6 Haziran 2022

İzdiham 53. Sayısı Çıktı

ile izdiham

“Aniden gitmek muhteşem bir şeydir. Daha muhteşem olanı ise asla geri dönmemektir.” diyerek hepimizden önce sözünde duran ve biz sevenlerini ölümün başlangıçların en hakikisi olduğuna ikna edercesine aramızdan ayrılan Genel yayın yönetmenimiz, canımız, ciğerimiz, abimiz, kardeşimiz, dostumuz Bülent Parlak’ın elinin değdiği, gözünün bizatihi gördüğü, heyecanının kabardığı, öfkesini cilaladığı, inancını büyüttüğü, umudunu yeşerttiği ve geleceğe verdiği sözünü bir kez daha yerine getirdiği İzdiham Dergisi’nin 53. Sayısı çıktı.

İlk sayıdan itibaren her yazarla, her yazıyla ve her sloganla teker teker ilgilenen, dergideki fotoğraf seçimlerinden yazı puntolarına kadar derginin her zerresine tüm hücresiyle tesir etmiş ve İzdiham Dergisini kendi varoluş sancısının en mühim tezahürü haline getirmiş kıymetli Bülent Parlak, son sayıda okurlarını kapaktan selamlıyor.

Bir röportajında, “okurlara söylemek istediğiniz bir şey var mı” diye sorulduğunda, o samimi gülümsemesini yüzüne çağırarak verdiği cevap hâlâ kulaklarımızda. “Okurlara söylemek istediğim herhangi bir şeyim yok, yüz yüze görüşürsek konuşuruz, eğer görüşemezsek de ahirette karşılaşırız.” Hazırladığı bu son sayı ve daha öncekiler de dahil, İzdiham dergisinin kıymetli okurlarına, Bülent Parlak’ın çok kıymetli dostlarına ve tüm sevenlerine bir mektup mesabesinde…

53. Sayı yine okurlarına kayboluş pusulası oluyor. Her yazı kendi hikayesini bağırmadan usulca fısıldayarak anlatıyor ve sakince köşesine çekiliyor.

İlk sayfada klasikleşen takvim karşımıza çıkıyor. İnsanın vaktin esiri olmaktan çıkarıp zamanın yaşantımıza bıraktığı izleri gördüğümüz ve o işaretlerden kendimize has bir yol bulduğumuz bir takvim.

Neden Hiçbir Şey Yok da Bir Şey Var, diyerek Matematiğin varlığına inanmayanların, hayatın varoluş seyrine gözünü kırpmadan katılanların, çözümü çözümsüzlükte arayanların kendilerini bulacağı bir yazı. Leszek Kolakowski imzasını taşıyor.

Mücahit Gündoğdu, “Gülmenin Bir Memleketi Var Mı?” diye sorarak gülmenin bin bir yönünü anlatıp gülemeyenlerin, kahkahayı unutup fakat tebessümün insan fıtratına uygunluğuna iman edenlerin okuması gereken bir yazı kaleme almış.

Seda Nur Bilici, insan psikolojisine dair incelikli ve derinlikli söylemlerine devam ediyor. Bir kalbiniz vardı onu hatırlayınız dercesine kişisel gelişimin formüle edilmiş, ezberlenmiş sloganlarından kaçanların sığınacağı bir liman onun yazıları. Bu sayıda bize göç olgusunu anlatıyor. Aslında hepimiz göçmeniz ve hepimiz bilmediğimiz ve hiç var olmayan ülkelere sürekli göç halindeyiz.

Gökhan Özcan, kalbe dokunan kısa fragmanlarına bu sayıda devam ediyor. Kendisine can alıcı bir sorusu var. Dönüp aynaya bakarak kendimize haykırmamız gereken bir soru: “Uzun süren bir şarkıya yetecek mi sesim?”

Halil Ecer, sosyolojik tahlillerine devam ediyor. İnsanı dışlayan sözde sosyal disiplinlerin aksine her yazısında kanlı anlı insana yer vermeye ısrarla devam ediyor. Bu sayıda bizi sessizliğin derinliğini anlamaya çağırıyor: Zulme Karşı Sessizliğin Tarihi.

Erhan İdiz’le “Kelimeler’in İzi”nden gidiyoruz.

Tuğba Karademir, kısa ve vurucu metinlerine bir yenisini daha ekliyor: “Saika”. “Dünya beşten büyükmüş, ben herkesten küçüğüm” diyerek dünyadaki varlığımızın esas merkezini işaret ediyor.

Ali Ayçil, “Kirkor Demirciyan’ın Hatıraları”nı anlatıyor. Hatıralar bizi kahretmek için mi hatırlanırlar, yoksa bizi yeniden inşa etmek için mi? Bu ikilemde sıkışıp kalanların mutlaka okuması gereken bir yazı.

Dilek Kartal, “Şiddetli Geçimsizlik” adlı şiiriyle bizi önce kendimizle kavgaya davet ediyor. Bütün hırsını kendinden çıkaranların okuyunca çok şey bulacakları bir şiir.

