İzdiham Dergi

Kaan Murat Yanık ile Butimar’ı konuştuk

Arkadaşımız Mustafa Toprak, Kaan Murat Yanık ile son kitabı Butimar hakkında konuştu. 

 

Şiir ve öykü türünde de eserler verdiniz. Roman yazmanın hazırlığı öykü ve şiir yazmaya göre nasıl bir mesai gerektiriyor?

Öncelikle şunu belirteyim. Şiir kitabımı reddetmekle beraber şair olarak anılmak istemiyorum. Çünkü şair değilim bunu başka mülakatlarda da belirttim. Kalküta benim üvey evladım gibi.

Roman veya kurmaca aslında insanoğlunun bu uçsuz bahçeye düştüğü andan şu ana kadar ve hatta geleceği de kapsayan bir tür olduğu için kurmacanın iskeletinin; dil yapısının, olay örgüsünün, teknik şablonlarının ayrı ayrı üstünde durmak elbette çok yoğun bir mesai gerektiriyor. Butimar’ı iki buçuk yıllık bir zaman zarfında tamam ettim. Bu süreç içinde fizyolojik ve ruhen çok yıprandığımı da söylemeliyim.

 

Butimar’da ruhlara açılmış bir kapı var ve siz o kapıdan girmeye korkmuyorsunuz. İnsanları ruhlarla barıştırmak gibi bir amacınızın olduğundan bahsedebilir miyiz?

İnsanlarla ruhları barıştırmaktan ziyade, ruhun kaygan yüzeyinde yerleşik hayata geçmemiş hislerle yüzleşmekten bahsedebilirim. Aslında yaşayamadığımız hayat, yaşadığımız daha doğrusu yaşayamaya çabaladığımız hayata huzursuzluk zerk ediyor durmadan. Bu durum da haliyle huzursuz, uykudegezer, hayalperest vasıflarını aynı bünyede mayalayan bir tipoloji meydana getiriyor; günümüz insanını. Benim ruhlardan ziyade gerçekle ve şimdiki zamanla problemim var.

Gerçeğin aşılmaz duvarlarını rüya ve hayallerle, zamanın zembereği kırılmış hızına da hafızamızda uyuklayan kendi ürettiğimiz veya zaten ezelden beri orada olan anlarla müdahale ederek yıkabiliriz bence. Bu insanın şimdiki zamandan uzaklaşması anlamına gelse de, bunu başardığımız veya bunu başaran kitapları, sanat eserlerini okuduğumuz, duyumsadığımız vakit şimdiki zamanın üstünde başı sonu belli olmayan mücerret bir zaman kurabiliriz. Elbette rüyalar, hayaller ve bilinçaltının cömert olması gerekiyor bu konuda.

 

Sizin bir entel-malumat furuş tanımınız var. Önce onu sizden tekrar dinlemek isterim ve hangi şartlar altında entelliğin rahatlıkla yayılabildiğini de merak ediyorum?

Teknolojinin giderek canavarımsı bir hal almaya başlamasından sonra cahil ile âlimim arasındaki hudutlar silikleşip onun yerine ince bir tül perde çekildi bence. İnsanlar arama motorundan diledikleri mevzularla ilgili bilgilere çok çaba göstermeden ulaşabiliyorlar. Bu elbette güzel bir şey, ben de hem sosyal medyayı hem de arama motorlarını elimden geldiğince etkin kullanmaya çalışıyorum. Ama her bilgiye yüzeysel ve hatta bazen yanlış olarak internetten, sözlüklerden, sosyal medyadan, vikipedi gibi sitelerden ulaşmak entelektüel bir kimlik oluşturmaya veya bu kimliğe bağlı bir medeniyet algısını var edebilemez. Ancak yarı cahil insan tipini ortaya çıkarır ki, asıl korkulması gereken de budur, örneklerini görüyoruz.

