül Bingöl, martidergisi.com
İZDİHAM