‘’Bütün ormanların hep yeşil kaldığı günlerde (…) büyücülüğü yalnızca Ona ülkesinin kadınları biliyordu. Onların kendi kulübeleri vardı ve erkekler oraya yaklaşmaya cesaret edemezlerdi. Kızlar, kadınlığa erişmeye başlayınca büyü sanatını öğrenmeye başlıyorlardı ve hoşnut olmadıkları herkese hastalık hatta ölüm getirmenin yolunu öğreniyorlardı. Erkekler müthiş bir korku içinde ve boyun eğmiş, durumda yaşıyorlardı.
Elbette köyü etle doyuracak ok ve yayları vardı fakat silahların büyü ve hastalık karşısında ne yararı var diye soruyorlardı. Kadınların baskısı arttıkça arttı ve durum kötüledikçe kötüledi öyle ki erkekler sonunda ölü bir büyücünün canlısından daha az tehlikeli olacağını düşünmeye başladılar. Böylece bütün kadınları öldürmeye karar verdiler ve büyük bir kıyım yaparak çocuklar hariç insan biçiminde hiçbir dişiyi bırakmadılar.
Ne var ki, ortaya büyük bir sorun çıktı: erkekler elde ettikleri üstünlüğü nasıl sürdüreceklerdi? Bir gün, kız çocuklar büyüdüklerinde bir araya gelip eski üstünlüklerini geri alabilirlerdi. Bunu engellemek için erkekler kendi gizli derneklerini kurdular ve kadın evini yok ettiler.
Evin yanına hiçbir kadının gelmesine izin yoktu ve cezası ölümdü. Bu kararın kendi kadınları tarafından saygı görmesini sağlayabilmek için erkekler yeni tür Ona cin ailesi yarattılar. Kısmen kendi hayalleriyle kısmen halk öyküleri ve eski efsanelerden yaratılan bu garip varlıklar ev üyelerinde vücut bularak görünür oluyorlardı ve böylece kadınları gizli toplantılarından korkutarak yaklaşmalarını engelliyorlardı.
Bu yaratıkların kadınlardan nefret ettikleri ve erkeklerden yana oldukları, evin çoğunlukla uzun süren törenleri sırasında erkeklere büyülü yiyecekler verdikleri söyleniyordu. Sinirli oldukları evden köye kadar gelen bağırtılar ve esrarengiz çığlıklarla anlaşılıyordu ve kadınlar bazen erkeklerin böyle heyecanlı bir oturumdan sonra yırtık yüzlerle, kanayan burunlarla döndüklerini görüyorlardı.’’
Joseph Campbell, İlkel Mitoloji
İZDİHAM