Jerzy Kosinski’nin Boyalı Kuş Kitabından Birbirinden Güzel 20 Alıntı
1.İnsanlar anlaşamadıklarına göre, dilsizliğin de önemi yoktu.
2.Gece geçen trenlerle fırınlara götürülen zavallılar, arada, bebelerinin hayatlarını kurtarmak için onları pencereden atarlardı. Bazıları vagonun tabanını deler, birkaç kararlı Yahudi buradan aşağı atlarlardı. Çoğu zaman tekerlek altında kalıp biçilir, kopuk gövdeleri yokuş aşağı yuvarlanıp otların arasına düşerdi.
3.Tabii ki sırtımdan da vurabilir, diye düşündüm. İnsanlar birini gözlerinin içine bakmadan öldürmeyi tercih ederdi.
4.Önde koşmak, arkada kalmak kadar tehlikeliydi.
5.Bu Almanlar kafamı karıştırıyordu işte!Kendilerini harcıyorlardı. Böylesine sefil ve zalim bir dünya onun hakimi olmak için gösterilen bunca çabaya değer miydi?
6.Kırlangıçların yaşayışı da ilgi çekiciydi. İlkbahar ve sevinç habercisiydi bu kuşlar. Sonbaharla birlikte insanların dünyasından uzaklaşır, yorgun ve uykulu uzaklardaki bataklıklara gider, sazların üstüne tüneyip uykuya dalarlardı.
7.Başarı, bir kısır döngsüydü. Ne kadar kötülük yaparsan o kadar güçlenirdin. Ne kadar güçlenirsen o kadar kötülük yapabilirdin.
8.Marta’nın yılan gibi deri değiştirip, neden yeni bir hayata başlamadığını düşünüyordum.
9.Her sabah erkenden kalkıyorduk. Kayak hocası dua etmek için dizlerinin üstüne çöktüğünde adamcağızı hoşgörüyle izliyordum. Şehirde okumuş koskoca bir adamdı yine de yaşamını basit bir köylü gibi sürdürüyor ve koca dünyada aslında bir başına olduğu ve hiçbir şeyden yardım beklememesi gerektiği fikrini bir türlü kabullenemiyordu. Dünyada herkes tek tabancaydı aslında. İnsan Gavrilalarm, Mitkaların ve Suskunların harcanıp feda edilebilir olduklarını ne kadar erken kabullenirse o kadar iyiydi. Birinin dilsiz olmasının bir önemi yoktu, neticede kimse birbirinin söylediğini anlamıyordu ki! İnsanlar birbiriyle çatışabilir, sevişebilir, kucaklaşabiiir, birbirini hor görebilirdi ama sonunda yalnızca kendisini tanır bilirdi. Kalın gövdeli sazlar bir nehri kıyısındaki çamurlu hattan nasıl ayırıyorsa duygulari, duyulan ve anıları da bir insanı diğerlerinden öyle ayırıyor ve farklı kılıyordu. Etrafımızı çevreleyen dağların zirveleri gibi birbirimizden vadilerle ayrılıyorduk, ya göremeyeceğimiz kadar yüksekte ya uzanamayacak kadar alçakta oluyorduk birbirimizden.
10.Birinin tökezlemesi bütün sıranın yavaşlamasına neden olurken düşmesi ise diğerlerinin ayakları altında kalıp ezilmesi anlamına gelirdi.
11.Geceleri geç saatlere kadar uyanık kalır, Tanrı’nın beni de cezalandırmak isteyip istemediğini sorardım kendi kendime.
12.Benden bir kaç adım ötede, yatağında yatan bu adam, daha iyi ve barışçı bir dünyanın yaratılması için bir mihrap önünde diz çöküp dualar mırıldanmamış; savaşmıştı.
13.Almanları kimse durduramazdı, onlar yenilmezlerdi. Faaliyetlerini büyük bir ustalıkla yürütüyorlardı. Kinlerini diğer uluslara da bulaştırıyorlar, düşmanlarının soyunu yok ediyorlardı. Her Alman ruhunu daha doğarken Şeytan’a teslim etmiş olmalıydı. Güç ve kudretlerinin kaynağı, sırrı da buradaydı işte.
14.İstemezsem zorla dökederdi içkiyi gırtlağıma. Çoğu zaman, gece yarısına varmadan zilzurna sarhoş olur, hiçbir şeyin farkına varmazdım. Çocuk kitaplarındaki resimleri andıran çevremdeki yüzler, masallarımdaki hayvanlarla yer değiştirmeye başlarlardı.
15.Her gördüğümü hatırlayacağıma söz verdim. Günün birinde gözlerimi çıkarırlarsa, hayatımın sonuna kadar bütün bu görüntüleri belleğimde saklayacaktım.
16.Bir insanın kör olması daha önce görmüş olduğu her şeyi unutmasına da sebep olur mu diye merak ediyordum. Eğer öyleyse o zaman rüya bile göremezdi ki!
17.Hiçbir adam, kendini hırpalatmamalıydı. Kendine saygısını yitirir, yaşamının anlamı kalmazdı. Her birimize değer kazandıran şey bize küfredildiği zaman bunun öcünü alabilme gücümüzdü. Haksızlığa karşı çıkmak gerekliydi. Herkes uğradığı hakareti ölçüp biçip, yaradılış ve elindeki olanaklarla duyduğu acı, üzüntü ve alçalma oranında öcünü hazırlamalıydı. Size kabaca davranılır, bu kabalık sizi bir kamçı gibi yaralarsa, kamçı yemişçesine öç almanız gerekirdi.
18.Savaşın meydana getirdği kargaşa ve işgaller sebebiyle oradan oraya savrulunca, aile çocuklarını şehirden götüren adamla iletişimi tamamen kaybetti. Artık evlatlarını bir daha asla bulamayacak olma gerçeğiyle yüzleşmek durumundaydılar.
19.Kendimi partizanların öldürdükleri uyuz köpeğe benzetiyordum. Başını okşayıp, kulaklarının arkasını gıdıklamakla başlamışlardı. Rahatlayan hayvan mutluluk ve minnetle havlıyordu. Sonra çiçekli, kelebeklerin uçuştuğu çayıra bir kemik fırlattılar. Köpek kuyruğunu oynatarak koştu. Tam kemiği kaptığı anda partizanlar ateş ederek öldürdüler onu.
20.Bu tür silahları icat edip yapan kişileri düşünmeye çalışırdım. Almandılar şüphesiz. Çevrede kimsenin onlara dayanamayacağı, bu alanda Polonyalıları, Rusları, Çingenelerle Yahudileri çok geride bıraktıkları söylemiyor muydu? Böylesine yaratıcı bir gücün, nerden geldiğini sorardım kendi kendime. Neden köylüler yaratıcı güçten bu kadar uzaktılar? Neden değişik bir saç rengi, bir göz rengi insanlara üstünlük sağlıyordu?
İZDİHAM