Sair insanlar, başkaları, diğerleri değil de bir ben, gözünü âhir ömründe edebiyat tarihini tersinden yazma merakına kendini kaptıracak derecede karartmış ben mi koltuklanma mevkiindeyim veya vaktiyle koltuklanacak mevkie namzet idim? İşini bilip başka bir mevkii işgal edenler nasıl insanlar? Hak yerini bulduğunda koltuklanmaktan mahrum kalacaklar kim? İşbu diğerleri kimlerden sayılmalıdır? Onların hepsinin karşısına kendini koyan ben ne sayılırım? Ağyardan beni ayıran bir şey sahiden var mı? Yokmuş gibi görünüyor; ama maalesef var. Olmaz olaydı demiştim; ama oldu.
Esef ettiğim bir şey bu. Zira onların onlar olduğunu bilmeden, giderek bilmek istemeden yaşadım. Benim kendilerine “diğerleri” dememe sebep olan kim varsa onlar şu veya bu sebeple benim kendilerine çok istediğim halde nüfuz imkânı bulamadığım kimselerdir. Kasıtlı bir tarzda onlardan varoluşçu, Marksist, İslâmcı merhaleler boyu ayrılan ben nüfuz ediş arayışımla şahsiyet sahibi kılınmış biriyim. Ne kadar kazandı isem, şuur kazanmam nüfuz etme arayışımın neticesi oldu. Beni başkalarından bu arayış ayırıyor. Şuur delisiyim ben. O nasıl söz öyle? Şuur delisi mi olurmuş? Bilinç çılgınlıkla bağdaşır mı? Adam kendine deli diyor. Şuur delisiymiş.
İfşa ediyorum: Şuur delisi olmanın zaruretini aklıma liseyi, Ankara Gazi Lisesi’ni Hıristiyan 1960-61 ders yılında bitiremeyip beklemeye kalmam soktu. Bir şekilde bir akışın durdurulması söz konusuydu. Birileri sanki bana dur da düşün demişti. Henüz lise son sınıfta iken Kasım Gülek’in çıkardığı, o devrin istihbarat elemanlarının Pravda olarak anmaktan hoşlandığı Tanin gazetesini satın alıp okurdum. Bu zamanı takip eden yıl, 1962 Haziranında almak mecburiyeti altında bırakıldığım lise diplomasını beklememle geçen müddet içinde o sıralar aydınlar ortamında kol gezen sosyalizmle tanışıklığım komünistlik katına çıktı. Bu dikkate değer çıkışı hayatımın mânâsına müteallik şuur yedeğinde gerçekleştirdim. Beklerken bir taraftan da şiirle çocuk yaşta başlattığım tanışıklığımı ilerlettim. İlerletmek ne kelime, kalan ömrüm içinde asıl, asil meşgalemin şiir olacağı kararına vardım. İlk şiir kitabım Geceleyin Bir Koşu’nun neşri her ne kadar Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni terk edeceğim 1966 senesine denk gelse de (Arada yedi ay var. Kitap çıktığında öğrenciydim.) içindeki şiirlerin hepsinin doğum tarihleri 1962-64 arasındadır.
Ne demek hayatımın mânâsına müteallik şuur? Niçin herkes kolayca kendi hayatının mânâsına taalluk eden şuura erişemiyor? Çünkü çoğu insan süreçler boyunca hayatta kalabilmek gayesine sıkıca bağımlı bir telâşın içine düşüyor, düşürülüyor. İnsanların düştükleri yerde hem doğru, hem rahat nefes alacak fırsatları kaçırıyor olmaları onları kendi hayatlarının mânâsı hususunda şuura ermekten alıkoymaktadır. Ben o yaşımda beklememi fırsata tahvil ettim. İleri yaşlarımda da dikkatimi böyle bir fırsatla karşı karşıya olup olmadığıma sarf ettim. Böylelikle şerefi yalnızca yürürlükteki “al gülüm, ver gülüm” hesabının haricine çıkan bir yolda değil, aynı zamanda mezkûr hesabın aleyhine, o hesaba düşman ve bedeli ne olursa olsun o hesaba uyarak yaşayanlarla çatışmayı mümkün kılan bir yolda aramam bana nasip oldu. Arayış kendi başına bir şuur sahası teşkil ile kalmamış, her bakımdan daha çok şuuru gerektirmiştir. Her fırsat boş kaldıkça yorulmamı sağladı.
Erkenden ferdiyetimin ve biricikliğimin ehemmiyetini azaltan her şeyin şuurumu heba edeceğini öğrendim. Şuurum demek gayr-i kabil-i kıyas hususiyetim demekti. Beri yandan da şuur yalınkat bir kazanım olarak depolanacak bir şey de değildi. Çünkü ferdiyet bildiğim şey her ne ise onu ben hep bir yerlerin (mekânın), hep bir dönemin (zamanın), hep birilerinin (şahitlerin) bir parçası olarak ele geçirmiştim. Parça elbette bütünün yerini tutamaz. Bunun doğru oluşu parçanın bütün değerini ihtiva ettiği yadırgatıcı gerçeğini değiştirmiyor. “Ben” deme durumunda kaldığım şeye ben mücerret fert olarak; ama bu müşahhas topraklar üzerinde, ama bu müşahhas çağın gereğince, ama bu müşahhas insanlar münasebetiyle ulaşmıştım. Yine de çevrem ben demek değildi. Nasıl çevremi kâinat çokluğundan koparmak mümkün değil idiyse, beni de kâinat içindeki tekliğimden koparmak mümkün değildi. Dolayısıyla ben çevrem demek değildim. Benim çevremi kendi başıma ihata etmem muhaldi. Buna mukabil çevremin beni ihata etmesine böyle bir vakıa ne mikyasta mer’i olursa olsun şahsım itibariyle suret-i katiyede razı değildim. İtirazımı, nehyimi belli etmek, göstermek, dile getirmek üzere bir şeyler yapmalıydım. Şiir yazmalıydım.
İsmet Özel, 9 Kasım 2018, İstiklal Marşı Derneği Sitesi
İZDİHAM