Levent Yılmaz, Parasız ve Totemsizleri Anlamayan Nesle Aşina Değiliz
(Arkada ABBA “Money Money Money” şarkısını söylüyor). Rousseau gibi söylersem, “özgür olmak istiyorum, ama olamıyorum”. Niye olamıyorum? Ne engelliyor beni? Çok şey. En başta da, fizik ve biyolojik varlığımı devam ettirme isteğim. Bugün. Burada. Ya da yarın, orada. Bu dünya üzerindeki varlığımı devam ettirmem için ne yapmam lazım? Yemem, içmem, barınmam, hasta olmamam, öldürülmemem vs. Peki bunları nasıl yapacağım? Bugün, burada, bunları “para” ile yapacağım. Para, gayet basit, sembolik bir “aracı”. Ben birilerine bir şey vermişim ki karşılığında “para” almışım. O “para” ile de, bana gereken şeyleri alacağım. Peki, ya hiçbir şey veremiyorsam? Verecek bir şeyim yoksa, kendimden başka? Ya beni almazlarsa?
Başka bir yerde, başka bir zamanda nasıl yapıyordum bunu? Nehirlerden ya da birikintilerden su içiyordum, bitki kökleri ile besleniyordum, avlanıyordum, diğer avcıların bıraktığı leşleri yiyordum, şeftali, kayısı topluyordum. Ya bitki köklerini tanımıyordu isem, ya yediğim bitki kökü zehirli idiyse? Ya avlanma bilgisine ve aletlerine ve elbette becerisine sahip değilmiş isem? Ya avlayacak bir şey yokmuşsa etrafta? Diğer avcılar bana yiyecek leş bırakmamışlarsa? Ya şeftali ağacı kurumuşsa, kayısı meyve vermeyi kesmişse? Ölürüm o zaman. Özgür olmamım bir anlamı kalır mı?
Bugün, burada: Param yok. Özgür olmak istiyorum. Dünya benim. İstediğim her şeyi çekip alıyorum oradan. McDonald’s’tan hamburger çalıyorum, köşedeki Tekel bayiinden bir küçük rakı araklıyorum, Hilton’a gizlice sızıyorum, havuzun pompa odasında yatıyorum, ya da bir benzinlikte, yağlama-yıkama odasında. Cami avlularındaki çeşmelerden su içiyorum. Çöpleri karıştırıyorum. Bir palto çıkıyor, gore-tex, bir de pantolon. Biraz da leziz piliç artıkları (Nişantaşı’nda, cafe’lerde, piliç yerine “tavuk lolitası” diyorlar artık). Üç beş soğumuş brokoli. Eczanelerden ilaç çalıyorum. Sürekli kaçıyorum. Çünkü, ben istenmeyen biriyim. Kimse istemiyor beni. Neyimi istesinler ki? Ama özgürüm, yakalanmamak koşuluyla. Adam niye öldürmeyeyim? Niye tecavüz etmeyeyim? Ne beni engelliyor?
Bugün, burada. Param yok. Özgür olmak istiyorum. Dünya benim değil. Korkuyorum. Kendimden başka verecek hiçbir şeyim yok. Kadınım, genç oğlanım. Fahişelik yapıyorum. Başkalarının istediklerini yapıyorum. Kadınım, genç oğlanım, elim iş tutuyor, tuvalet temizliyorum. Kürdüm, mevsimlik işçilik yapıyorum. Şantiyelerde iş dileniyorum. Günde 16 saat çalışıyorum, karşılığında aldığım bir çorba parası, bir çift pabuç. İnşaat bitiyor, kovuluyorum. Hiçbir şey düşünmemek istiyorum. Ölsem daha iyi diyorum. Ama öte yandan dayak yemekten, aç kalmaktan, ölmekten ölesiye korkuyorum. Ne istenirse benden veriyorum. Özgürüm, değilim, kimin derdi ki? Benim bile değil. Kestiriyorum çükümü, silikon taktırıyorum memelerime, sonra, boğazımı kesiyorlar bir gece, E-5’in kenarına atıyorlar bedenimi.
