Küçük Küçük 12 Öykü
Türk Edebiyatı’nda minimal öykü, çok kısa öykü, öykücük, kısa kısa öykü, kıpkısa öykü, sımsıkı öykü, kısa kurmaca, minik öykü, mini öykü, küçük öykü, ani öykü, mikro kurmaca, küçük ölçekli öykü, mesel, küçük ölçekli kurmaca, küçürek öykü gibi adlandırmalarla anılan öykü türünde ilk olarak 1960’lı yıllarda, Richard Brautigan ve Spencer Holst gibi yazarlar, eserler vermeye başlamışlardır. Küreselleşmenin de etkili olduğu bu süreçte, küçürek öykü fast food diye tabir edilen çağın tüketim anlayışına uygun bir türdür.
Küçürek öyküler, öğüt verme, karakter geliştirme, okuyucuyu belli bir noktaya taşıma gibi amaçlar gütmez; ani uyarmalar yapar ve hakikatleri sezdirirler. Yoğun ve sıkıştırılmış niteliği ile şiire yakın durmaktadır. Küçürek öyküler, gerek hacimce gerekse anlatım teknikleri bakımından şiirle ilişkilendirilmektedirler. Şiirde de küçürek öyküde de az kelimeyle en çok şeyi söyleme esası vardır.
1. Ferit Edgü (1936 – ) – İz ve Yolcu
Küçürek öykü deyince akla gelen ilk isim, hiç kuşkusuz Ferit Edgü’dür. Binbir Hece, Doğu Öyküleri, İşte Deniz, Maria ve Do Sesi adlı kitaplarında topladığı birçok küçürek öyküsü vardır. Ferit Edgü’nün küçürek öyküleri, şiirsel düz yazı görünümündedir. Edgü, yoğun bir şekilde diyaloglarla anlatımı tercih eder. İz, oldukça kısa bir öyküdür. Hem öykü hem de şiir öğelerini barındırmaktadır.
“O günlerde sürekli izleniyordum. Bıktım. Ben de beni izleyenleri izlemeye başladım. Böylece onlarla aramda bir eşitlik doğdu. Onlar da ben de hem izleyen, hem izlenen olduk.”
Yolcu öyküsünde yolcu sözcük olarak tekil bir anlam taşısa da bir gösterge olarak bütün insanlığın yaşama kaygısını simgeler. Edgü’nün küçürek öykülerinde her simge, insan ve dünyanın yeniden anlamlandırılmasına yönelik bir atılımdır.
“Yolcu:
— Gidiyorum. Bu kez gerçekten gidiyorum.
— Cehennemin dibine değin yolun var.
— Ama ben o yolu bilmiyorum.
— Bilmen gerekmiyor. Yolun sonu zaten orası.”
2. Refik Algan (1952 – ) – Aphrodite
Algan küçürek öyküler için kısa metin adını vermiştir. Edebiyatımızda, küçürek öykü türünü deneyen ilk yazarlardandır. Saat Kulesi adlı kitabının ilk bölümünün adı da Kısa Metinler’dir. Algan Aphrodite’de, düş ve gerçek çatışmasını verir. Afrodit yontusu, insan yaşamındaki idealleri, yahut rüyaları anlatır. Gerçekler ise ideallerle örtüşmez.
“Tüm gençliği boyunca afrodit yontusunca güzel bir kız bulup onunla evlenmek istemişti. Derken buldu da. Evlendiler.
Evliliklerinin ilk gecesinde, sabaha karşı uyandı. Karısı uyuyordu. Tuttu, karısının kollarını yontunun kırılmış olduğu biçimde kesti.”
3. Tezer Özlü (1943 – 1966) – Gabuzzi (Eski Bahçe – Eski Sevgi)
Tezer Özlü’nün öykülerinin tümü küçürek öykü kapsamında değerlendirilmemektedir, fakat genel anlayışı küçürek öykü anlayışına yakındır. Kimi öyküleri, ki küçürek öykü değilse de bir buçuk ya da iki sayfa büyüklüğündedir. Hayattan süzülen aforizmalar niteliğindeki öykülerinde, büyük şehirde bunalan ve isteklerini gerçekleştiremeyen kadınların yalnızlıklarını, pişmanlıklarını ve başkaldırısını anlatır.
