11 Aralık 2024

İsmet Özel’e laf edenin

ile onurkorkmaz

Kalkıp İsmet Özel’i savunacak halim yok. Birkaç gündür yoğunlaştırılmış ve ayağa düşürülmüş bir şekilde taşlattırılırken de. Meyve mi verdi; sorsanız, sormamıza gerek yok söylüyor, en başta kendisi yakınıyor bundan. Bütün yakınmalarının ve didinmelerinin merkezinde olan şeylerden birinin bu olduğunu çok yerde hemen her fırsatta dile getiren kendisi; okurlarının, dinleyenlerinin suratına tokat gibi bir özeleştiri. Madem böyle, o zaman niye taşlanıyor, bu sorunun cevabını kimse merak etmiyor. Cevabı merak edilmeyen şey, bir sorudan çok bir sorun olabilir eğer cevap bilinmiyorsa.

Ben İsmet Özel’i tanımazdım bile, tanımasam da olurdu. İstanbul’a gelmeden önce adını da duymuş biri değildim; gerçi kimin olduğunu bilmeden bir şiirini okumuşum. Her neyse; Bülent Parlak sayesinde tanıştım daha doğrusu Bülent Parlak sayesinde daha erken tanımış oldum. Ya ilk ya ikinci, muhtemelen ilk, Üsküdar Kitap Fuarının son günüydü; fuardan çıkmış 5-6 kişi bir arabaya doluşmuş evlere gidiyorduk. Arabada şöylece bir söz edildi ‘’büyük şair İsmet Özel gibi olur; bir kere aristokrat, daha aileden başlıyor…’’ arabadaki konuşma esnasında adı geçen diğer iki şairden kasten ayırmak için söylenmişti bu. Ancak İsmet Özel’in babası bir polis memuru. Ailesinde paşa olmadığı için (bildiğim kaşarıyla) paşazade de değil. Yani bugün çoğunluğun aklına geleceği şekilde ne bir akademik geçmiş ne de bir ‘’soyluluk’’ var ailesinde. Yanisi bu nasıl aristokrasi? Bu bilgileri, İsmet Özel’i bilmediğim için ben o zaman bilmiyordum ama o ifadeyle kast edilmek isteneni anlamam için bunları bilmeme de gerek yoktu ve bu ifade ile ne kast edildiğini anlamıştım.

Popüler olan birinin düzgün veya elle tutulur bir iş yaptığına hiç denk gelmediğim için adı heyecanla ve çok büyük önem atfedilerek anılan birine esaslı biri olabileceğini ihtimali ile bakmıyordum. Bunun olabileceğini göstermiş bir örnek yoktu bende. İsmet Özel ise Üsküdar’da çok popüler ve bahsi açılınca, söylediğim şekillerde açılan biriydi. Bu yüzden sevmemiştim ve özellikle o kadar ilgisiz kalmıştım ki olumsuz bir duygu beslemem bile mümkün değildi. Dikkate değmiyordu. Sadece lafı ona getirenleri, lafı getirdiklerinde, evet, küçümsüyordum. Bu durum bahsettiğim araba yolculuğuna kadar sürdü.

Sonrasında ilk kez bilinçli ve tercihli bir şekilde, İsmet Özel tarafından yazılmış bir şeyleri elime alıp okumaya başlamıştım. Artık bilip bakmış olarak ‘’notunu verebilirdim’’. Kendisinin de bunu istediğini henüz bilmiyordum elbette. İlk iki ay yazılarını okumakta zorlanmıştım. (Bunu burada söylemem gerek: Hiç çok okuyan biri olmadım ama okuduğunu anlayan biriydim hemen her okuyuşta.) Tam olarak, tam ne demekse artık, okuyabilmem biraz daha sürmüştü. Bunun sebebi kullandığı ‘’eski’’ ve anlamında yüksek ya da yeterli bir hakimiyet kuramadığım kelimelerin sıklığı değil, metinlerinin kuruluşu ve altındaki ‘’meta-matematikti’’. Bir cümledeki kelimelerin çoğu o cümlenin maksadı için ya tek ya da tek alternatifi olan kelimelerdi. Cümlelerin sırası ve kuruluşu önü ve arkasıyla bir bütündü. Çok iç içe çok sıkı bir bütündü. Bu sebeple cümlelerin ve kelimelerin; yeri, sıralanışı ve kendisi değiştirilemezdi. Bir kelimeyi değiştirmek belki bir paragrafın en baştan yazılmasını gerektirebilirdi belki daha fazlasının kim bilir belki de yazılamamasını. İfadeler ve manalar, bazen iki cümlenin bazen kelimenin arasına sıkıştırılmıştı. Açıkça yazmıyor da gizliyor muydu? Hayır; bu bir gizleme değil vakit kazanma, vakit kazandırma ve etki etme, etkili olabilmeydi. Sayfalarca şey bazen bir paragrafa sığdırılmıştı ve bu sanki kendiliğinden olan bir şey gibi duruyordu yazıda. Yazar, insan beynini toprak olarak kullanıyordu. Bir sonraki kelime, cümle ve paragraf hep bir öncekinin sınırlarını genişletiyordu. Okuduğum ilk yazıyı, ‘’anladım’’ diyebilmek için 5-6 kez ve yavaş bir şekilde okumam gerekmişti.