Bugün, burada. Etiler’de doğuyorum. Singapurlu dadılarla büyüyorum. Piyano çalmasını öğretiyorlar bana. Süper bir koleje gidiyorum. Etro’dan giyiniyorum. Havalıyım. Ehliyetimi alınca bana Maserati alıyorlar. Üniversitede İşletme okuyorum, ya da Tarih. İngilizce öğrenmek üzere yazları Cambridge’e gidiyorum. En yakın arkadaşım, Brunei Sultanı’nın oğlu. Esiyoruz. Bütün swinger kulüplerine gidiyoruz. Dom Perignon Rose içiyoruz. Millesime. Özgürüm. Her istediğimi yapıyorum. Özgürlüğün “her şeyi yapabilmek” olduğuna inanıyorum. Kadınlarla ve oğlanlarla seks beni tatmin etmiyor. Kendimi kırbaçlatmaktan hoşlanmaya başlıyorum. Boynuma tasmalar geçiriyorlar, birilerinin köpeği olmak istiyorum. Özgürüm diyorum, işte, özgürüm, birilerinin kölesi oldum. Özgürüm. Bir gün, başıma bir naylon torba geçiriliyor, çılgınca zevk alırken, ölüyorum. Ne verdim ben dünyaya? Etro’dan kıyafet satın aldığım için, Etro’nun fabrikasında çalışan bir başka bana biraz para mı kazandırdım? Kimin parasını kime kazandırdım?
Eskiden, ama burada. Şiir yazdım diye içeri atıyorlar beni. Evliyim. Komünistim. Şiir yazdığım için bunun dünyaya bir katkı olduğuna inanıyorum. İnsan insanı sömürmeyecek bir gün diyorum. Karım beni ziyarete geliyor. Mapusane müdürü Orhan Bey, seviyor beni. Pazar günü çarşı izni veriyor karım geldiğinde. Onunla otele gidiyoruz. Oda istiyorum. Resepsiyoncu çocuk müdüre soruyor, vereyim mi diye? Müdür ver diyor, odaya çıkıyoruz. Karım soyunuyor, ben soyunuyorum. Sevişiyoruz. Öylesine. Ertesi hafta aynı şey tekrarlanıyor. Resepsiyondaki oğlan bıyık altından gülüyor. Müdür sırıtıyor. Bense kadına sarılmak istiyorum bir an evvel. Karım ertesi hafta gelmiyor. Bir daha hiç gelmiyor. On sekiz yıl hapis yatıyorum. Ne verdim ben dünyaya, şiirden başka? Şiir, tüm bunları affettirebilir mi? Parayı nereden kazanmıştım ben?
Burada, şimdi. Yola çıkıyoruz, katırları alıyoruz. Dağları aşıyoruz. Musa bi cıgara uzatıyor, sarmış, tütün Adıyaman’dan. İyi. İçime bir nefes çekiyorum. Aşıyoruz dağları. Çişim geliyor. Gidip işiyorum. Kazanacağım parayla kızkardeşime güzel bir düğün yapacağım. Cazbant bile getireceğim. Varıyoruz. Mazot bidonlarını alıyoruz. Amcamların zamanında Kent, Pall-Mall varmış, onları yüklerlermiş. Ben ne yüklediğimizi bile görmüyorum. Aklım fikrim düğünde. Dönüyoruz. Dönerken ölüyoruz. En son vücudumdan ayrılmış kolumu görüyorum. Elimi oynatmak istiyorum, olmuyor. Niye ölüyorum ben? Özgür müydüm?
Burada, şimdi. Midem bulanıyor. Dünyayı anlamıyorum. Varlığımın bir anlamı olup olmadığını bilmiyorum artık. Herkes haklı. Herkesin bir davası var. Moritanya’da genç bir kızın klitorisini kesiyor, sünnet ediyorlar. Kuzey Sudan’da on üç yaşında bir oğlan kalaşnikofuyla köy basıyor. Tel Aviv’de genç bir kadın, Ramallah’taki sevgilisiyle evlenmek istiyor, bacaklarını kırıyor babası. Şırnak’ta bir genç dağa çıkmak istemiyor, kafasının arkasından tek kurşunla infaz ediyorlar. Şırnak’ta dağa çıkmış bir genci ölü ele geçiriyorlar, kulağını kesiyorlar. Kim, ne veriyor dünyaya? Bunların “döviz” cinsinden karşılığı ne?
Burada, şimdi. Ben bu yazıyı yazıyorum. Burada, şimdi. Midem bulanıyor. Ben ne verdim bu dünyaya? Kaç “para” ediyorum, diyorum. Çaresizim. Yazmaktan başka bir şey gelmiyor elimden. Yazmaktan da nefret ediyorum. Hak ediyor muyum bu yaşadığım hayatı?
On dört aylık kızım Duman bağırıyor içeriden, süt istiyor. Ona süt almak için ne gerekiyorsa yaparız, diyorum, Zeynep’le, insanlıktan bile çıkarız, diyorum, sonra düşünüyorum: İnsanlık, içine girilen ve çıkılabilen bir şey galiba. Sınırlarını ise parasız ve totemsizleri anlamayan bir nesil belirliyor. Aşina değiliz, olmak da istemiyoruz.
Levent Yılmaz
İZDİHAM