İzdiham Dergi

Kevser Tekin, Sen de mi şair oldun Brütüs?

Eskiden, yâr deyince kalem elden düşüyordu, şimdi ise metrekareye on beş şair düşüyor… Artık elimize kalem almadan da yazabiliyoruz. İnternet dünyasıyla paylaşıyoruz saniyeler içinde yazdığımız ve adına şiir dediğimiz o metinleri. Ya da yüz kırk karaktere sığdırdığımızı düşündüğümüz o ruh halimize edebiyat diyoruz. Günümüzde herkes biraz yazar, biraz şair olarak geçinmiyor mu? Kişisel sayfalarına bakınca daha on beşinde bir delikanlının aşk acısıyla karşılaşmıyor muyuz? Ve yazmak için illa acılı olduğumuz günleri seçiyoruz.

Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizin her köşesinde sanal klavye taşıyanlar acaba şiirin, edebiyatın hakkını hangi ölçüde verebiliyor? Üzerinde günler, geceler geçirmeden dakikalar içinde yazdığı yazılar, usta yazarlara ayıp olmuyor mu? Tamam biliyoruz, acınız büyük. Yazıp rahatlamak istiyorsunuz. Ama şiirin kolunu kanadını niye kırıyorsunuz? Belli kalıplar etrafında aynı sözleri sarf edince valla şiir olmuyor. Kim size “güzel olmuş, harikasın, vaauuv” demişse billah yalan. Ne demiş şair: “benim yazmak için çırpındığım gecelerde siz yoktunuz.” Yani adamcağız diyor ki, gel etme eyleme, şiir demeden önce bir kez daha düşün.

Basit gibi görünse de, ortalıkta fazlalık olan ve bazen de kirlilik yapan onlarca metin geziniyor. Ama gençler ne yapsın? Ülkede en çok satanlar arasında olan kitaplara bakınca onlara kızmamak gerek. Süpermarketlerde sakız reyonunda satılan ucuz, basit kitaplar dolanırken kaliteli olanı görmez göz. Okumayınca da yazdıkları “düz metinden” öteye geçmez. Öyle eline şekersiz çay alınca, ortam ışığını azaltınca da yazılmıyor şiir denen meret. Gel sen Şaban’a kulak ver. Ne de güzel yazmıştı Tosun Paşa’da Daver’in kızı Leyla’ya:

tosun paşa

Aşk, kalbimi yakan volkan gibidir

En sevdiğim tatlı kazandibidir.

Leyla, sev beni sokma müşküle

Seninle kaşık atalım iki tabak keşküle!

Yani o işler öyle kolay olmuyor. Çok sevdiğini söylediğin, ölüp bittiğin insana ne yazılar diziyorsun zamanında. Ama ne demiş Neşet Ertaş: “yazman gurban oluyum, sevda sırrınan olur Diyor ki, dur hele, hemen sevda sırrını açma, olur ya ölüm de var ucunda, ayrılık da. Biz ne yapıyoruz peki? Cilt cilt kitap olacak neyimiz var neyimiz yoksa seriyoruz kağıda. Yazmak, ciddi bir eylemdir. Öyle her kelimeyle oyun oynar gibi değil. Kanaviçeye hafif dokunuşlarla süsler gibi dizeceksin, özeneceksin. Hele şiir. Öyle alt alta yazdıkların hokus pokus demişçesine şiire dönüşüyor mu sandın? Masaya oturup olmadı bu deyip haftalarca bir cümle arayacaksın. Aklına düşen her dizeye kanmayacaksın. Yalancı bahar bile varken, yalancı dize olmaz mı sandın? Seninle şöyle bir oturup konuşamadık. Birbirimizi görmeden yaşlanıyoruz farkında mısın?” diyen Sabahattin Ali, kim bilir yârini kaç gün göremeyince yazmıştır bunu.

Önce edebiyatımıza dair kaliteli eser veren ne kadar yazar-şair varsa okuyacağız. İyice pişeceğiz, pişireceğiz kendimizi. Ondan sonra oturacağız o masaya. Sonrası zaten gelecek. Ne çaya gerek duyacaksınız, ne de loş bir ortama. Göreceksiniz ki yazdıklarınız sahiden şiir olmuş. Gözlerin âleme hükümdar olmuş/ Mührü Süleyman’dan güzelsin güzel” dizelerini yazabileceğiniz kıvama gelince alın elinize tekrar kalemi. Ya da “seni sevip çekildim, dedim dünya bu kadar” diyen Süleyman Çobanoğlu gibi de yapabilirsiniz. Sevdik diye de yazmak farz olmuyor efendim.

İyi okurlar olursak bizde günün birinde iyi şiirler yazarız belki. Hem belki Şirinler’i de görürüz.

 

Kevser Tekin

İZDİHAM

Exit mobile version