Yazı ve konuşmalarıyla hatta yaşamıyla anlattıklarının içeriğine gelecek olursak; hepsine katılıyorum ama bütün kitapları bende yok. Peki hepsi doğru mudur gerçekten, her söylediği? Peygamber olmadığını biliyoruz. Peygamber ile ilgili ‘’İslâm’ı ilk koruyan Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem’in erişilmez yükseklikteki karakteriydi’’ sözünü söyleyebildiği ve yazdığı için, bu bence, Münacaat şiiriyle yaptığının da önüne geçen üzerine katan biri yapıyor onu. Çok kritik bir söylem olduğunu tekrar söyleme gereği duyuyorum. Çünkü bu ifadeyle ister var olamayışının gediklerini kaparken Varoluşçuluk Felsefesi tıkandığı yerleri açsın isterse İslam dininde olduklarını söyleyenler müslümanlıklarının ve insanlıkların hesabını ve sağlamasını yapsın.

Söylediği her şeye katılıyorum dedikten sonra bir nevi söylediği her şeyin doğru olamayacağını da kabul ederek kendimi ancak Bernard Russell’ın kafa yormakla uğraşabileceği türden bir felsefi ikilemin içine mi attım yoksa. Felsefi ikilem ne kadar havalı bir kelime, pardon tamlama, değil mi? Nasıl da kullandım cümle içinde, off! Her neyse, ciddiyetimi korumam lazım hiç değilse fabrikadaki işçiler kadar. ‘’Kaldı ki bu aptalca bir sorudur’’ diyerek devam edeyim çünkü bir yere varabilmek için aptallıkla uğraşmamanın bir yolunu ben henüz bulabilmiş değilim.  Şimdi ‘’kesinlikle değildir’’ dedikten sonra ne yapacağız, şöyle diyeceğiz elbette: Bütün doğruları kavradıktan sonra kalan yanlışları kendini benden ayıklayacaktır, amen! Ya da, ‘’dogmatironik’’ şeylerden hazzetmiyorsak eğer, Descartes’tan elmaları sepetten değil de daldan toplamasını rica edeceğiz.

Başka şeyler de yapılabiliriz ama yapılmayacak tek şey, en başta da söylediğim gibi: İsmet Özel’i savunacak halim yok. Kendisinden bazen bildiğim şeyleri hatırlayarak bazen sezinlediğim şeyleri netleştirerek ama en çok da düşünebilme becerimi geliştirmesi yoluyla fayda gördüm, istifade ettim. Teşekkür ederim. Dümdüz bilgi pazarlamadığını ve kimseyi bir şeye ikna etmeye çalışmadığını; yazılarını okurken, insanlara sanki zihninin ve kalbinin içinde gezinme imkanını ve açıklığını verebildiği için biliyorum. Çünkü yazılarında düşünmesi için okuru zorlarken; bazılarının ‘’ukalalık’’ sınırından kolayca geçireceği, bazılarının ‘’aklınca bir zeki kendisi sanıyor, kalem hokkabazı’’ gibi söylemlerden geri durmayacağı ve bazılarında da başka şeyler söyleme gereği duyacağı duygular uyandıracak olan; o keskin gülüş ile eleştirmeye kendisinden başlanması için kibrine yenik düşmeyen okuru tahrik ediyor. Rahatsız edici duyguları köpürenlerden bazıları bunu bir meydan okuma gibi görürken bazıları tehdit olarak görüyor ve romantik bir şekilde şiirlerini ağızlarından düşürmeyenleri de geride bırakırsak; az veya çok ama nitelikli ve ümit beslenebilecek insanlar kalıyor geriye. Buraya ve varsa muadili bir yere dahil olunmalı.

Dönelim ağaca, meyve vermiyor zaten taşlar da ulaşmıyor. Ne oluyor o zaman?  İnsanlar için at gözlüğü üreten fabrikanın taşeronları, yaptırdıkları yakıştırma ve ithamları kendi üzerlerinden söküyor. Kendini bilmeden veya saklar bir şekilde, İsmet Özel’e laf edenin ya rengini ya maksadını ya da aklının sınırlarını belli etme sakarlıklarından en az birine düşeceği aslen biliniyor. Yaşaması ve yaşanması istenilen düşünceler, tavır ve karakterin veya büyük kıymete değer şeylerin bilinip anlaşıldıktan sonra kabul edilmesi veya reddedilmesi ile insanlar arasına basit ve ucuz bir şekilde mesafe konulmasına sebep; Türkiye’nin şu an için lehine duran, görünen veya gösterilen gelişmelerin propaganda dozunu ayarlayamayıp sarhoşluk verdirecek seviyeye gelişine malzeme taşınırken başka ve daha büyük projelerin kendi coğrafyasında hangi aşamada olduğunu örtmekse herkesin kendisini savunması gerekir.

Suların durulması bakılmaya devam edilirken görüşü berraklaştırır. Oyun başlamadı, devam ediyor. Başı geçti ortası, o da olmazsa sonu; ama mutlaka memleket için hayırlı olması hiç değilse dikkatimiz ve duamız olmalı.

Biliyorum, evet, bunu burada yapmamam lazım; özür dilerim ama buna engel olamayacağım. En başta muhteşem bir insan olan Enes Aras’ın; olup oluyor olan yani devam eden ve bitenlere, en azından çok önem verdiği şeylerle ilgiliyken, kayıtsız kalmayışını hakiki manada yakinen ve bilincimin çok ötesinde ve şahane bir şekilde… Yazı bu paragraf başlamadan önce bitmişti.


Onur Korkmaz
İZDİHAM