“Ben kimi öldürdüm beni ya da bir başkasını mı bunu bilmiyormuşum gibi yazmak istemiyorum, hiç kimseyi öldürmedim ben. Rahibe okulunda okumuş olmam gençken, ki ben hep gencim hiç ölmeyeceğim, işte ölüme ölmemekle karşı çıkıyorum. Ölmemek de bir çeşit ölüm mü, içim seviniyor gene bu kaçıncı sevgi, sevgi mi, sevinç mi.”
4. Mehmet Harmancı (1977 – ) – Erkidarı ile Tazebuğdayın Hikayesi (Muhtemel Menkıbeler)
Mehmet Harmancı kendi adlandırmasıyla kıpkısa öykü türünde örnekler vermiştir. Küçürek öykülerinde, büyülü gerçekçilik, gerçeküstücülük, hikmet ve imalarla örülü bir anlayış gösterir. Kurgusu, mesaj odaklı ve sarsmaya yöneliktir. Çarpıcı bir final ve sondaki aydınlanma ile küçürek öyküye orijinallik vermiştir. Erkidarı ve Taze Buğdayın Hikayesi’nde, kendini gerçekleştirmek çabasındaki tazebuğday, başkalarının yanlış yönlendirmelerine uyarak yabancılaşır. Simgelerin konuştuğu öyküde, tazebuğday, modern insanı temsil ederken özüne uygun bir biçimde atılımda bulunmak ister.
“Darı, ayların ona verdiği üstünlük ve güvenle konuştu:
– Buğday kardeşi, kendimizi baklava olacağız diye hırslandırmamalıyız. Ekmek olmak nemize yetmez…
Bu sözü kaale alan buğday ikinci sınıf bir köy değirmeninde öğütülüp kara kuru bir ekmek olarak yenmekten kurtulamamıştı. Kimin sözüne kulak vereceğini bilememe toyluğu, bey sofrasında baklava olmaktan alıkoymuştu buğdayı.”
5. Sadık Yalsızuçanlar (1962 – ) – Tırmanma Şeridi (Kuş Uykusu)
Enis Batur’un zifiri karanlıkta etrafı görebilen birkaç kişiden biri olarak tanımladığı Sadık Yalsızuçanlar, modern öykücülüğümüzde kendine özgü dili ve dünyası olan bir yazar. Yalsızuçanlar öykülerinde bilinç akışı tekniğini kullanarak tematiği vermeye çalışmaktadır. Mesaj, yoğun ve çarpıcı sözlerle verilmeye çalışılır. Okur oldukça aktif olmalıdır. Genellikle, söylenenden hareketle söylenmeyeni buldurma amacı vardır. Yalsızuçanlar, örtük anlatımıyla öne çıkan küçürek öykü yazarlarındandır.
“Dağılmış insanların arasından çıkıp Karadağ’ın ormanlarına süzüldü, güzel ve sessiz bir ata bindi. İçtiğinde güven verici olabilen su gibi dinginken ansızın ürktü, dizgin kayışını kopardı, mareke takıldı ve çifte atarak düşürdü. Bacağındaki sancı gözüne esrik bir tül gerdi. Büyük bir kafile halinde geçmişin derelerinden geçti, varlık çölünde konaklayan her nesne gibi yalnızdı. Şemsiyesine dayanarak kalktı, atın kaçtığı yöne, geleceğin yüksek dağlarına yürüdü. Konuşan, yardım edici bir ruha, kadına rastladı, çeşmeden su içiriyordu atına. Bir parça ekmek uzattı, arzusuna kavuştu, eve döndü, ansızın bir tufanın çıktığını gördü.”
6. Hulki Aktunç (1949 – 2011) – Gece Uyarıcısı (Toplu Öyküler 1 – Gündelik Söylenceler Bölümü)
Hulki Aktunç’un küçürek öyküleri genellikle tüm küçürek öyküler için geçerli olsa da özellikle Aktunç’un öyküleri alıntı yapılırken dahi kesilemeyecek derecede bağlantılı cümlelerden oluşmaktadır. Hüzünlü ve buruk bir atmosfer eşliğinde, okuru düşündürme eylemini gerçekleştirir. Öykülerinde anlam kapalılığı, ritm, tempo, ahenk özellikleri, net bir şekilde gözlemlenebilir. Gece Uyarıcısı’nda görünürde kalabalıklar içinde kendi iç dünyalarında ise yalnızlığı yoğun bir şekilde yaşayan insanı anlatır.
