Üç genç şairin 20’li yaşlarda Zonguldak’ta veremden ölümü anlatılıyor.
Hikmet Bila’nın, henüz 20’li yaşlarında veremden vefat eden genç şairler Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun yaşamından esinlenerek kaleme aldığı, 2. Dünya Savaşı yıllarında Zonguldak’ta geçen senaryosu ‘Kömür Kara’ kitaplaştı.
Geçtiğimiz yıl Ekim ayında hayatını kaybeden gazeteci-yazar Hikmet Bila’nın hayali vefatından sonra gerçekleşti. Bila’nın, 2007 yılında yazdığı “Kömür Kara” adını taşıyan senaryosu kitaplaştı.
Zonguldak’ta doğup büyüyen Hikmet Bila, bu kentte İkinci Dünya Savaşı yıllarında henüz 20’li yaşlarında veremden vefat eden genç şairler Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun yaşamından esinlenerek kaleme aldığı, üç genç şair ve mükellefiyet kararı nedeniyle okula gitmek isterken maden ocağında çalışmak zorunda olan bir genç kazmacı yamağının öyküsünü konu alan senaryosunu kitaplaştırmak istiyordu.
Bila’nın bu hayali ölümünden sonra gerçekleşti. ‘Kömür Kara’ Morpa Yayınları’ndan çıktı.
Bila’nın kitabı ‘Kömür Kara’nın hikayesini oğlu Baran Bila anlatıyor:
“Kömür Kara”nın babam Hikmet Bila’nın kitapları arasında çok özel bir yeri vardır. Babam Zonguldak’ta doğmuş ve büyümüş biri olarak her zaman bu kente özlem duydu. Kömüre, maden işçisine, o kentte verilan ağır yaşam mücadelelerine ve her şeye reğmen bu küçük kentte yeşeren edebiyata, sanata, kültüre ve entellektüel birikime çok büyük ilgi duydu. Ağır yaşam koşullarından süzülerek gelen bu kentin şairlerine, edebiyatçılarına, kömür ocaklarında yitip giden hayatlara bazen büyük bir hüzün bazen büyük bir taktir ama her zaman büyük bir sevgiyle yaklaştı. Bu senaryo işte böyle bir sevginin ürünüdür.
Mezun olduğu Mehmet Çelikel Lisesi’nde 2.Dünya Savaşı yıllarında Behçet Necatigil’in öğrencisi olan ancak verem nedeniyle vefat eden Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur’un yaşam öyküsünden esinlenerek 3 genç şairin ve bir kazmacı çırağının öyküsünü yazdı. Bu çalışmayı yürütürken doğduğu mahalledeki arkadaşlarıyla sık sık biraraya geldi. Bu genç şairleri birlikte araştırdılar. Zonguldak’taki Rat Mahallesi’nden arkadaşı Erol Çakma başta olmak üzere Çelikel Lisesi mezunu arkadaşlarıyla bu senaryoyu 2007 yılında tamamladı.
3 genç düşünün ki henüz lise çağlarında Türk edebiyat tarihinin en önemli akımlarını eleştirebilecek, hatta rafa kaldırılmaları gerektiğini önerecek kadar cesurlar. 3 genç düşünün ki afiş bastıracak paraları dahi yokken savaş yıllarında bir şiir kitabı çıkarmayı tasarlayacak kadar kendilerine güveniyorlar… 3 genç düşünün ki amansız bir hastalığa, vereme rağmen amaçlarından, ideallarinden, şiire ve hayata olan tutkularından asla vazgeçmiyorlar.