Bülent Parlak, erken tamamladığı ömrünün son terennümleri olarak yarım bıraktığı şiiriyle bize veda etmiyor.

Hasan Avcı, “Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesinden Kaygılı Yüzler Çağına” geçişimizin sancılarından bahsediyor. İnsan yedi yaşına kadar yaşar, gerisi o günden sonra yaşadıklarının tekrarıdır.

Sadık Yalsızuçanlar, “Garantina Belgesi” isimli bir hikâye ile okurlarını selamlıyor.

Serdar Aydın, müziğin insan ruhuna tesirini ince ince işlediği samimi metinlerine devam ediyor. Arabesk müziğinin ve bu müzikte kullanılan enstrümanların izini sürüyor. Bizleri yeri geliyor kıraç bir araziye, bazen de yem yeşil ovalara davet ediyor. Ama her daim kederin ve hüznün koyu yalnızlığında buluyoruz kendimizi. Bu yazıda bir bağlama üstadını tanıtıyor bize: Fikret Özden

H. Demet Akan, yersiz ve yurtsuzluğun içimizdeki yankısını anlatmış. Hepimiz anne rahminden dünyaya geldiğimizden beri yurtsusuz. Tüm arayışlarımız kendimizi yeniden var edebileceğimiz bir mekan. Kendisine ve topluma yabancılık çekenlerin okuduklarında çok şey bulacakları bir yazı. Her şeye rağmen hayata tutunmanın vazgeçilmez oluşunu söyleyerek köşesine çekiliyor yazar.

Sulhi Ceylan, yolda olmaktan ve hayata devam etme gücünden giderek uzaklaşan insanların sesini duymuşçasına kaleme aldığı bir yazıyla karşımıza çıkıyor. “Yola Devam Etmek için 15 Neden.”

Melek Bölükbaşı, hayatın gerçekleriyle yüzleşmekten korkmayanların ve ezberlenmiş hakikatlerin insan hayatını sıradanlaştıran yönünden uzaklaşmak isteyenlerin kendini bulacağı yazılarına devam ediyor. Bu defa erkeklere sesleniyor. “Ey erkekler beni bi dinleyin” diyerek onlara ayna tutuyor. Ne gülüyorsunuz, anlattığımız sizin hikâyeniz, diyor.

Kader Çakır, eleştirilerin odağında bir yazar olan Chirista Wolf’u irdeliyor.

Neslihan Haspolat’ın tıpkı sessiz bir kısa film tadında mizansen yazdığı “Lütfen beni öldürme” isimli bir anlatısı var. Çok etkileyici.

Beyza Şen’in çevirdiği Eliska Beluskova imzalı bir yazı okuyacaksınız: Avusturya’da Kadın Hareketi’nin Tarihi.

Erdi Şen, herkesin Don Kişot’tan bahsettiği yerde o atını anlatıyor. Tam da izdiham okurlarının beklediği bir hareket bu. “Bahtsız bir at: Rosinante”

Ahmet Enis Gürcan, harika çizimleriyle tanıdığımız bir sanatkâr. Bu sayıda Naser Malek Motiee’yi tanıtıyor.

Reşit Güngör Kalkan, bu sayıyla İzdiham Dergisi macerasına başlamıştı. Kendisini deneme, inceleme ev biyografi çalışmalarıyla tanıyoruz. Türkçe yazınının en özgün kalemlerinden biri kendisi. Sesi, izdiham okurlarına çok tanıdık gelecek. İlk yazısıyla karşımızda: “sesine Ağır Bir Halay Denemesi”

Yasin Kara, yüreğinden gelen seslerini bize tercüme ettiği yazılarına devam ediyor. “Sicili Sicilya’dan Kabarık Dünya” diyor.

Gökhan Yılmaz’ın insanı şaşırtan ve kelime oyunlarıyla yeni bir dünyaya davet eden öykülerinden birini okuyoruz: “Çıngırak”

Güven Adıgüzel, sosyal hadiselerden, gidip gördüğü ülkelerden ve topluma mal olmuş kişilerden oluşturduğu dünyaya okurlarını davet etmeye devam ediyor. Bu defa “Ultima Thule”yi anlatıyor.

Emine Şimşek, “Hatırlıyorsan Geçmiştir, Unutmuşsan O Hiç Bitmez” diyor. Bizde konuşacak takat bırakmıyor.

Mustafa Toprak, ölülerle konuşabilen tek kişi. Onlara mektup yazmaya devam ediyor. Cevapları ise bizle asla paylaşmıyor. Bu defa Zweig’l konuşmuş.

Elif Burçak Koç, bizi harflerin olmadığı bir dile davet ediyor: “A’dan önce hangi harf gelir?”

Elif Atasoy, bize iki şairi kısa cümlelerle tanıtıyor: Dilaver Cebeci ve Haydar Ergülen

Hüseyin Hakan, çayın yaşını hesaplamaya yelteniyor. Biz her çay yudumlayışımızda sürekli yaşlanmaya devam ediyoruz. “Çay 2700 yaşında”

İzdiham