Seda Nur Bilici, İnsanlara “İyi Misin?” Diye Sormayın, Az Önce Manchester By The Sea İzlemiş Olabilirler
Dünyadaki en büyük acıyı yaşamış kederli anne ve babalar için.
Keder nedir diye soracak olsak yalnızca yaşayan kişiye ait, onun bilebileceği ve herkeste bambaşka bir rahatsızlık uyandıran tanımı pek yapılamaz bir yaşantı gibi duruyor. Fakat biz psikologlar tarif etmeyi, açıklamayı, anlamlandırmayı, adlandırmayı faydalı buluruz. Keder, üzüntünün en yoğun hali olarak tanımlanabilir belki. En çok kayıp deneyimiyle eşleştirilir. Kayıp sonrası suçluluk, çaresizlik, yalnızlık gibi baş etmesi zor olan duyguları harekete geçirir. İnsan ruhunda açılan her yara gibi her acı da oldukça şahsi deneyimlenir. Kaybedilen kişiyle kurulan bağ, kayıptan sonra yaşamdaki değişiklikler, kayıp yaşayanın kırılganlık derecesi, onunla beraber birilerinin yas tutup tutmadığı, anlaşılabileceği ortamın olup olmaması gibi birçok değişken kaybın nasıl yaşanacağını belirler. Bütün bu farklılaşmalara rağmen evladını kaybetmiş olmanın anne ve babalara yaşattığı ıstırap, hem bu kaybı yaşayanlardan dinlediğim kadarıyla hem de kayıpla çalışan pek çok uzman tarafından en zor deneyimlerden biri olarak tarif edilir. Bir kaybı kabullenmek oldukça zordur, bir çocuğun ölümü ise kayıpların içinde öyle yürek burkucu ve sarsıcıdır ki buna şahit olanları bile derinden etkiler. Doğal yaşam döngüsü içinde her anne baba çocuğuna bakım vermeyi, çocuğunu sevgiyle büyütmeyi, onun için rahat bir hayat hazırlamayı ve bir gün yaşlandığında evladının sağlıklı ve yanı başında olmasını hayal eder. Bir anne veya baba çocuğunu kaybettiğinde, bir daha asla tamamen iyileştiremeyeceği bir yara kanamaya başlar.
Evlat kaybının etkileyici şekilde aktarıldığı Kenneth Lonergan’a en iyi özgün senaryo dalında yazar ve yönetmen ödülünü kazandıran Manchester By The Sea adlı 2016 yapımı filmde, Casey Afflec’in çocuklarını kaybeden bir babayı canlandırdığı Lee karakteriyle derinleşen bir keder izliyoruz. Soğuk, saldırgan, yalnız ve keyifsiz biri olan Lee Chandler kardeşinin vefatından sonra doğduğu, büyüdüğü, evlendiği, baba olduğu ve en sonunda terk ettiği kasabaya yeğeninin bakımıyla ilgilenmek için geri döndüğünde film başlıyor. Film, abinin kaybıyla başlasa da hikâye bundan çok daha önceye dayanır. Lee, abisinin vasiyeti üzerine yeğenine bakım vermek zorunda olduğunu öğrenir. Bastırmaya çalıştığı her şey bu durumla tetiklenir. Hikâyenin başlangıcı Lee ve eski eşi Randi’nin birkaç yıl önce üç çocuklarını evde çıkan yangında kaybetmesiyledir. Bu travmatik olaydan sonra Lee ve Randi boşanmış, Lee, küçük sahil kasabasını terk ederek şehir merkezinde kapıcılık yapmaya ve küçük pencereli, hapishaneye benzer tek odalı karanlık bir evde yaşamaya başlamıştır.
Evlat kaybı sonrası kederin yanında suçluluk hissi tıpkı Lee’de görüldüğü gibi yaygın tepkilerden biridir. Anne ve babalar çocuğun sorumluluğunu üstlenen kişiler olduğu için bu kayıpta ihmalleri olduğuna inanır. Lee’nin olup bitenlerden kendini suçladığı, hatta bu suçluluğun yaşadığı kederi bile geçtiği filmde, Lee gece yarısı arkadaşlarıyla eğlendikten sonra markete gider. Markete gitmeden çocuklar üşümesin diye şömineye odun attığı, sonra şöminenin siperliğini takmayı unuttuğu ve odaya sıçrayan ateşle yangının çıktığı talihsiz bir felaketle sonuçlanır gece. O gece Lee ve Randi’nin çocukları zehirlenir ve ölür. Bu gerçek yalnızca çocuklarını kaybeden Randi’nin eşini suçlamasına değil, Lee’nin de kendine korkunç davranmasına sebep olur.
