Elektronik-Genetik-Atomik-Kozmik (VI)
Israrla felsefe bilgisi zaruretine temas ediyor ve fakat henüz bunun icabına derhal bakmaktan kaçınıp hep içinde yer almaktan geri duramadığımız vakıalara temas ediyor, husule gelmelerine sebebiyet vermeden edemediğimiz hadiselere ve insan tercihlerinin kaçınılmaz neticelerine parmak basıyorum. Özgül felsefe söylemine geçmekten imtina ediyorum. Zira sırada şimdiye, bu sözlerin sarf edildiği vakte kadar ne gibi şeylerin vuku bulduğunun, ne gibi şeylerin husule geldiğinin, birilerinin ne gibi şeyleri tercih ettiklerinin tebarüz ettirmesinden doğacak ikaz tablosu var. Nereden harekete geçiyor, nereye varmak istiyorum?
Gerek kalkış noktamın ve gerekse hedefimin bir mânâ taşıması, bir gerekçeye sahip olması halen şahsen bulunduğum, milletçe bulunduğumuz yeri, o makûs mahalli, yani hemen buraları kavramadan mümkün değildir. Kavrayıp da ne olacak? Ben gerçi millet olma vasıtalarının hepsinden mahrum bırakılmış olmasına rağmen Türk milletinin mevcudiyetini muhafaza ettiği yolunda hüsnüniyet ısrarı güdüyorsam da tedbirin takdire bir tesiri olmadığından haberdar edilmiş bir yaratığım. Burada yaptığım ve her yerde yapmadan edemediğim beklentisiz bekleyişimin sağlamasıdır. Talip olduğum da ruh istirahatinden başka bir şey değildir. Buralar dediğim bulunduğumuz yerlerin tayin edici karakteri her ne kadar elektronik-genetik-atomik-kozmik ise de Dünya Sistemi’nin lortları biz seyircilere sadece kimin ödüllendirildiğini, kimin cezalandırıldığını görme müsaadesi veriyor.
Dünya var. Dünyada faaliyet halinde bir sistem var; ancak bu sistemin işleyişi mihaniki değil. Beynini kullanan bir sistemin kıskacındayız. Dünya Sistemi’nin lortları var. Olan biteni lortlara ne sebeple olursa olsun muvafakat gösterenler bir türlü, muhalifler bir başka türlü algılıyor, yorumluyor. Meselenin vahametini muvafıklarla muhalifler arasındaki sürtüşme mi doğuruyor? Hayır. Varsa pislik ihanetten ötürüdür. Vukuat, hadisat, insan tercihleri binbir türlüdür ve hâkim olunamayacak bir çeşitlilik arz eder. Hayat kavgası içinde çeşitliliklerin farkında olunur veya olunmaz. Farkına varanlar salih iseler ne biliyorlarsa bildiklerini sebil edeceklerdir. Ya etmezlerse? İşte küçük büyük her meseleyi vahim kılan budur.
Buralar dediğimiz yerler kimlerin ödüllendirilip kimlerin cezalandırıldığının seyrine bakma sahalarımızdır. Bir his olarak mesuliyet insanı seyirciliğe mahsus hafiflikten uzak tutar. Lâkin hafifliğin ağır basması paradoksu içindeyiz. Nasıl olduysa oldu, çağdaşlık seyrine dalma zevki sürenler mesul tutulma anlayışını imkânsız kıldı. Orhan Pamuk’un 2006’da Nobel edebiyat ödülü almasında Türkçe bilip bilmemesinin etken olmadığı malûm. Çoğu kimse Orhan Pamuk Türklerin katliam yaptığı propagandası yüzünden ödüllendirildiğini sanır. Hâlbuki o Şeytan Ayetleri kitabına arka çıktığı için ödüllendirildi. Bunun böyle olduğu Stockholm’dekilerin Jorge Luis Borges edebiyattaki nüfuzunu İspanyolca konuşulan ülkelerdeki diktatörlerin itibar sahasında kullanması sebebiyle ona Nobel edebiyat ödülü vermeyerek cezalandırma numarası yapmalarından bellidir.
Yazdıkça ödüllendirme ve cezaya çarptırma bahsini uzatmanın yazana irtifa kaybettireceğini fark ettim. Ödül almışların ve ceza görmüşlerin rencide edici ortamından hızla uzaklaşmak için kendimi İslâm dairesinde kalma haysiyetinin şartlarını gözetmeğe zorlayacağım. Bir kez daha zorla güzellik olduğunun hazzını tatmak istiyorum. Yahudiler kapitalizme öncülük ederek yollarını İsa aleyhisselâm’ı haça gerdirmenin genişlettiği fikriyle modern hayatı kurdu. Hıristiyanlar modern hayatın her safhası ve her merhalesinde yegâne kurtuluş yolunu haçtakinin açtığı delili aracılığıyla kapitalizmin vazgeçilmezliğinin muhafızlığını yaptı. İbranî ve Hıristiyan kaziyelerden örülmüş kafeste öten bülbüllere dönüşmek kimseyi gocundurmaz oldu. Neden?
Eğer 1928inci Hıristiyan yılında Türk milleti yazısını kaybetmemiş olsaydı dünya İslâm’ın Yahudiliği ve Hıristiyanlığı butlana uğratmış Allah katındaki din olduğunun hem de facto, hem de jure tanındığı yer haline gelecekti. Olmamış şeyler üzerine konuşmayalım diyorsak olmuş şeyleri kavrama yoluna girelim. Olmuş olan en büyük kapitalin yatırımlarını elektronik, genetik, atomik, kozmik araştırmalara hasredişidir. İnsanların Allah’a isyan ederek hayatta kalma çırpınışları bu dört sahanın tahakkümünü gün be gün çoğaltıyor. Bütün insanlık kapital zulmü altındadır. Allah bizi zalimleri alkışlayanların insafına sığınmaktan korusun. Yazımızı elimizden alanlar bu yaptıklarıyla Kur’an-ı Kerîm’i tarihe gömeceklerini iddia ediyorlardı. Sonuç? Çarmıhta İsa, zindanda Kur’an.
İsmet Özel, Kaynak: İstiklal Marşı Derneği
İZDİHAM