İrem Matçiçek, Kendini Bulmak Yolculuğu
Telefon çalıyordu. Yattığı yerden rast gele elini uzattı. Ancak üçüncü denemede susturmuştu alarmını. Biraz daha dedi biraz daha uyumak istiyorum. Yavaşça kapandı gözleri. Bir şekilde dalmıştı. Sonra kendiliğinden uyandı. Telefonu eline aldı. Saat 1‘e geliyordu. Hiç mesaj veya arama yoktu. Yerinden kalktı yavaşça. Elini yüzünü yıkayıp salona geçti. Tek duyduğu ses nefes alıp verişiydi. Pencereden baktı, hava yağmurluydu. Mutfağa geçti bir kahve yaptı. Doğru düzgün kahvaltı yapmıyordu uzun zamandır. Biraz dışarıyı izledi. Yağmur yağıyordu ve yağmurlu havaları çok severdi. İnsanların koşuşturmasına anlam vermezdi. O özellikle yağmurlu havalarda yürürdü. Bu havalar ona kendini hatırlatırdı sanki, sanki kendini toparlaması gereken havalardı. Kendini kaybetmiş kendini arıyor gibiydi son günlerde. Derin bir iç çekti, masasına geçti. Dün yarım kalan yazısına baktı. Gözü masanın üzerinde duran kitaplarına ilişti. Acaba okuyan var mıydı yazdıklarını? Ya da daha önemlisi anlayan var mıydı? Konferanslara katılmayalı da aylar olmuştu. Bu vesileyle biraz kendine geliyordu. İçinden yine buralardan gitmek geliyordu. Zaten şu anlık onu buralarda tutacak bir şey yoktu. İstanbul. Evet oraya gitmeliydi. En son seminerini de orada vermişti. Hızlı bir hareketle yerinden kalktı. Küçük bir çanta hazırladı. Bilmem kaç gün idare edebilirdi onu. Otogara geldi. En erken bileti aldı. 3 saati vardı veda için. Bir kahve aldı bir de sigara yaktı. İzledi biraz şehri. Yağmur durmuştu, hava mis gibi kokuyordu ama yine hiç kimse farkında değildi. Saat gelmişti. Şehirden çıkmıştı otobüs. Uzun uzun izledi yolu. Bir zaman sonra uykuya dalmıştı. Muavinin seslenişiyle irkilip gözünü açtı. İstanbul’a gelmişti. Önce boğazı izledi. Güneş, deniz, bulutlar ve şehir muazzam bir uyum içinde dans ediyorlardı sanki. Kısa bir süre sonra indi otobüsten. Nereye gitmeli diye düşündü. Buraya kafa dağıtmaya değil aslında aradığı şeyi bulmaya gelmiş gibi hissediyordu. Gezindi öyle sokaklarda. Bütün insanların acelesi vardı sanki. Hepsi bir yere yetişmeye çalışıyor gibiydi. O ise kendine yetişmeye çalışıyordu. Ayaklarının onu götürdüğü yere gitti. Galata’nın önüne gelmişti. Tüm ihtişamıyla önünde duruyordu. Galata’ya çıktı. İlk kiminle çıkarsan onun evleniyormuşsun dedi yanında ki kız elini sıkıca tuttuğu oğlana. O ise tek çıkıyordu. Biraz oradan izledi İstanbul’u. Güneş yavaş yavaş çekiliyordu. Kendini Taksim’e attı. Yol kenarında ki otellerden birine girdi. Odasına çıktığında saat çoktan gece yarısını geçmişti. Pencereyi açtı. Karşısında ışıklarla bezenmiş şehir duruyordu. Bir kahve aldı bir de sigara yaktı. İstanbul’u izlemeye başladı. Yağmur başladı birden. Bardaktan boşalırcasına yağıyordu mübarek. İnsanlar daha da bir hızlandı. Her yer de aynıydı galiba insanlar. Biraz sonra kalabalığın neredeyse hepsi dağılmıştı. Yağmur sesi geliyordu sadece. Bir titremeyle gözlerini açtı. Pencerenin önünde uyuyakalmıştı. Kendini toparlaması zaman aldı. Güneş doğmak üzereydi ve insanlar koşuşturmaya başlamıştı bile. O da bir hışımla hazırlanıp çıktı. Karşıya geçmek için vapura bindi. Birde simit aldı. Simidi kendi için almıştı ama daha bir lokma yemeden martılara atmıştı. Eee ne demişler ‘Kime niyet kime kısmet’. Denizi izledi, biraz sonra gökyüzüne baktı. Her yer masmaviydi. Üsküdar’a gelmişlerdi. Biraz deniz kenarında yürüdü. Simit ve çay alıp kız kulesinin karşısına oturdu. Bir sigara yaktı. Galata haklı diye geçirdi içinden. Kim olsa âşık olurdu bu güzelliğe. Üst üste kaç sigara yaktı o da bilmiyordu ama epey vakit geçişmişti. Güneş makamından çekilmeye başlamıştı. Midesinin gurultusunu duydu. İsyan ediyordu artık. Kalktı, son kez kız