“Sıkıntı verici bir film görmüş, eve dönüyordum hızlı hızlı. Sokak sessizdi, ıssızdı. İleride bir adam vardı. Bir apartmana bakarak, “Saat on ikiye beş var!” diye bağırdı. Birilerini uyarıyor sanmıştım. Oysa, adam yürümeye başlamıştı ve sesini dört bir yana yönelterek uyarısını sürdürüyordu. “Saat on ikiye beş var!” Sürekli, “Saat on ikiye beş var!” Üç beş pencere daha kararmıştı.”
7. Necati Tosuner (1944 – ) – Acı Yağmur (Yakamoz Avına Çıkmak)
Necati Tosuner, küçürek öykü için oluşturduğu ve yine küçürek öykü tadındaki tanımlarıyla önemli bir yazarımızdır. Öykünün, romandan çok şiire yakın durduğunun bir kanıtı olduğunu düşünen Necati Tosuner’e göre küçürek öykü şiirseldir ve belki de bu yüzden yere bakan, yürek yakandır. Öyküleri, küçürek öykünün gereğine uygun olarak, kısa ve tek konu etrafında gitmektedir; tematik olarak çeşitlilik yapmaz. Aliterasyondan yararlanarak ritmli ve ahenkli metinler oluşturur.
“Bir zamandır ablam annemin kafayı üşüttüğünü söylüyordu. Ben pek üzerinde durmadım. Evet, ablam da haklı. Yaşlı bir kadınla her gün aynı evde olmak kolay değil. Dün pazardı, şöyle bir uğradım onlara. Biraz kaynattık işte eskilerden falan… Ama kalktım gidiyorum, elini öptüm annemin. “Oğlum bir daha gelişinde anneni de getir…” dedi. İçimdeki yangın gözlerimi yaşarttı. Ablamın yüzüne bakmadan kaçarcasına çıktım evden. Yağmura sığındım dışarıda.”
8. Haydar Ergülen (1956 – ) – Sıhhiye Memuru (Fazlalıklar – İmge Öyküler)
Küçürek öyküler için fazlalık adını kullanan Haydar Ergülen, küçürek öykü örnekleri veren bir diğer yazarımızdır. Ergülen küçürek öykülerinde, şairliğinden olsa gerek şiirsel nitelikleri ön planda tutar. Küçürek öyküleri, imge yüklü metinlerdir. Fazlalıklar tek bir hikaye değil. 10 tane kısa kısa hikaye. Ergülen bu hikayeleri neden yazdığını en son hikayede Kıssadan Hikaye’de açıklamış.
“Eskiden sıhhiye memurları vardı, yeni dilde sağlık memuru diyorlar. Babamın en küçük amcası, Yusuf Amcam sıhhiye memuruydu, tansiyon ölçer, evlere iğneye gider, sünnet yapardı, bir bakıma bütün erkek çocuklarının korkulu rüyasıydı. Necati Cumalı’nın Ay Büyürken Uyuyamam adlı hikaye kitabını okuyup sonra da o hikayelerden birinden uyarlanan Adı Vasfiye filmini seyredince Yusuf Amcamı hatırladım. Karısı hep çapkınlığından dem vururdu onun. Biz çocuktuk ve bize bile amcamla ilgili doğru-yanlış hikayeler anlatırdı, öyle ya iğneciydi ve evlere girip çıkıyordu. Amcamsa hep gülerdi karısının bu kıskançlık krizleri karşısında. Yusuf Amcam çok yakışıklı biri değildi, ama bir Fransız filminde rahatlıkla oynayabileceğini düşünmüştüm yıllar sonra. Önce karısı öldü, 45 yaşında filan, amcam da öldüğünde 50 yaşından fazla değildi. Evlerinin bahçesinde bir tulumba vardı, suyu oradan alırlardı. Her hikayenin sonunda, duvara asılı tüfek patlamıyor işte. Tulumbanın bu hikayede ne işi var, bilmiyorum…”
9. Vüs’at O. Bener (1922 – 2005) – Tortu (Mızıkalı Yürüyüş / Kara Tren)
Bener’in Mızıkalı Yürüyüş/Kara Tren otobiyografik yapıda kitabıdır. İçinde küçürek öyküler de bulunur. Öykülerinde Bener, söylenenlerden ziyade söylenmeyenleri ve ima edilenleri öne çıkartmaktadır. Yarım kalmışlığın, aşkın, unutamamanın küçürek öyküdeki yansımalarını, Bener’in öykülerinde görmek mümkündür. Kullandığı şiirsel dil, zaten sürükleyici bir niteliği olan küçürek öykülerini iyiden iyiye sürükleyici hale getirmiştir.