“Kömür Kara”da bu genç şairlerin dostluğuna ve şiire olan tutkularına tanık oluyoruz. Ve tabii aşklarına… Engin, Kerem ve Cemil, İstanbul’dan gelen vapuru sabırsızlıkla bekler. Fırtınalı havalarda içlerinde büyük bir endişe belirir: “Ya gemi gelmezse…” Çünkü bu gemiden gazeteler gelir. Okurlar, tartışırlar… İstanbul’a açılan kapıdır bu gemiler. Kitap çıkarmak isterler ama afiş bile çıkarırken zorlanırlar. Savaş yıllarıdır, para bulmak, kitap çıkartmak, dağıtmak çok zordur. Ciddi geçim sıkıntısı çekerler. Buna rağmen “Kömür Kara”da bu 3 gencin 3 kuruş birleştirip sofralarındaki keyifli sohbetlerine şiir, edebiyat tartıştıkları masalara konuk olmak bir zevktir. Zaman zaman kendilerine bir kişi daha katılır. Mehmet Çelikel Lisesi’ndeki genç bir edebiyat öğretmenleri olan Behçet Necatigil’dir bu adam. Edebiyat dünyasının önde gelen isimleriyle de mektup arkadaşlığı yaparlar hatta tanışırlar. Yahya Kemal, Salah Birsel, Abidin Dino bu isimlerden bazılarıdır. Kerem, Engin ve Cemil ısrarla vezin ve kafiyenin bir külfet olduğunu savunurlar. Kendilerini Yeni Şiir’in, Garip Akımı’nın temsilcileri olarak görürler, hatta bu akımı Orhan Veli’den önce başlatamadıkları için hayıflanırlar.
Kerem, çingene mahallesindeki bir kıza aşıktır. Birbirlerini deli gibi severler. Öyle ki Aysel, Kerem olmadan yaşamın bir anlamı olmayacağını düşünür. Kerem, Aysel’in yanına geldiğinde sanki tüm sıkıntılar, tüm dertler yok olur…
Zonguldak’ı severler ama bu güzel şehir onlara dar gelir. Aşağı, yukarı gezindikleri, şiir tartıştıklanı ana caddenin 844 adım olduğunu ölçerler. Çok sevdikleri İstanbul’a giderler ama onlar için pek de güzel günler geçmez orda.
‘ŞİİRLERİMİZDE HEP SARIŞIN KADINLAR VAR’ Aslında hikayelerini en iyi kendileri özetler. Kerem şöyle der: Şiirlerimizde hep sarışın kadınlar var. Oysa sevdiğimiz kadınlar esmer. Şiirlerde hep mavi gözlü kadınlara tutkunuz. Oysa sevdiklerimizin gözleri kara. Şiirlerimizde hep İstanbul’dan dem vuruyoruz. Oysa dönüş dolaştığımız yer, şu kara kömür, şu Zonguldak. Şiirlerimizde hep yaşam var ama biz ölümle vuruşuyoruz“
“Kömür Kara”da bu 3 şair ile birlikte madenci bir babanın oğlu olan Ali’nin hikayesi de anlatılıyor. Ali’nin hayalinde Ankara’da okumak vardır. Ali çok başarılı bir öğrencidir. Öğretmenleri onunla gurur duyar. Ali de genç şairler gibi İstanbul vapurunu bekler. Gazete, dergi okumak için… Ali’nin en büyük isteklerinden biri sadece bir masadır. Daha rahat ders çalışabilmek için… Ancak hayat Ali’nin önüne başka bin sınav çıkartır. “Mükellefiyet” yüzünden maden ocaklarında kömür çıkartmak zorundadır. Zayıf, çelimsiz vücuduyla kömür çıkarma mücadelesine girmek zorunda kalır. Oysa ki hayatı maden ocaklarında geçmiş babası Ramazan, oğlunun başka bir hayatı olmasını ister. İster ki onun elleri kazma kürek değil kalem tutsun. Ama baba-oğul her sabah maden ocağının yolunu tutmak zorunda kalırlar. Eserde yer altındaki bu dünya da çarpıcı bir şekilde tasvir ediliyor. Ali ve babası Ramazan ile birlikte binlerce madencinin üzerinde