– Öncelikle kitabın hayırlı olsun İbrahim. Seni İzdiham dergisindeki yazdığın çarpıcı başlıkları olan yazılarından tanıyoruz. Esasen ilk kitabın olarak bu yazılarını derlemen beklenebilirdi fakat çok özel bir dosyayla, Sezai Karakoç Kitabı ile ilk kitabını çıkardın. Sezai Bey’e olan özel ilgini, başlangıcından bu yana anlatabilir misin?
– Çok teşekkür ederim Orhan. Evet, İzdiham Dergisindeki yazılardan tanınıyorum daha çok. İzdiham’dan önce de yazı hayatının içindeydim ama tabii bu kadar popüler iş yapan mecralarda değildim. İzdiham’da yazmaya başladığım ilk günden beri ilginç konu başlıkları seçmeye çalışıyoruz. Yaşadığımız hayat çok ilginç geliyor bana. Konu başlıklarını Bülent Parlak’la birlikte belirliyoruz. Konular genelde aniden aklımıza geliyor. Bazen gecenin bir yarısında bir telefon çalıyor. Arayan kişi Bülent Parlak. “İbrahim, insanlar niçin çok çalışmak zorundalar?” diye bir soru yöneltiyor bana telefonu açar açmaz. Ardından hemen aklımıza bir konu geliyor. Başlık da aynen şu oluyor: “Dünyanın Tüm Tembelleri Birleşin.” İşte bizde hadiseler böyle cereyan ediyor. Bir diğer soruna gelirsem. Ben bu yazıları zaten dosyalıyorum. Üzerlerine çalışıyorum. Ama sen de bilirsin ki deneme riskli bir alandır. Zamandan çok etkilenir. O yüzden yazıların üzerinden uzunca bir zaman geçmesi gerekir. Ben de şu an beklemedeyim. Yazdığım her şeyi yayınlatmak gibi bir kaygım hiçbir zaman olmadı. O yüzden nasip diyorum ben.
Gelelim niçin Sezai Karakoç’la ilgili bir çalışma yaptığıma. Aslında bunun cevabı benim açımdan çok basit. Çünkü Sezai Bey’e derin bir sevgi besliyorum. Onun bu çağda bile kendini tüm kirlenmişlikten koruduğunu görünce ona olan saygım çok daha fazla artıyor. Biz modern çağın yazarları Sezai Karakoç gibi yapamıyoruz. Her an her yerdeyiz. Sürekli görünür olmak istiyoruz. Ama onun öyle bir derdi yok. Bu beni en çok etkileyen unsur.
– Peki bunun kitaplaştırılma fikri nasıl hasıl oldu?
– Sezai Karakoç, çok bilinen ve tanınan biri olmasına rağmen genç kuşak onun hakkında yeterli bilgiye sahip değil. Sadece birkaç şiiri üzerinden bir Sezai Karakoç okuması yapılıyor. Monna Rosa da Monna Rosa. Oysa Sezai Karakoç büyük bir deryadır. Gençlerin onu daha yakinen tanıması için böyle bir çalışma yapma ihtiyacı hissettik izdiham ekibi olarak. Çok olumlu dönüşler de alıyorum. Ülkede biyografi okunmuyor fakat şu an benim kitabım baya satmış. Ben bile buna çok şaşırdım, hiç beklemiyordum. Ama sevindim tabii.
– Bu eserde aslında Sezai Karakoç hakkında salt bilgi sunmak yerine, Karakoç’un senin üzerindeki tesiri, duygusal yakınlığı üzerine metinler barındırıyor. Bu bilinçli bir tercih miydi?
– Aslında bu benim kendi seçimim. Yani ben herhangi bir sosyolojik olguyu da yazılarımda incelerken bunu yaparım. Zaten hali hazırda Sezai Bey’le ilgili onlarca akademik çalışma yapılmıştı. Onlar daha bilimsel ve nesnel çalışmalar. Benim çalışmam ise onlardan daha farklı bir yerde konumlanıyor. Biyografi gibi ama değil. Ben buna “hissi biyografi” diyorum. Zweig de aynısını yapmış. Bir kimsenin hayatını olduğu gibi kağıda aktarmak bana kalırsa çok da anlamlı bir durum değil. Zaten tarih onu yazacak. Aslolan bizim kişilere nasıl baktığımız veya onların bizim üzerimizde nasıl bir tesir bıraktığı. Bundan sonraki çalışmalarımda da aynı metodu uygulayacağım.
– Kitabın boyutu alışageldik boyutların üzerinde ve içerisinde Sezai Karakoç’a ait çizimler var. Bu çizimleri kitapla birleştirme fikri ve çizerler hakkında bilgi verebilir misin?
