İbrahim Varelci, Atakan Yavuz’un İyiler Asla Özür Dilemez kitabını değerlendirdi
İYİLERİN ÖZÜR DİLEMEDİĞİ BİR DÜNYAYA AÇIK MEKTUP
Deneme yazıları zaman zaman eleştiri, makale, köşe yazısı, anı gibi türlere yaklaşır. İnsanı en çok çarpan denemeler ise şiire yakın olanlardır. Şiire, yani insana. İnsanı merkezine almayan her yazı yapaydır, koftur, kurudur, cansızdır, hareketsizdir. Çünkü harfleri bir araya getiren aşktır. Kelimeler gönül süzgecinden geçmedikçe olgunluğa erişemez. Böylece, kısık bir ses olarak kalır; işitilmez, duyulsa da idrak edilemez. İnsanı çağıran ses değildir bu yüzden, sözdür. Şimdi bir sese kulak vereceğiz. Derinden gelen bir sese. Çünkü hakikat fısıltıyla konuşur, kulakları sağır etmez.
Önüne parıltılı tercihler, ihtişamlı fikirler konulacak elbet. Önüne pek çok çağdaş put konulacak. Bunlar cahiliye dönemindeki müşahhas putlara benzemediği için tanımakta güçlük çekeceksin. Başarı, dirhem, ikbal, şöhret, ideolojiler…*
Aşılması gereken engeller çoğaldı. Yaşamanın kendisi, insanın omuzlarında bir “yük” olarak yeter de artar bile. Çünkü insan sorumlu olarak dünyaya gelir. Ama insana modern dünya öyle yetkiler ve görevler verir ki insan kendi gerçek varlığından uzaklaşır. Yaşadığımız hayatın fıtrata aykırı bu akışı içinde insan kendini unutur. Dolayısıyla hacmen kapladığımız alan artarken varoluşsal olarak ciddi bir daralmaya maruz kalırız.
Hayatın ışıltıları insanın gözünü kamaştırır. Göremez oluruz. Kulağımıza gelen sesler gerçeği duymamıza mani olur. Sanat, yerini pragmatik düşünceye bırakır. Sükunetin yerini kaos almıştır artık. Bir dostun rahatlatıcı muhabbeti dururken, psikoloğun modern çizgilerle dizayn edilmiş ofisinde, yüksek meblağ olarak fatura edilmeye başlanmıştır bize. Eskinin yerini yeninin alması sorunu değildir bu. Kapağı patlayan bir barajın kontrolsüz bir şekilde, dere yatağını talan etmesi gibi bir durumdur bu.
Artık şiir okunmuyor, fakat çokça yazılıyor. Masa başında üretilen duygularla insan kendisini ve başkasını anlatıyor. Mühendislik harikası şiirler ve öyküler okuyoruz. Muhayyilemizde yapay bir tat bırakan kuru ifadelerle bezenmiş metinler. İnsanımız artık şiirin oluşturduğu o belirsizlik ve bulanıklık hissinden rahatsız. Her şey apaçık görünsün ve anlaşılsın isteniyor. Yani her şeye yakın olmak ve böylece her şeye dokunmak isteniyor. Artık bir fikri anlamak için saatlerce düşünmek, kafa patlatmak, geceleri uykusuz kalmak korkutuyor insanı. Belirsizlikten kaçan insan hep hazıra konmak istiyor. Kapsül mahiyetinde bilgilerle ve beslenme programları kıvamında ideolojilerle yorumlanıyor en derin insani mevzular. Mottolar yazılıyor hayatın üzerine. Ne çok şey söyleniyor ama çok azı duyuluyor bunların. Her şey bizi sürüklesin istiyoruz, filmler, kitaplar… Modern dünya bizi, kendi istediği mecraya kolayca sürükleyebilmesi için kontrolden çıkmamızı istiyor. Eğer ipler insanın elinde olursa bunu başaramayacak dünyanın yalancı peygamberleri. Bu yüzden bize bir merkez tayin edilmiyor, aksine rüzgârın esiri olmuş bir yaprak gibi oradan oraya uçuşuyoruz.
