ZENCİ İMİŞ BAŞKANI KADIN İMİŞ BAŞKAN TAKİP EDERSE BİZ DE KIZIL TEHLİKEYİ SAVUŞTURMA BAHANESİYLE BİR SİYAH-YEŞİL KOALİSYONU KURAR WOHLSTAND FÜR ALLE YOLUNU DÖŞERİZ (II)
Karşımıza aniden bir yeşil-siyah uzlaşması çıkınca hayretlere düşmemiz hayret verici değil. Hayret etmekteyiz; çünkü modernlik bizi XIX. Hıristiyan yüzyılında siyahın yanında kırmızı görmeğe şartlandırdı. Ne kadar Avrupalılıkla irtibat kurduysak dünyanın neresinde olursak olalım o kadar kırmızı üniformalıların, siyah cübbelilerin bize bahşettiği dünya ile içli dışlı kalma itiyadına uyduk. Rousseau ve Voltaire ile çiçeklenen modern bahçedeki hayatımız felsefede bulduğumuz tesellinin boşa çıkmadığına şahittir. Ancien Regime yıkılıp devran dönünce elden gitti mi giden? İşler olacağına, olması gerekene mi vardı? İtikadımız insan tabiatına en uygun hayat tarzına kapitalizmi idrak etmeden varılamayacağı hükmüyle mi bezendi? Bakın biz Türkler yanlış hesabın Bağdat’tan döneceği avuntusu içindeyken Haçlılar Bağdat’a giriyor. Şaşıranın şaşkınlığına şaşıyoruz. Her gün, her saat yepyeni şeylerin mi vuku bulduğuna; yoksa olup biten tek şeyin maske mi değiştirdiğine bir türlü karar veremiyoruz. Kendimizde karar verecek takat bulamadığımızdan mı? Hayır, kararın, hükmün bize bırakılmadığından.
İtiraz edenlerin sayısı ekseriyeti teşkil etse de cemat, nebat, hayvanat ve insanat olarak mahlûkatın tamamı Allah’a kulluk etsinler diye yaratıldı. Yaratılmışlar yaratıldıklarını reddettikleri zaman yaratılmış olma özelliklerini kaybetmez. İnsan ne yaparsa yapsın eline Allah’a istersem kulluk ederim, istemezsem etmem deme gücünü geçiremez. O halde insanın, mahlûkların şereflisinin elinde kendine bırakılmış ne var? İnsan eli sadece duada bulunma, duayı telâffuz etme gücüyle mücehhez. Dahası da var: İnsan varolma gücünü her istediği yerde, her türden şart altında gösteremiyor. İnsanın bu yegâne gücünü kullanabildiği yer neresi? İnsan hangi mevkie yerleşince dua edebilir? Türkler “Köpeklerin duası kabul olsaydı gökten kemik yağardı” demişler. Herakleitos “Köpekler tanımadıklarına havlar” demiş. Demek ki, köpekleşme ile insanlaşma aynı mekânı paylaşamaz. İnsan yaradılışın sarsılmaz düzeninde kendine tahsis edilmiş mevkiin şuuruna ermezse tadacağı şey felâkettir. Kendisine neyin haber verildiğinin şahidi olmayan insan hüsrana uğramıştır. Aldığı her sahih habere şahadet etmeyen de insanlıktan çıkmıştır.
Sahih haber esastır. Akıl değil, nakil esastır. Avrupa’nın Aydınlanma Çağı yaşadığı rivayet edilen zaman diliminde Türklerin başından Duraklama Devri denilen ve insanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir vakıanın geçtiği sahih bir haber mi? Değilse, duruşmayı her verdiği kararı yalancı şahitlerin ifadesiyle veren bir mahkeme yürütüyor. Yalancı şahitler 28 Şubatta bir darbe gerçekleştiğini; ama 15 Temmuzda bir darbenin akim kaldığını ifade ediyor. Yalancı şahitler ifadelerinden Tansu Çiller’in Refah Partisi’yle koalisyon hükümeti kurmazsa divan-ı harbe verileceği tehdidine uğradığını, eğer darbesini gerçekleştirebilmiş olsaydı Talat Aydemir hükümetinin Sanayi Bakanı olarak Necmettin Erbakan’ı göreceğimizi ihraç ediyor. Yalancı şahitler Mısır’ın son yarım asırda başına bütün gelenlerin İsrail’in 6-7 gün savaşları sırasında işgal ettiği Sina Yarımadası’nı 1973 Yom Kippur savaşını takiben geri alması sebebine sıkı sıkıya mebni olduğunu söylemiyor. Yalancı şahitler ekonomik düzenlemeler içinde bir “German Power” hadisesinin ne mevcudiyetine, ne de akıbetine vurgu yapıyor. Yalancı şahitler bugün Suriye üniter gücünün yok edilmesinde o gücün Araplaşmış Türkmenlerce meskun Golan tepelerini İsrail’den geri alma potansiyelinden başka hiçbir şeyin rol oynamadığını ise bilmezlikten geliyor.
Sadede gelelim. Ne Avrupa aydınlandı, ne de Türkler durakladı. Ne oldu peki? Hem XIV. Hıristiyan yüzyılından 1929’a kadar, hem de hayaletini tabutundan fışkırtarak yerküreye terör salmasından itibaren beynelmilel değil, gücünü milletler ve devletler üstü kalmaya borçlu sermayenin emrine giren sadece kendine tarih sahnesinde yer bulabildi. Dünya, hayat, insanlık devamlı bir hareketin meselelerini mi yaşıyor; yoksa dünya kurulalı, hayat başlayalı, insanlık kendine geleli beri sahnede hep aynı oyun mu oynanıyor?
Eğer din günü denilen bir günün varlığından haberiniz yoksa hiçbir şeyin bir an bile yerinde durmadığı intibaı sizde uyanır. Ah eder, “Hiçbir şey eskisi gibi değil” dersiniz. Din gününü umursamıyorsanız domuzdan kıl koparmanın ne kadar kârlı olduğunu görme bahtiyarlığına erersiniz. Ve lâkin bir vesileyle birileri sizi sahibi olan bir din gününden haberdar etmişse dünya kurulalı beri her şeyin tıpatıp aynı kaldığını kolayca fark edersiniz. Her işin aslı haberli mi, habersiz mi oluşta başlar ve biter.
Müslüman olmanız kaderinize girmeği kabul etmeniz demektir. Kaderinizi kendiniz tayin edemezsiniz. Kaderinizde olanı isteseniz de istemeseniz de yaşayacaksınız. Tedbir takdiri bozmaz; ancak İslâm dairesine girmekle Allah’ın size reva gördüğüne rıza gösterdiğinizi dışa vurmuş olursunuz. İslâm dairesi dışında kalmanız ise dua mevkiini terk ettiğinizin resmidir. Şunu aklınıza sokun ve sakın çıkarmayın: Siz şahsınızdan sorumlusunuz. Mesuliyet sahanız içine ne kâinatın akıbeti girer, ne de dünyanın aldığı şekilden hesaba çekilmeniz söz konusudur. Dünyadaki şeklin nesi hoşunuza gidiyorsa ömrünüz sizin o şekle can atmanızla tükenecek. Bu şekil şikâyetinize sebep oluyorsa anlayın ki, ömrünüz boyunca noksan bıraktıklarınız yakanıza yapışmaktadır.
İsmet Özel, İstiklal Marşı Derneği sitesi
İZDİHAM