çok büyük bir yük vardır. “Mükellefiyet” yüzünden hızla, çok yüklü miktarlarda kömür çıkartılması gerekir. Seferberlik ilan eden devletin her şeyden önce kömüre ihtiyacı vardır. Trenler, vapurlar kömürle çalışmakta, asker, silah, cephane sevkiyatı trelerle, vapurlarla yapılmaktadır. Üretim gün gün, saat saat denetlenmektedir. Mükellefiyetten kaçmak cepheden kaçmakla aynı anlama gelmektedir. Bu zorunluluk 16 yaşındaki çocuklara kadar inmiştir. Dolayısıyla yer altında acımasız, fiziksel koşulların zorlandığı, karanlık bir dünya vardır. Ve bu dünyada zamana karşı bir yarış vardır. Ali’nin bu karanlık dünyadaki mücadelesinde onu güç veren bir de aşkı, Hülya vardır…
Kitapta Ali’nin bu mücadelesi ile birlikte ailesinin yaşadıkları da anlatılıyor. Zonguldaklı pek çok ailenin bu zor yıllardaki yaşam koşulları hatırlatılıyor. Ramazan Usta’nın ailesini geçindirmek için nasıl da kendisini parçaladığına, karısı Ayşe’nin nasıl bu dar imkanlarla çocuklarını büyütmeye çalıştığına, küçük Nevzat’ın yaramazlık yaparken yakalanışına, genç bir kız olan Sümme’nin evden kaçışına tanık olacaksınız.
Genç şairlerin, Ali’nin hayalleri vardır. Ama hayat onların önüne sert engeller çıkartır. Genç şair Engin, kapıyı çalar. Onu karşılayan Oktay Rıfat’tır. Necati Cumalı, Salah Birsel, Melih Cevdet oradadır. Beraber sohbet ederler… Ödüllerden bahsederler. Ancak bu Engin’in hayalidir.
Ali, Ankara Gazi Lisesi’nde diğer öğrenciler ile birlikte sınıftadır. Şık okul üniforması giymiştir. Saçları uzun ve düzgün taranmıştır. Erdal İnönü sıra arkadaşıdır. Birbirlerine bakıp tebessüm ederler. Çankaya Köşkü’nde Erdal İnönü, Ali’yi babasıyla tanıştırır. Ali İsmet Paşa’nın elini öper, o da yanaklarını. Ali mutludur… Ali trendedir, tatil için evine dönmektedir. Ali, karşıdan koşarak gelen kıza kollarını açar. Bu bembeyaz giyisiler içindeki Hülya’dır. Kucaklaşırlar. Bu da Ali’nin rüyasıdır… “Kömür Kara”da karakterlerin bu hayallee kavuşabilmek için azimleri vaar ancak hayatın da onların bu hayallerin karşısına çıkardığı büyük engeller var.
“Kömür Kara”da karakterlerin hikayeleri ile paralel olarak 2. Dünya Savaşı yıllarındaki Türkiye ve Zonguldak da anlatılıyor. Karartma günleri, karne ile dağıtılan ekmekler, stokçuluk öyküde karşımıza çıkıyor. Eserde o günlerdeki kahvelere konuk oluyoruz. Çaylara atacak şeker bulunamayan kahvelere… Savaşın gidişatı radyodan takip edilirken insanların konuştuğu konular Hitler ile Stalin’in güç mücadelesi, İsmet İnönü’nün Mussolini’ye karşı verdiği yanıtlardır. Çatışmalar o kadar yakındır ki Zonguldak sahillerinde Yahudileri taşıyan bir gemiye bir Alman uçağı saldırır. Türk uçaksavarları uçağı kaçırtır… Savaşın soğuk nefesi ensede hissedilir. Bütün bu sıkıntılı günler arasında hiçbir şeyi umursamayan tek bir karakter vardır, o da kahvenin delisi Cabbar…
Bu zor şartlar ile birlikte maddi koşullar ve hayat standartları oldukça düşer. Buna rağmen bu güç koşulları fırsat bilen bazı çevreler rüşvet ve dolandırıcılıkla büyük paralar kazanmaya başlamıştır.
İZDİHAM