İsa Çolaker, Sırlara Ermiş Esrar Dede
Osmanlı mutasavvıf ve tezkire yazarı. 1748’de İstanbul Sütlüce’de doğdu. Asıl adı Mehmet’tir. Küçük yaşından itibaren tasavvuf muhitinde yaşadı. İyi bir tahsil gördü; Arapça, Farsça, Latince ve İtalyanca öğrendi. Mevlevîliğe intisap etmesinden önceki hayatı bilinmemektedir. Şeyh Gâlip’in Galata Mevlevihânesine girdi. Hocasının terbiyesi altında yetişerek “Dede”liğe yükseldi. Esrar Dede, güzel huyu, edep ve olgunluğu ile kısa zamanda kendisini hocasına sevdirdi, onun gönlünü kazandı. Şeyh Gâlip’te onun mevkiini yükselterek “Kazancı Dede”liğe getirdi. Şeyh Gâlip’ten tasavvuf, ilim ve edepte çok istifade etti. Bu hususu şiirlerinde yer yer dile getirmektedir. 1796 (H.1211) senesinde vefat etti. Kabri, Galata Mevlevîhânesi hazîresinde Fasih Ahmed Dede’nin kabri yanındadır.
Şeyh Gâlib, Esrar Dede’nin vefatına son derece üzülmüş ve bu hâdise üzerine meşhur mersiyesini yazmıştır: “Çeşm ü dehan u arız u ruhsarım ağlasın/Baştan başa bu cism-i siyeh-karım ağlasın/Ağyarım ağlasın bana, hem yarim ağlasın/Guş eyleyen hikayet-i Esrar’ım ağlasın”Hassas ve ince ruhlu bir şâir olan Esrar Dede, tarikat ehli olarak Mevlânâ’ya bağlı kalmıştır. Samimi duygularını saf ve sade bir dille anlatmıştır. Buna rağmen tasavvufî şiirlerinde anlaşılması güç mısralar da bulunmaktadır. Şairlik kuvveti, kendisini tasavvufî şiirlerinde gösterir. Dokunma redifli mısralar, onun sufist tarafını iyi anlatır:” Gül-berg misâli ciğerim pâreliyorsun/Ey bâd-ı seher ol gül-i handâna dokunma/Feryâd-ı ene’l-Hak eder âvâz-ı tanîni/Fâş etmesün esrârını peymâne dokunma.” Evet ne sırlı dizeler değil mi? İç açıcı ve bir o kadar da yol açıcı dizeler.Ey talip,iyi oku!
Esrar Dede, ismiyle maruf sırlı bir adamdır. Tüm sufi okumalarımda karşıma çıkan şahsiyet, ismi gibi esrarlı metinler kaleme almıştır: ”Bendelik eyler isen kendinedir/Sanma biz hûr u naîmin kuluyuz/Gevher-i kâbiliyyet âşıkıyız/Anlama kim zer ü sîmin kuluyuz” Biz kimsenin ya da malın mülkün değil, kabiliyet ve adamlığın aşığız diyen bir gönül adamıyla karşı karşıyayız. Yani adamlığı önceleyen bir sufi şairle birlikteyiz. “Gittin ammâ aman ey şâhlevendim tez gel/Beni çok yollara baktırma efendim tez gel/Gel gel ey rûh-ı revân-bahş-ı dil-i nâçârım/Hasteyim pister-i hicrâna döşendim tez gel” Tez gel redifli şiirinde de sevdiği üstatları arayan hasret bir gönülle beraberiz. Benim çok sevdiğim ayrılık ve özlem mısraları da bunlardır. Arayan adam aradığını bulur da, aramayan neyi kaybettiğini bilmez. Arayıcı olmakta fayda var. Arayan Mevlasını bulur diyen atalar sözü, tam da bu anı anlatır. Aramak irfanı bulmanın başlangıcıdır. Aramayan irfanı ve ihlası bulamaz.