 

 

Divan edebiyatı konusunda akademik çalışmalarınız bulunmakta. Butimar divan edebiyatı ile ne kadar yakın? Akademik çalışmalarınız eserlerinize etki ediyor mu?

Yüksek lisans tezimi Divan Edebiyatındaki sevgili tipinin üzerine yazdım. Bununla birlikte Kadim doğu literatürünü enine boyuna irdelemeye çalıştım, kendimi bildim bileli. Şüphesiz bu alakamın Butimar’a izdüşümü de kaçınılmaz oldu. Çok beslendiğim bir alan Klasik edebiyat.

 

Yazarken okurun sizin yazdıklarınızı okuduğu anı hayal ediyor musunuz?

Çook. Harikulade bir his.

Butimar’da “saatin ürkütücü bir hızı” olduğunu söylüyorsunuz. Yetişememekten korktuğunuz oluyor mu veya romandaki karakterler saat ile nasıl bir yarış içinde?

Aslında birçok yere geç kalıyoruz hayatta ve geç kaldığımız yere vardığımızda o şehir yıkılmış, görmek istediğimiz insanlar yok olmuş oluyor.

Modern zamanın baş döndüren hızı içinde savsaklayan yeni insan tipinin bulantısını anlatmak, aynı zamanda da kendi köklerime dokunma arzusu kendimi bildiğim günden beri beni dürtükleyen bir meseleydi. Aynı zamanda dünyanın farklı kültürlerinde yer alan mitoslara, efsanelere, ilginçliklere olan ilgim beni Butimar kuşunun efsanesine yönlendirdi. Butimar kuşunun bir felsefesi var.  Efsaneye göre Butimar denize âşık olur, bu aşk zamanla onu öyle kuşatır ki, denizin kıyısından bir an olsun ayrılmaz ama aynı zamanda denizin suyundan içmeye de korkar hale gelir Butimar. Eğer deniz suyundan içerse denizin kuruyacağından korkar ve sonunda susuzluktan ölür. Butimar kuşları aynı zamanda üç durumda uçamazlarmış; bir kar yağdığı zaman, iki şarkı sesi duydukları zaman, üç de âşık oldukları vakitlerde. Aslında bize ezelden beri dayatılan klasik aşk, klasik yalnızlık, klasik felsefi çatışmalara karşı farklı bir eksen oluşturmak için bu efsaneyi ele aldım.

 

Yaşadığımız dönemde sessizlik şansımız ne kadar?

Deliliğin sınırına ne kadar yakın olursak sessizliği o kertede yaşayabiliriz bence. Bilhassa modern zamanların gürültüsü iç seslerimizi daha da kısırlaştırıyor. Eskiden sufiler, gereksiz yere konuşmayı sessizliği kutsal bildikleri için ayıp sayarlarmış. Hatta etraflarındaki her nesneye -canlı veya cansız- bir değer atfettiklerinden ötürü sesin ve hareketin bu nesneleri rahatsız edeceğinden çekinirlermiş. Sufilerin yürürlerken dahi yerin canının acıyacağından korkarak adımlarını dikkatle atmaları da bu zarif felseyle alakalıdır. Sessizliğin dünyadaki tüm sesleri yutacak kadar kudretli olması bununla birlikte yeryüzündeki tüm seslerden daha fazla mânâ ihtiva ettiği savı sadece sufilerde değil, Çin mitosları başta olmak üzre dünyadaki birçok kültürde var. Romanın hem ismini, hem de baş karakterini temsil eden butimar kuşunun denize olan aşkı, onu sessizliğe mahkum ettikten sonra önüne sessizliğin türlü biçimlerini koymuştur. Ben de sessizliğin türlü biçimlerini, renklerini karakterler arasında pay ettim. En büyük pay da Butimar karakterine düştü.

 

 

 

Mustafa Toprak, Kaan Murat Yanık ile konuştu.

İZDİHAM

 

 

 

Exit mobile version