Hakiki problemlerin çözümü yoktur.* Hakiki dertlerin de. Derdin varsa konuşmazsın, konuşamazsın daha doğrusu. Sorulunca sana, nedir seni böyle derin derin düşüncelere daldıran? En uzun cevabın, “hiç” olur. Çünkü anlatacak çok şeyi olanlar hep sustular. Onları hiçbir şey konuşturamadı. Ancak sevgi böyle insanların dilindeki bağı çözebilir, gönülden bir sevgi. Sevmekten yorulduğunu söyleyen, kimseye güveni kalmadığını her fırsatta dile getiren insanlar görüyoruz. Öyle çoklar ki hayatımızda. Her yerde onlar. Banka kuyruklarında, avmlerin yürüyen bantlarında, güzellik salonlarında, toplantılarda, okul koridorlarında, tribünlerde…
Hayretimiz elimizden alındı. Bu çağda artık hiçbir şeye şaşıramaz olduk. Sürprizlere çok açığız. Sizce de bu korkutucu değil mi? Her şeye hazırlıklı olmak, profesyonel bir insanlık değilse nedir? Yapılacaklar listesi eline tutuşturulmuş insanın ve hiç hata payı bırakılmamış. Oysa her yanı hatalarla dolu bir hayat manzumesi bu yaşanılan. Hayret ortadan kalkınca, insanın inandırıcılığı da azalmış oluyor. Her şey mümkünse neden inanalım. Her şey ortadayken. Oysaki inanmak, görmenin de ötesindedir. Bu yüzden yandığını söyleyenin sözüne değil yüzüne bakmalıyız. Sözler o kadar uçucu ki söylendiği anda ortadan kayboluyor. Yazılsa da çaresi yok. Unutulup gidiyor, yerine yeni şeyler beliriveriyor hemen. İnsan sözü de tüketiyor.
Bütün kadınlar tüm iş hayatlarını birbirlerine şu soruyu sorarak geçiriyor: “Nasıl görünüyorum?”. Aldıkları her cevap onları aynaya biraz daha yaklaştırıyor, gitgide aynaya gömülüyorlar. Kadınları kendi suretine yabancılaştırıyor ışıklı aynalar. Çünkü odak noktası değişiyor. Kendine bak, yüzüne bak, saçın nasıl olmuş, o rimeli sürmemeliydin, o başörtüsü o çantayla olmamış.
Her aşk çünkü dünyayı soldurmayı talep etmelidir. Dünya, bir aşktan solmuyorsa, ya o dünya şüphelidir ya da o aşk. Dağlar taşlar kımıldamıyorsa içine bir şüphe, bir yalan girmiş demektir. Modern aşk, dünyayı soldurmaya değil cilalamaya, parlatmaya matuftur. Oysa tam tersi olmalıydı. Dünya solmalıydı. Nasıl olacak peki?*
Bu soruyu herkes kendine sormalı. Işıklı bir dünya mı istiyorsun yoksa solgun bir dünya mı? Cevabın belki birincisi olacak. Işıldamak isteyeceksin veya parlamak. O zaman ne diye derin bir üzüntünün içine düşünce bütün eşyalar anlamını yitiriyor. Neden en hüzünlü anında yanında bir dostun samimi bir sesi duyulsun da içindeki buzlar çözülsün istiyorsun. Niçin böyle zamanlar son aldığın kabanın, rujun, çantanın, ayakkabının, başörtüsünün yüzüne bakmıyorsun. Bunları hiç düşündün mü? Demek ki işin aslı solmakta. Aslında insan hep solgun. Modern dünya makyaj yapıyor sana, ölünce makyajını siliyorlar, gerçek yüzünle ahirete göçüyorsun.
Bir kitap üzerine yazmak tehlikeli bir iştir. Çünkü kendi derdinizi anlatmadan tavsiye edeceğiniz kitabı okutamazsınız. Bir kitabı kitap yapan en önemli özellik ise okuduktan sonra sizi düşünmek ve yazmak zorunda bırakması. En iyi filmler de böyledir. Filmi izlersiniz, film biter ama sizin hayal dünyanızda hala canlanmaya devam eder. İşte gerçek sinema filmi de böyledir, gerçek kitap da. Atakan Yavuz’un son kitabı İyiler asla özür dilemez sizi düşünmeye, hissetmeye, işitmeye çağırıyor. Bir okuyup bin ah işiteceksiniz.
*Atakan Yavuz/
İyiler Asla Özür Dilemez/
2017 Şubat, 120 sayfa
İzdiham Yayınları
İbrahim Varelci
İZDİHAM