– Biz sadece bu çalışmayı Sezai Karakoç’la sınırlandırmayacağız. Daha başka yazar, şair ve düşünürün de biyografilerini yazacağız. Bir seri yapacağız yani. O yüzden format gereği dergi gibi ama tam olarak dergi değil, kitap formatında ama tam olarak kitap ölçülerinin de dışında. Farklı bir konsept diyelim biz buna.
– Biraz da bu kitabın dışına çıkalım. Bu eserden sonra planladığın bir kitap projen var mıdır? Denemelerini kitaplaştırmayı düşünüyor musun mesela?
– Denemelerimi kitaplaştıracağım evet. Roman projem var. Onunla ilgili çalışmalar yapıyorum. Avrupa tarihini konu edinen bir çalışma olacak. Öte yandan bir şairin daha biyografisini yazıyorum bir yandan. Ben böyle aynı anda birkaç işi yapmayı seviyorum.
– Edebiyat ve yazı yazmanın senin hayatındaki yeri nedir ve yazmasaydın nasıl biri olurdun? “Yazmasaydım çıldırırdım” diyebiliyor musun?
– Yazmasaydım kimseye bir şey olmazdı. Yani ben olmasam da insanlar pek bir şey kaybetmezlerdi. Ama işin bu tarafına, yani kendime bakınca durum hiç de öyle değil. Düşünüyorum da okumasaydım, yazmasaydım serseri mayın gibi dolaşabilirdim. Çünkü içimde tarifi mümkün olmayan bir düşünsel enerji var gibi hissediyorum. Okuyanlar gülecektir eminim ama zihnim hiç rahat durmaz. Sürekli düşünce ve hayal üreten bir fabrika gibi. Ancak okuduğum ve yazdığım zaman bunu susturabiliyor ve dizginleyebiliyorum. Bir de yürüyüş yaptığım zamanlar aynı hissiyata kapılıyorum
– Şuan sadece İzdiham dergisinde görebiliyoruz seni. Başka hiçbir mecrada yer almıyorsun ve bunun bilinçli yapıldığı aşikâr. İzdiham’la olan yakınlığını ve oradaki arkadaşlıklardan bahsedebilir misin? Bülent Parlak, Beyazıt Bestami Keçeli, Tarık Taş benim de çok sevdiğim, değer verdiğim isimler. Onlarla bir arada olmanın, iş yapmanın karşılığı nedir sende?
– Evet sadece İzdiham dergisinde yazıyorum. Bir de çok hevesli gördüğüm genç arkadaşların yeni çıkardıkları edebiyat fanzinlerine destek oluyorum. Onun dışında başka bir dergide yazmak gibi bir amacım yok açıkçası. Çünkü aynı anda birçok yerde olmak benim yapıma çok uygun bir durum değil. Bunu da şuna bağlıyorum: her derginin kendine ait bir havası ve ruhu var. Aynı şekilde bir dost meclisi de var. Düşünün birçok dergide aynı ruhu yakalamak ne kadar zor olurdu. Tabii ben hiçbir olaya profesyonelce yaklaşmadığım için ben böyle hissediyor olabilirim. Ama şunu çok açık yüreklilikle ifade etmeliyim ki, her dergide aynı kişileri görmekten ben bile sıkıldım. Okuyucu ne yapsın. Ama işini hakkıyla yapan dergiler yok mu, elbette var. Ben dergilerden çok, sitelerin daha çok canlanması taraftarıyım. Çünkü hepimizin elinde akıllı telefonlar var. Mesela senin yönettiğin Kültür Gündemi, biizm izdiham.com bu siteler bana kalırsa dergilerden daha önemli platformlar haline gelecek. Ama bunu iyi değerlendirmek gerek. Sıradan içerikler üretmek yerine, farklı ve insana dokunan işler yapılması gerekiyor. Çünkü bu hayatı yaşayan bireyler bizden daha çok hayatın içindeler. Yazarlık biraz da fildişi kuleden etrafı seyretmek gibi olduğu için, o fildişi kuleden aşağıya inmiş hatta oraya hiç çıkmamış bir ekiple çalışıyorum. İzdihamla yakınlığım da oradan geliyor. İsmini zikrettiğin arkadaşlarımla dergiyi birlikte çıkarmamıza rağmen, mümkün oldukça çok az edebiyat konuşuruz biz onlarla. Çünkü biz dostuz her şeyden önce. Edebiyat işin bahanesi. Mühim olan bir arada olabilmek.
Söyleşi: Orhan Özekinci, Kaynak: kulturgundemi.com
İZDİHAM