Yokluğu Merak Edenlere
“Bir Sabah Uyandığımda Yoktum”, 1984 doğumlu editör Işıl Kocaoğlan’ın ilk romanı. İletişim Yayınları tarafından basımı yapılan kitap bol soru işaretli, bol merak duygusu yüklü ve bol felsefi bir metin. ‘Yokluk’, ‘Döngü’ ve ‘Hayat’ adlı üç ana başlıktan oluşan Kocaoğlan’ın kitabı Hakan Bıçakçı’nın ‘Doğa Tarihi’ ve Gayle Forman’ın ‘Eğer Yaşarsam’ isimli romanlarını çağrıştırıyor. Benzer bir olaydan yola çıkmasına rağmen Kocaoğlan’ın metnini Bıçakçı ve Forman’ınkilerden farklı kılan taraf karakterinin ‘Erkek’ ve ‘İsimsiz’ olması. Üstelik hiç var olmaması. 36 yaşında lüks sayılabilecek bir hayat süren, prestijli bir şirketin yönetim kadrosunda çalışan kitabın ana karakterinin, tizlikle döşenmiş evinde uyandığı sabahlardan birinde fiziksel olarak yok olduğunu fark etmesiyle başlıyor hikaye…
“O kadar yoktum ki, içeride eşyalardan başka hiçbir şeyin bulunmadığına dair ben bile bahse girebilirdim.”
Sadece bir bilinçten ibaret olduğunu anladığında büyük bir dehşete kapılarak yavaş yavaş varlığını aramaya koyulan ‘ben bileleri’ bol bu egoist adamın debdebeli yolculuğunun novellası aslında Bir Sabah Uyandığımda Yoktum, akıp giden metropol hayatı içerisinde esen rüzgara kaptırdıklarımızı bize daha önceden başarılı bir şekilde ‘kadın’ imgesiyle gösteren Hakan Bıçakçı ve Gayle Forman’ın aksine merkezine erkeği alan bu öyküde tersten giden bir anlatım tekniği söz konusu. Bıçakçı ve Forman’ın karakterleri kanlı canlı yola koyulup yolun sonunda yok olurken Kocaoğlan’ın karakteri başından sonuna dek süren bir yokluğun ana malzemesi olarak konumlandırılıyor.
Işıl Kocaoğlan; iş hayatının, modern kentin gürültülü yaşantı biçiminin ve yapay insan ilişkilerinin aslında özünde çok değerli hazineler barındıran bir bireyi nasıl koflaştırdığını acımasızca gözler önüne seriyor. Anlam kaybedildikçe mi yok olunur, yoksa kazanıldıkça mı? Sorularını statüler ve statü göstergesi nesneler üzerinden sorgulatmayı amaçlayan yazar, karakterin hangi nedenlerden bir yokadama dönüştüğü probleminin çözümünü ise tamamen okuruna bırakıyor.‘Peki bir insan nasıl olur da ortada hiçbir neden yokken salt bir bilince dönüşebilir?’ diye kendisine soran karakterini ise adeta tokat yağmuruna tutuyor.
Bu noktada yazarın kendi yaşam pratikleri ve deneyimleriyle de bir hesaplaşmaya girdiği dikkat çekiyor. Hikaye boyunca yok adamın var olma mücadelesinde karşısına çıkan gizemli kadın aslında yazarın kendisinden başkası değil. Yazar hayatı boyunca kabul etmek istemediği bir oyunu belirli bir bilinç düzeyine ulaşmayı başaramamış eğitimli ve yetişkin bir adama bilinç kazandırmaya çalışarak oynuyor.
Kocaoğlan’ın karakteri o denli maddeci ve düz bir karakter olarak aktarılıyor ki fiziksel yokluğunu kabul etmeyi başardığında ilk düşündüğü şeyler işi, bir daha nasıl cinsel ilişkiye girebileceği, statüsü ve eşyaları oluyor.
“Yok olduğumu fark etmemin üzerinden geçen o kısacık idrak anı sona erdiğinde kendimi yaşadığım durumun ciddiyetiyle çelişir biçimde bundan sonra nasıl sevişeceğimi düşünürken buldum. Peki ya gerçekse? Gerçekten geçici ya da hatta kalıcı bir şekilde yok olduysam? O zaman ne olacak? İşim ne olacak?”
