Satıcı, “Kadınları bilirsin,” diye dertleşti genç adamla, “küçük kedileri pek severler… Yardıma muhtaç şeylere bayılır onlar. Ama erkeklere geldi mi iş değişir, erkeğin zalim olanını tercih ederler.” (sf.1
“Bir değişiklik istiyorum, kanatlarımı açmak, uçabiliyor muyum görmek.” (sf.37)
Birkaç gün sonra yine bir gemide olacak, suyun altında çalkalanan pervanenin sakin patırtısını duyacak, geminin insanı huzurla dolduran yükseliş ve alçalışına, ufuk boyunca uzanan denize, pruva suları yararken çıkan o kalın, hoş, temiz sese kulak verecekti… Ve saatler boyu güneşin altında güvertede uzanmak, nemli rüzgâra teslim olan bulutların oyununu seyretmek de vardı. Basit bir hayat! Ciddi bir hayat! Denizi sahiplenmek, ona göz kulak olmak, ruhunu salt ona teslim etmek, denizi sanki sadece o varmışçasına, tek önemli olan onun varlığıymışçasına kabullenmek, sevmek! (sf.48)
“Elimizden bir şey gelmez,” diye devam etti Bay Everhart. “Bizim gibi ayaktakımı mensuplarının diyecek sözü yoktur. Varsın para babaları savaş başlatsın, biz onlar adına savaşır, buna da bayılırız.” Kötücül bir sessizliğe büründü. (sf.55)
Bir şeyler yiter, başka şeyler bulunur. (sf.66)
Köklerini, şüphesiz ki ahmak ve dönek bir toplumun derinliklerine salmak kişiye nasıl bir fayda sağlardı? (sf.84)
“Bir gruba tabiiyet… Buna kuşkuyla yaklaşıyorum, zira aklın dogmatik bir grup ifadesine boyun eğdiği demektir bu öncelikle. Ortak payda ve paylaşımların doğal göründüğü, hatta kaçınılmaz olduğu, iktisadi bir grup değil burada kastettiğim. Manevi bir gruptan bahsediyorum… Oysa manevi grup diye bir şey olmamalı; her insanın maneviyatı kendini bağlar ve herkesin ruhu kendine aittir, Meade.” (sf.97)
Yaşam, nerede yaşanırsa yaşansın, yaşamdı işte. (sf.132)
Jack Kerouac
İZDİHAM