Esrar dede dönem şairlerinin gölgesinde kalsa da, bu onun eksikliği değil, çağdaşlarının da çok güçlü ozanlar olmasındandır. Sadece Şeyh Galip bile dediklerimi anlamaya yeter. O yine de güçlü metinlere imza atmış bir şahsiyettir. Ondan ilham almış bir çok mutasavvıf şairimiz vardır. İşte bizi doğrulan şaheser beyitlerden bir parça:“Ne Süleymân ne Selîm’in kuluyuz/Hazret-i Rabb-i Rahîmin kuluyuz./Husrev-i âleme yok minnetimiz/Öyle bir şâh-ı kerîmin kuluyuz.” İşte o kadar. Allah’a kul olan hür bir kişilik .Kimseden para ve şan beklemeyen bir Allah dostu. Süleyman ve Selim’in kapı kulu olmayan serazat bir kişilik. Patronaj şiire kanmayan, şiirini ve şuurunu kiraya vermemiş bir usta.
“Girdâb-ı şu’ur içre ser-geştedür ‘âkiller’/ Âzâdeliğin zevki divânede kalmışdur” diyen merhum Esrar Dede; mealen, bilinçten başka bir şey tanımaz ‘akıllılar’,başıboşluğun keyfi divanede kalmıştır diyerek, akla değil, manevi derinliğe verdiği önemi anlatmak istemiştir. Ben de Esrar Dede gibi düşünüyorum. Melali anlamayan nesle aşina değiliz diyen şair gibi, tercihimi hüzün ve aşktan tarafa yapıyorum. Sufi ozan ve ustalara olan düşkünlüğüm de, aklı öncelemeyen kişilikleri dolayısıyladır. Esrar Dede de böyle bir adamdır. Önce maneviyat sonra, sonra dünya diyen bir ulu kişilik.
Unutma redifli şiiriyle de meşhur olan usta, söz konusu dizelerde de ustalığını konuşturmuştur. Akışkan, sade bir o kadar da duru bir Türkçeyle yazan şairimiz, bugün bile okunup anlaşılan bir Türkçeye sahiptir. Sosyal medyada çok dolaşan bir şiiriyle devam edelim: “Ben hicran derdi ile sabr edeyim amma /Sen de güzelim ettiğin o itirafı unutma /Ağlatmayacaktın hani yola baktırmayacaktın /Tekrar tekrar verdiğin o vaadi, sözü unutma.” Unutmak iyi derler ama, neyi unuttuğumuza bakmak lazım. Daha çok bastırdığımız yenilgileri, yanlışları, eksikliğimizi unuturuz diye düşünüyorum. Sevgiliyi, seveni, aşkımızı nasıl unutalım. Değil unutmak, hafızamıza kazıdığımız sevgiler vardır. İtirafnamelerin ardı ardına açıldığı sanal alemde bile unutmak yok. Unuttuklarımız sildiklerimiz, unutmadıklarımız da iz bırakan şahsiyetlerdir diye düşnüyorum. Sahi niye unutmayız? Bilin bakalım!
Güzel bir Esrar Dede şiiriyle bitirirken, unutanlara ve unutmayanlara selam olsun. Unutmayın efendiler, unuttuklarınız hatırlayamadıklarınız olmasın:” Bünyân-ı nizâm-ı felek ol kûy-ı belâdur/Âlem yıkılır bu dil-i divâne dokunma/İçtikleri hep hûn-ıcigerdir fukârânın/Şeyhâ kerem et hâtır-ı rindâna dokunma./Şahım senin Esrar sadâkatli kulundur/Lutfeyle o dervîş-i perişâna dokunma.”Gazelinde güzeli böyle anlatan sadık bir yare kim dokunsun, kimsecikler dokunmasın ona. Biz de salim, sade bir aşıksak onun gibi olalım. Divane dile kimler dokunur, kimse dokunmaz. Dokunanlar da Hakka girer sanırım . Aşıklık bir görgü ve edep meselesidir. Onun da bir mektebi, bir yolu vardır . Onun yolu da Allah’tan geçer. Sev Allahı, O’da sevsin ve korusun seni. O kadar.Allah bilendir,kulunu unutmaz.
İsa Çolaker
İZDİHAM