“Sadece kemanını vermedim. Yıllar sonra yeğenine armağan ettim. O da öğrenememiş doğru dürüst, evlerinin bir duvarına asmış. Ben zaten hiç beceremedim, hiçbir şey, iç yangını anılar yaratmaktan başka.”
10. Murat Yalçın (1970 – ) – Ölm (Aşkımumya – İma Kılavuzu)
Günümüz yazarlarından Murat Yalçın da küçürek öykü deyince akla gelen isimlerdendir. Ölm adlı küçürek öyküsü, onun küçürek öykülerindendir. Yalçın, öyküsünde kısa ve yoğun bir yaşantı dünyasına gönderme yapmaktadır. Çarpıcı anlatımıyla, bireyi zamansız olgunlaştıran acıların etkisi ile benliğin parçalanmasını anlatmaktadır. Yalçın’ın anlatımı oldukça rafine ve yoğundur.
“Savaşlar çocukları büyütür”, dedi yaşlı kadın, buruşuk ağzının kenarındaki tükürükleri silerken. “Babalarının mezarları başında ağlayan adamlar görürsen şaşırma, yaşları büyüktür babalarından…” Bu sözler, örümcek ağına takılmış bir sinek oldu, salındı kafasının köşesinde.”
11. Sevim Burak (1931 – 1983) – Terzi Kalivrusi (Afrika Dansı)
Sevim Burak’ın küçürek öyküleri, bireyin toplum üzerindeki ve toplumun birey üzerindeki etkilerini açığa çıkarır. Bu açıdan yazar, küçürek öykülerinde gündelik olaylara yoğun ve derin anlamlar yükleyerek aktarır. Burak’ın sanatı ve yaşamı iç içedir. Bu açıdan bakılınca öykü kişileri çevresindeki insanlardan oluşur. Onun bu özelliği küçürek öykülerine de yansır.
“İşte terzi kalfa geliyor:
– Bana bir kat elbise lazım.
– Yanınızda örnekler var mı?
– Her türlüsü var efendim. Hangisi daha ziyade hoşunuza giderse onu intihap ediniz.
– Siyahı daha ziyade severim. Bana bir kat elbise ölçüsü alınız.
– Ne biçimde olsun?
– Şimdiki modaya göre nasıl giyiyorlar ise öyle yapınız. Elbisem hazır mıdır?
– Hayır efendim. Yalnız setrenizi getirdim. Bakayım prova edeyim iyi geliyor mu?
– Vücudumu çok sıkıyor. Boyu çok uzun.
– Tamam, boyunuza göredir.
– Kollarım kaçıyor.
– Efendim şimdiki moda böyledir.
– Ben isterim ki vücudum rahat etsin. Zaten terzi kesme işinde hiçbir vakit kendinde kusur bulmaz ki.”
12. Arzu Özdemir (1979 – ) – Tezkere
İki gün önce geldiği bu kentin en güzel lokantasında yemek yedi. En güzel otelinde uyudu. Caddelerinde işine yetişmek için değil, bir aylak gibi dolaştı.
Barlara gitti, içkisini yudumladı, kadınlarla bakıştı. Cebine koyduğu mahkeme kâğıdını yoklayıp kendi kendine şöyle söylendi:
“Kadınlar da kentler gibi… Misafirliğe gelenleri, kalıcı bildiklerinden daha iyi ağırlıyor.”
Kaynak:
Çağdaş Türk Öykücülüğünde Küçürek Öykü, Ferit Edgü’nün Yolcu Adlı Küçürek Öyküsünde Yurtsuzluk İtkisi, Mehmet Harmancı’nın Küçürek Öykülerinde Gündelik Kuşatma Altındaki İnsanın Varoluş Görüngeleri, Ayşegül Gürdal’ın Duvar Öyküsü Üzerine Bir Çözümleme
İZDİHAM