Randi, ilk başlarda öfkeli ve yatıştırılamaz bir haldedir. Lee ile daha ilk şoku bile atlatamadan boşanmıştır. Birkaç yıl sonra kalbinin tüm kırıklığı ile bir başkasıyla evlenip tekrar çocuk sahibi olur. Lee ise nefes alıp vermeye yalnızca ölemediği için dayanır, kendini hapishaneden farksız bir hayata mahkûm ederek işlediğini düşündüğü büyük suçu için kendini cezalandırır. Yasın kesin bir bitiş tarihi, kuralı, protokolü yoktur. Herkes bu deneyimi kendince yaşar. Kimi ebeveyn yaranın asla kapanmayacağını ve hep aynı şekilde acıtacağını düşünür. Keder onlara rahatsızlık verse bile aradan zaman geçmesine rağmen bazı ebeveynler tekrar mutlu oldukları, güldükleri bir zaman diliminde çocuklarının acısını sadık kalmadıkları için kendisini suçlar. Bazısı asla anlaşılmadığını düşünür, kimi olabildiğince duygularını bastırmayı ve hissizmiş gibi davranmayı seçer. Tüm bunlar ve belki de daha fazlası evlat kaybına verilen tepkilerdir. Hepsi olasıdır ve normaldir. Filmde iki ebeveynin de evlat kaybıyla nasıl baş ettiğine şahit oluyoruz.
Evlat kaybı yaşayan ebeveynler her ne kadar dayanılmaz acıyı ve boşluğu her zaman hissedecek de olsa artık çocuklarıyla beraber yaşayamayacaklarını kabullenmek yasın son aşamasıdır. Kabullenme, başından geçen kötü olayı artık inkâr etmemeyle başlar. Fakat bu o kadar kolay değildir. Kaybı anlatmak da en az yaşamak kadar güç olabilir. Lee yıllar sonra yeğeni için kasabaya döndüğünde Randi ile karşılaşır fakat Randi’nin samimi hislerini ve özrünü dinlemekten kaçar. Eğer bastırmaktan vazgeçerse bir yanardağ gibi patlayacağından korkar. Senarist Lee’ye mutlu bir son yazmaz. Lee bastırarak ve kaçınarak kendini korur, inkâr aşamasını bitiremez bir türlü.
Artık inkâr edilmeyen acı dile daha kolay gelir. Karmakarışık haldeki duyguların, düşüncelerin işlenmesine yardım eder. Tam da bu sebeple aslında evlat kaybında birbirine destek olan ve birbirinin acısına, acıyı yaşama şekline saygı duyan, eşine acısını yaşaması için alan bırakan eşler bu kaybı yaşayan bireyler için en büyük şanstır. İfade edilmesi için ortam bulmayan keder, yıkıcı ve zayıflatıcı olabilir.
Acıyı bastırmaya çalışmak, duyguya reddetmek, ertelemek kolay olmadığı gibi pek de işe yaramaz. Tüm bunlara baktığımızda aslında evlat kaybıyla baş etmenin kolay bir yolu ve tek bir doğru yolu yoktur. Ebeveynin acıyı yaşamak için kendisine izin vermesi, çocuktan tek yadigar kalan anıları canlı tutmanın yollarını araması, onu dikkatlice dinleyip anlayan birilerini bulabilmesi ebeveyne yardımcı olabilir. Onlarca ölümcül hasta ve hasta yakınıyla yas üzerine çalışan araştırmacı hemşire Elizabeth Kübler Ross: “Gerçek şu ki sonsuza kadar yas tutacaksınız. Sevdiğinizin kaybını atlatamayacaksınız ama onunla yaşamayı öğreneceksiniz. İyileşeceksiniz acısını yaşadığınız kaybın etrafında kendinizi yeniden inşa edeceksiniz.” der. Kişilerin kaybı yaşamadan önceki haline dönemese bile kaybın dönüştürdüğü biri olarak tekrar tamamlanmış hissedebileceğini müjdeler. Kederin aslında kayıptan daha çok, hiç bitmeyecek olan bir sevgiden kaynaklandığını ve çocuğa olan sevginin ölümü aştığını fark etmek belki de bu tarifsiz hissi, kederli ebeveynler için daha çekilebilir bir hale getirebilir.
Not: Bu yazı 2021 yılında, İzdiham Dergi 49. sayısında yayınlanmıştır.