Tıpkı Hakan Bıçakçı gibi Işıl Kocaoğlan da hikayenin akışı esnasında genel anlatımı kesip bol bol toplumsal özeleştiri pasajlarına yer veriyor. Okumak, büyümek, evlenmek, iş sahibi, aile sahibi olmak, para kazanmak, para harcamak, tatiller, satın almak. Kapitalist sistem ve tüketim kültürünün katedralleştirdiği alışılagelmiş düzene de bıçak saplıyor yazar. Derin kesikleri ve kan kaybını umursamayan bir karakterin küçük bir çizikten bile incinir hale gelişini çözümlüyor. Yer yer yokadam konuşuyor yer yer Işıl Kocaoğlan. Yokadamın konuşmalarından belki de kitabın meselesini en güzel özetleyenlerinden birisi ise hikayenin başında yokluğunun katlanılmaz olacağına inanırken hikayenin sonunda gelip geçiciliğinin farkındalığına ulaştığında sarf ettiği şu sözler;
‘İşte bu kadar basitti. Birkaç gün ortadan yok olurdun, onlar da seni sonsuzluğa gönderirlerdi. Aksini düşündüğüm için gerçek bir ahmak olmalıydım. Ölmek için doğuyor, arada geçen yıllar boyunca bunu unutmaya çalışarak yaşıyordu herkes.’
Yazar aynı zamanda karakterin duygusal kimliğini de analiz ediyor. Suzi isminde bir kadına olan zaafının yok olmadan önce sadece bir heves olduğuna kendini inandırmaya çalışan, günlük rutini içerisinde aşka yer ayırmaktan, bağlanmaktan kaçınan ana karakter yok oluşunun ardından Suzi’nin onun için önemini de deneyimleme şansı elde ediyor. Bu sayede yazar duygusal ilişkilerin toplumsal hegemonya içinde nasıl eriyip gittiğini yokadamın düşüncelerinden aktarıyor okuruna.
Bir Sabah Uyandığımda Yoktum’un Gayle Forman’ın Eğer Yaşarsam’ıyla olan dikkat çekici benzerliğine değinilecek olduğunda ise, iki kitapta da karakterlerin çözümü imkansız gibi görünen bir ‘belirsizlik ve anlamsızlık’ yumağı içerisinde yaşadıkları sıkışmışlık hissi söz konusu. Ancak Forman’da merkezi çekim kuvveti ölüm ve yaşamken Kocaoğlan’da ise yokluk, toplumun dayattığı genel geçer düzenin yok ettiği birey kimliği, özerk olarak var olabilmenin getirdiği dayanılmaz ağırlığın çöküşü halinde meydana gelebilecekler ve sonuç olarak yitim.
“Nasıl oluyor da geçmiş aynı anda hem bir dakika öncesi kadar yakın, hem de bir asır kadar uzak gelebiliyordu? Evet, zaman yoktu artık. Geçmişin ya da geleceğin bir önemi yoktu. Artık şimdi bile yoktu. Günler, geceler, saatler ya da aylar önemsizdi. Hiçbiri bana ait değildi. Buna nasıl devam edeceğimi bilmiyordum. Devam edip edemeyeceğimi, bunu isteyip istemediğimi. Yorulmuştum. Düşünmekten, sorgulamaktan, anlamlar aramaktan, her şeyi en ince detayına kadar irdelemekten.”
Hikayenin son kısmında karakterin maruz kaldığı yokluğu kabullendiğini ancak varlığı sırasında sorgulamaya, düşünmeye ve durmaya zaman ayırmadığı için bu kabullenişe karşı hissettiği karamsar tutum okuyucuya aktarılıyor. Şaşırtıcı sonları seven okuru fazlasıyla tatmin edeceğine inandığım Bir Sabah Uyandığımda Yoktum, ne yaparsak yapalım topluma karıştığımız ve düzenin işleyişine dahil olduğumuz an yok olmaya mahkum olduğumuz anlatan felsefeyle sağaltılmış bir roman… Kendi yokluğuna dair kafa yormak isteyenlere.
Gürcan Öztürk, Ruhuna Kitap
İZDİHAM