Burhan Sönmez’in ilk romanı Kuzey 2009’da, ikinci romanı Masumlar 2011 yılında yayımlandı. 2015 yılında yayımlanan son romanı İstanbul İstanbul, konusuyla, karakterleriyle, diliyle günümüz edebiyatında özel bir yer tutuyor. Herkesin içine, kendi İstanbul’una ayna tutan romanda uğruna şiirler yazdığımız bir kenti nasıl yok ettiğimiz, yüzyıllar önce fethini gerçekleştirsek de yeniden yaratmak zorunda olduğumuzu hatırlatıyor. Geçmiş ve gelecek arasında gidip gelen insanların şimdiyi boşluk olarak gördüğü bu kentte umutla çırpınmalarını anlatıyor Burhan Sönmez. Demirtay, Doktor, Berber Kamo ve Küheylan Dayı’nın ağzından dinlediğimiz hikâyeler, acı eşiğinin üstüne çıkan anlatma isteğinden doğuyor. Aslında herkes kendi hikâyesini anlatmaya hevesli. Büyülü sözcüklerle gerçekle hayal arasında köprü inşa eden Burhan Sönmez, gerçekliğin dayanılmaz ağırlığını taşıyamayan karakterlerine hayal kapılarını açıyor. Yerin altında boğaza karşı kurulan sofralar, balıklar, mezeler, birbirinin sigarasını yakmaya hevesli parmaklar, aklı uçan kuşa benzeyen kırmızı bir şala takılan mahkûmlar.
İstanbul İstanbul’da “herkes yaşadığı kente benzer” sözünü bir kere daha samimiyetle anlayacağımız unutulmaz alıntılar:
1 Benim anlattıklarımın, onların kendileri hakkında bilmek istemedikleri gerçekler olduğunu anlayacaklar. Bu yaşamda insan en çok kendisinden korkar.
2 İnsan kendisiyle yetinmeyen tek varlıktır, Doktor. Kuş sadece kuştur, çoğalır ve uçar. Ağaç sadece yeşillenir ve meyve verir. İnsan başkadır, hayal etmeyi öğrenmiştir. Var olanla yetinemez. Bakırdan küpe yapması, taşlardan saray inşa etmesi, görünmeze merakındandır. Kent hayal diyarıdır, derdi babam, sınırsız imkân taşır ve insan orada doğanın parçası değil zanaatkârıdır. İnşa eder, kurar, yaratır. Böylece kendisini işler, alet yaparken kendisine de biçim verir. İnsan basit bir mermer parçası iken, kentte varlığını alımlı bir heykele dönüştürmüştür. Eski ham halini bu yüzden alayla anar. Alay onun kutsal inancıdır kentte, kendisi gibi olmayanı küçümser. Toprağı beton, suyu kan, dolunayı mekân yapmak için uğraşır, her şeyi değiştirir. Değiştirdikçe zamanın hızı artar, hız arttıkça onun arzusuna gem vurulmaz olur. Dün tükendi, bugün belirsizdir insan için.
3 Kalbi yansıtan söz, en büyük mucizedir! Başka mucize aramayın, söze inanın.
4 İnsanların ruhunu biliyordum. Gerçeği ister, ama gerçeği anlamazlardı.
5 İstanbul bir ceset gibi şişiyor, insan o cesede bağımlı parazit haline geliyordu. Bu kâbustan kaçmalı, köye sığınmalıydı. Gecelerini Fransızcadan şiirler çevirerek geçirmeli ve kendi şiirlerine yeni bir damar bulmalıydı. Ama köylüler farklı mıydı? İnsan her yerde aynı değil miydi? Öğretmen bir kâbustan başka bir kâbusa geçtiğini geç anladı. Kent yalan, köy de yalandı, şimdi iki yalan arasında sıkışıp kalmıştı. Her yer çürüyordu, dünyada kaçacak yer kalmamıştı.
6 Bir yalanı gizlemenin en iyi yolu başka bir yalan söylemekti. Yer üstündeki acıları gizlemenin yolu da yeraltında acılar yaratmaktan geçerdi.
7 İstanbul bir gün felaketine yol açacak günahlarla büyüyen bir adaydı. Doktor ’un dediğine göre. Günahlar burada aynı kalmaz, sürekli değişirdi. Bu yüzden kent, bilinen değil her gün öğrenilen yerdi. Onun gizemi, değişim hevesini kamçılar, geleceğe bağlanma isteğini körüklerdi. Bugün belirsizleşince, gerçek de belirsizleşir, yerini simgelere bırakırdı. Dağın yerini binalar, kırın yerini çiçekli balkonlar alırdı. Aşk da, hiç doymayan, sürekli yeni tatlar arayan, tüylü, ıslak bir hayvana dönüşürdü.
8 İstanbul’un tuhaf yanı, cevaplardan çok soruları sevmesiydi. Mutluluğu karabasana çevirebilir veya tersi, umutsuz yatılan bir gecenin ardından sevinçli bir sabahı başlatabilirdi. Belirsizlikten güç alırdı. Kentin kaderi diyorlardı buna.
9 Sıradan İstanbullulara benziyorduk. Ya dünü özlüyor ya da yarını hayal ediyorduk. Bugünü yok saymaya çalışıyorduk. Bir yanda geçmişin, diğer yanda geleceğin hikâyesini anlatıyorduk. Şimdiki zamanı ise geçmiş ile gelece arasındaki köprü sanıyorduk. O köprünün kırılmasından ve aşağıdaki boşluğa düşmekten korkuyorduk. Aklımızdan bir türlü çıkmayan şu soruyu düşünüyorduk: Bugünün sahibi kimdi, bugün kime aitti?
10 Göğü bir uçtan bir uca saran İstanbul, kadınları ve erkekleri yutuyor, öğütüyor, sonra kusuyordu. Ortalığı çürük et kokusu sarıyordu. Herkes herkesi yabancı görüyor, kimse kimseyle konuşmuyordu. İnsanlar yaşadıkları kente benzediğinden, bir gün sevinçli, bir gün sıkıntılı uyanıyorlardı. Sabahtan akşama, akşamdan sabaha çalışıyorlardı. Ölümü kabullenmişlerdi, kalplerindeki gerçekle yüz yüze gelmek dışında her şeye hazırdılar.
Derya Önel, oggito
İZDİHAM