“5 Nisan 1916 sabahı 13. İngiliz Tümeni ilerleyişe başladığında az bir direnişle karşılaştılar. Tümen Savaş günlüğünde şöyle yazar: “Türkler mevzileri ciddiyetsizlikle tutuyorlardı”. T.A. Chalmers ise durumu daha keskin bir dille yorumlar: “Türkler bizi yine kandırdı ve çarpışmadan önce ağır kayıplar vermeden bütün asker ve silahlarını çektiler.” Sonuç olarak piyadeler mevziiye vardığında sadece birkaç tüfek ve Fransızca “Bir sonraki savaşta görüşmek üzere” yazılı bir not buldular. (Kut’ül Amâre, s. 209)
Etkileşim Yayınları’ndan çıkan Kut’ül Amâre: Mezopotamya’da Bir savaş (1915-1916) kitabı, savaşın 100. yılında bizi cephenin diğer tarafına götürüyor. Osmanlı’nın Çanakkale’den sonra Birinci Dünya Savaşı’ndaki en büyük zaferi olan Kut’ül Amâre Zaferi’ni bu kez İngilizlerin gözünden okuma imkânı buluyoruz. Tarihçi yazar Nikolas Gardner resmi raporlardan, savaş günlüklerinden, mektuplardan yola çıkarak savaşın anatomisini çıkarıyor. “Neden kaybettik?” sorusuna cevap ararken, “Osmanlılar neden ve nasıl kazandı?” sorusuna da cevap vermiş oluyor. Tarih ilminin gereklerini yerine getiren analitik yorumlarının yanında kullandığı akıcı üslup ile Gardner savaşın sadece stratejik ve taktiksel yönlerini değil aynı zamanda insani boyutlarını da gözler önüne seriyor.
Savaş, 1914 yılının Kasım ayında İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etmesinin hemen ardından İngilizlerin Osmanlı kuvvetlerini civardan sürmek ve Anglo-Persian Petrol Şirketi’nin petrol alanlarını güvenceye almak için Basra Limanı’na inmesiyle başlamıştır. Düzensiz bir düşmana karşı kolayca zafer kazanacağına ikna olmuş İngiliz liderler iyice hırslanmış ve 1915 yılının sonbaharında tümgeneral Charles Townshend komutasındaki 6. Hint Tümeni Bağdat’ı ele geçirmek amacıyla Dicle Nehri’ne ilerlemiştir. Ancak tümen Kasım 1915’te Selman-ı Pak’ta üstün Osmanlı kuvvetleriyle karşılaşmış ve teslim olduğu 1916 yılının Nisan ayına kadar Kut’ül Amâre’ye çekilmiştir. Yaklaşık 15.000 İngiliz askeri esir düşerken 23.000’den fazla asker, 6. Hint Tümeni’ne destek verirken ölmüş ya da yaralanmıştır.
Kitap, Birinci Dünya Savaşı sırasında Ortadoğu coğrafyasının sosyo politik yapısını da savaşla birlikte inceleme imkânını veriyor. Dönemin tarih anlatıcılığında sıkça tekrarlanan “Araplar bize ihanet etti” söyleminin tartışılması adına kitap değerli bilgiler sunuyor. Gardner yerel halk hakkında çok çarpıcı bilgilere yer verdiği kitabında birçok unsuru göz önünde bulundurarak çok yönlü bir tarih okumasıyla karşımıza çıkıyor. Kut halkının kuşatma sırasında takındığı tutumlar hakkında da detaylı analizler yapan kitap, İngilizlerin yerli halkı kendilerinden uzak tutmamak adına nasıl bir tutum sergilediklerini, yerli halkın Kut kuşatmasında takındığı tutumu, Osmanlıların yerli halk ile ilişkilerini detaylı bir şekilde ele alıyor.
İngiliz ordusunun büyük bir kısmımı oluşturan Hint askerleri de Gardner’ın özellikle üzerinde durduğu bir husus. Zira bu askerler içerisinde Müslüman olan Hint askerlerinin yine Müslüman olan bir düşmana karşı savaşmaları beraberinde birçok sorunu ortaya çıkarıyor:
“1914 yılında Hint ordusunun yüzde kırkını Müslümanlar oluşturuyordu. Pek çoğu hem din kardeşi oldukları, hem de Sünnilerin halife olarak tanıdıkları Osmanlı Sultanı’na hizmet eden Osmanlı askerlerine karşı savaşmaktan çekiniyordu. Ayrıca Şii Müslümanlar Mezopotamya’da bulunan Kerbela ve Selman-ı Pak türbesi gibi kutsal yerlere yakın bölgelerde savaşmaktan endişe ettiklerini belirtmişlerdi.” (Kut’ül Amâre, s. 50-51)
Bu durum İngilizlerin kendi askerlerine şüpheyle yaklaşmalarına sebep olurken, Osmanlıların da dindaşlarının bu durumundan faydalanmak için nasıl stratejiler geliştirdikleri gözler önüne seriyor. Gardner, Müslüman Hint askerlerinin yaşadıkları gelgitleri askerî raporlar ve şahsi günlüklerle detaylı bir şekilde incelerken, Birinci Dünya Savaşı sırasında askerlerin nezdinde tecrübe edilen kültürel ve psikolojik açmazları genel bir çerçeveden düşünmemize imkân tanıyor.
İngiliz Ordusu sadece Hint askerinin bu isteksizlikleriyle değil aynı zamanda tıpkı Osmanlı Ordusu gibi birçok salgın hastalıkla mücadele etmiştir. Kut şehrine sığındıktan sonra bekledikleri bütün gıda yardımları da Osmanlı ordusu tarafından başarılı bir şekilde engellenmiştir. Kut’a kısılıp kalmış İngiliz askerlerini kurtarma adına yapılan operasyonlar da yine Osmanlı ordusu tarafından başarıyla püskürtülmüştür. Gardner kitabında bütün bu girişimleri, Kut etrafında yapılan bütün savaşları kullandığı görseller ve yalın diliyle detaylı bir şekilde anlatırken, Ortadoğu coğrafyasının detaylı analizini yapmıştır. Osmanlı Ordusunu küçük gören komuta kademesinin yapığı taktiksel hatalar da yine kitapta kendine yer bulmuştur. Genç subaylar tarafından yönetilen Osmanlı Ordusu ise bu savaşta haddini bilerek ve büyük bir sabır göstererek Kut’a sıkışan İngiliz ordusunun günbegün güçten düşmesini beklemiştir. Gardner ise kitabını bir günlük gibi tasarlayıp mağlubiyeti belli bir takvime bağlı kalarak anlatmayı tercih etmiştir.
Teknolojik, ekonomik ve psikolojik açıdan savaşa en az hazırlıklı ülkenin ordusunun, her türlü imkâna haiz İngiliz ordusuna karşı nasıl savaştığını ve tarihe müstesna bir zafer nakşeden Osmanlı ordusunun bu savaşta nasıl bir düşmanla mücadele ettiğini idrak etmek açısından Gardner’in bu çalışması tarih okurunun raflarında bulunması gereken bir kaynak kitap. Ortadoğu’nun kanı Osmanlının güçten düştüğü son dönemlerinde başlayıp günümüzde de artarak akmaya devam etmektedir. Bir huzursuzluk tarihi olan Ortadoğu coğrafyasını huzura en çok ve en son yaklaştıran Osmanlının bu topraklardaki son zaferini dışarıdan bir gözle okumak bu bağlamda faydalı olacaktır.
Sayfa Linki: http://www.etkilesimyayinlari.com/kitap.php?uid=2483
İZDİHAM