kulesini selamlayıp yürümeye başladı. Ekmek arası bir şeyler aldı. Son vapur çağrısı yapılıyordu. Ona yetişmek için koştu. Bu sefer o mavilikler yerini karanlığa bırakmıştı. Karşısında ise ışıklarla bezenmiş bir şehir. Büyüleyiciydi. Yanaklarını okşayan rüzgâr kendine getirmişti. “İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı” mısralarını mırıldanıyordu. Arkadan tiz bir ses “Önce hafiften bir rüzgâr esiyor.” diye tamamladı. Döndüğünde bir çocuğun gittiğini gördü. Yanında da dumanı tüten bir çay. Arkasından seslendi ama dönmedi çocuk. Vapurdan inerken yağmur başladığını fark etti. Yavaş yavaş geçti Beyoğlu’nun sokaklarından. Her adımında sanki daha da yavaşladı. Saat gece yarısını geçmişti ve sokaklar boştu. Sağından yorgun olduğu her halinden belli olan, saat geç olmasına rağmen jilet gibi takımıyla bir adam geçti. Az sonrada yanından aynı şemsiyeyi paylaşan çift geçti. Kız oğlana dans etmelerinin ne kadar romantik olacağından bahsederken oğlan ise uykulu gözlerini açık tutmaya çalışıyordu. Odasına geldiğinde sırılsıklam olmuştu. Çantası bıraktığı yerde ve bıraktığı şekilde duruyordu. Üstünü değiştirdikten sonra kahve yaptı kendine. İçi üşüyordu. “İnşallah hasta olmam” diye geçirdi. Kahvesini alıp aynı pencerenin karşına geçti. Bir sigara yaktı. Uzun uzun izledi yanışını. Kendini hep bir şeyler düşünürken buluyordu ama ne düşünüyordu o da bilmiyordu. Kendini düşündü ne halde olduğunu nereyeydi bu gidişatı. Ruhu sıkılıyordu. Çok sevmişti burayı ama sanki kendinden uzaktaydı. Sanki herkesin gidecek yeri varda tek onun yokmuş, sanki herkes buluşmuş o kaybetmiş sevdiğini bu sokaklarda, sanki vedalaşmaya bile vakti kalmadan gitmişti sevdiği bu sokakların birinde. Bu sefer uyku tutmadı. Sigara üstüne sigara yakıp durdu. Güneş doğuyordu. İstanbul’a baktı uzun uzun. Gözleri ağrıyordu ama kapanmıyordu. Artık gitme vakti geldiğini düşündü, hızlıca çantasını aldı. Resepsiyondan çıkışını yaptı. Biletini ayarladı. Sokaklarda yürümeye başladı tekrardan ama bu sefer farklıydı, nefes bile alamıyordu. Birini arıyordu sanki. Koşar adımlar atmaya başladı ta ki denizi görene kadar. Önce adımları yavaşladı. Sonra nefes alışverişi düzene girdi. Denizin yanına gelip çöktü dizlerinin üzerine. Aradığını aklında kaybetmişti belki ama O sokaklarda arıyordu. Ağlamaya başladı. Bir çocuk gibi ağladı. Kendini arıyor olmalıydı. Kendini bulamayan insan neyi bulabilirdi ki. Bu sokaklarda da yoktu. Belki de bu yüzden çok çabuk yorulmuştu İstanbul’dan. Belki de bu yüzden kaçıyordu bu şehirden de. Kaç şehir gezmişti ve hepsinden de böyle ayrılmıştı. Hava kararmaya başlamıştı. Otogara gitme vakti gelmişti. Yola koyuldu yorgun bir şekilde. Otobüsün kalkmasına yarım saat kala gelmişti. Bir sigara yaktı ardından bir tane daha yakmak için uzandı ama bitmişti paketi. Paketini buruşturup attı. Gelmeden önce bu son olsun diyerek almıştı. Az sonra muavin seslendi. “Abi hareket edecek birazdan.” Yavaşça yerine oturdu. Herkesin bir el sallayanı olurdu otogarlarda ama burada kimse yoktu. Kimse kimseye el sallamıyordu herkes yabancıydı birbirine. Ani firenle irkildi. Sabahın ilk ışıklarıyla memleketine gelmişti tekrardan. Yollar boştu. Bir an önce vardı evine. Kapının önünde durdu uzunca bir süre kapıyı açamadı. Sonra nedensiz döndü kapıdan. Bahçede oturdu. Bahçedeki limon ağaçlarını izledi. Gün iyice aydınlandı. Sokak hareketlenmeye başlamıştı. Okula, işe gidenler geçiyordu. Tek hamlede kalktı. Hızlı hareketlerle kapıya geldi. Bir cesaret açtı kapıyı. Girdi içeri, odasına doğru yürüdü. Kahve bardağı bıraktığı yerdeydi… Masasında açık kalan defterine baktı, yazdığı son cümle hayatıydı. “Kendini bulacaksın ama bilmiyorum kaç yolculuktan sonra.”
İZDİHAM