7 Ocak 2025

Lokman Baybars, Kutsal İncir Ağacının Tohumu

ile izdihamdergi

Bu filmi bir şekilde bana ulaştıran 

Masoumi Mehri, Mirza Rashidi’ye teşekkür ederim ve

Mohammad Rasoulof saygıyla…

Yönetmen: Mohammad Rasoulof

Yazar: Mohammad Rasoulof

Oyuncular: Missagh Zare, Soheila Golestani, Setareh Maleki, Mahsa Rostami

Vizyon Tarihi: 27 Kasım 2024

1900 yılında, Paris’te gördüğü hareketli resimlerden etkilenen Kral Muzaffereddin Şah Kaçar’ın sinema ekipmanlarını İran’a getirmesinden bu yana İran sineması, küresel film yapımcılığında en etkili ve saygın sanatsal hareketlerden biri olarak kabul edilir. Gerçekçilik, şiirsel hikâye anlatımı ve hümanizmin bir karışımı olarak karakterize edilen İran sinemasının “Yeni Dalgası” 60’larda doğdu. Ondan önce çoğu film, klasik Fars tiyatrosu tarzını takip ettiği için oldukça melodramatikti. Ancak Yeni Dalga, o dönem için devrim niteliğinde olan toplumsal gerçekçiliği, cesur telkinlerine ve modern yaşamın karmaşıklıklarına odaklanmaya başladığı andan itabaren – devrime rağmen-  genellikle samimi ve güçlü anlatılar yaratmak için doğal ortamlar, bazen profesyonel olmayan oyuncular ve basit diyaloglar kullanarak günümüz İran sinemasının temelleri atıldı.

Yeni Dalga’dan bu tarafa İran sinemasında etkili olan erkek yönetmenlerin yanı sıra sayıları giderek arttan kadın yönetmenler de uluslararası başarılara sahip oldular. Ünlü kadın yönetmenler arasında Samira Makhmalbaf, Tahmineh Milani, Marjane Satrapi ve diğerleri yer almaktadır. Samira Makhmalbaf, henüz 20 yaşındayken ilk filmi The Blackboard ile 2000 yılında Cannes Jüri Ödülü’nü kazanmıştır. Bu yönetmenler “İran’da Kadın” sorunlarını beyaz perdeye taşırken erkek yönetmenler de en az kadın yönetmenler kadar bu soruna eğildiler. Kadın temalı İran filmleri diğer şiirsel anlatımlı sinemaya nazaran daha fazla ses getirdiği açıktır. Bu sese yeni bir yankı daha eklenmiş oldu: “Kutsal İncir Ağacının Tohumu”

Türk asıllı İranlı yönetmen Mohammad Rasoulof ‘un sansüre karşı koyuşunun tipik bir yansıması olan “Kutsal İncir Ağacının Tohumu” filmi, yakın dönem İran’ın kaotik bir evresini dar mekanlarda geniş bir anlatımla sunuyor. Mohammad Rasoulof, İran hükümetini uzun yıllardır eleştiren ve bu eleştiriler sonucunda ülkeden sürgün edilme noktasına gelen bir yönetmendir. Filmlerinde sıklıkla teokratik yöneticilerin sıradan insanları nasıl etik açıdan tehlikeye atılmış ve izole edilmiş hayatlara mahkûm ettiğini tasvir eder… Yönetmenin bu son filmi uzlaşmaların ev ortamında nasıl şekillendiğini gözler önüne sermektedir.

Konu bakımından bir aile içi çatışması (aslında devlet-halk çatışmasını) ironik bir seviyede minimalize ederek anlatması dikkat çekicidir. Diğer bir taraftan Rene Guenon’un da -Maddi İktidar, Manevi Otorite- bahsettiği maddi iktidara baş kaldıran, isyanın ahlakını yücelten bir kız çocuğunun gözünden, rejimi eleştiren bu filmi heyecanla bekliyorduk.

2022 yılında Tahran’da patlak veren feminist devrimi merkezine alan Rasoulof, otoriter rejimlerin geniş kapsamlı kısıtlamalarının aile yapısını nasıl zehirlediğini detaylı bir şekilde analiz eder. Yönetmen, bu baskıcı sistemin ebeveynleri nasıl gardiyanlara dönüştürdüğünü ve çocukları harekete geçmeyi bekleyen potansiyel uyuyan hücreler haline getirdiğini gözler önüne serer. Rasoulof’un çalışmaları, İran toplumundaki geniş çaplı baskı ve kontrol mekanizmalarının psikososyal etkilerini irdeleyerek, bireyler arasındaki ilişkileri nasıl dönüştürdüğünü ve aile birliğini nasıl tehdit ettiğini derinlemesine inceler.

Mohammad Rasoulof’un senaryosu, aile içindeki çatışmaları ve ilişkileri dikkatlice inşa ederken, bu ilişkilerdeki çelişkiler üzerine karmaşıklıklar yığmaktadır. Bu süreç, ebeveynler ve çocuklar arasındaki küçük dairede belirginleşir. Aile içindeki kutlama yemeğinden kısa bir süre sonra, İman’ın mesleğinin gerçekleri, ailesinin yaşamak istediği hayatlarla çelişmeye başlar. Ülke genelinde siyasi şiddet patlak verdiğinde, hükümet İman’ı ölüm cezası davalarında açık kararlar vermeye zorlar. Peş peşe gelen bu davalar sonucunda, İman kısa süre sonra aslında soruşturma yapmak için değil, yalnızca yargılama yapmak için işe alındığını anlar. Protesto dalgaları ülkeyi sarmalarken, İman kendini bir yargı ve suçluluk yığınının altında gömülmüş bulur. Başlangıçta dürüst ve tanrı korkusu olan bir avukat olarak kendini gören İman, birbiri ardına verdiği tavizlerle benlik duygusunu kaybetmeye başlar.

Kutsal İncir Ağacının Tohumu filminin büyük bir kısmı, Najmeh’nin İman’ın yeni gerçekliğini dayatması ve benimsemesiyle geçer. Najmeh, kızlarını protestolardan ve babalarının parçalanan ruh halinden soyutlamaya çalışırken, yapabileceklerinin bir sınırı vardır. Rezvan’ın arkadaşı Sadaf ziyarete geldiğinde, kızların televizyonda ve sosyal medyada gördüğü devrimci ruh insan formuna bürünür ve babalarının verdiği ölüm cezaları da somutlaşır. Najmeh rolündeki Golestani, tereddüt ve bastırılmış şefkatle bir duvar ören, İman’ın işinin giderek azalan getirilerine—örneğin, yeni bir daire veya belki de yeni bir bulaşık makinesi—tutunan bir anneyi canlandırır. Genç bir protestocunun yaralarını temizlemek için tıbbi malzemeler aldığında, Golestani, bu tür takasları uzun zamandır yaptığını, yaralıları iyileştirdiğini ve onları tekrar ayağa kaldırarak kapıdan dışarı gönderdiğini bize gösterir. Sokaktaki ölü protestocularla, akşam yemeği masasındaki kızları arasındaki farkları düşündükçe, Najmeh’nin konumu zayıflar.

Filmin 168 dakikalık ilk yarısı, politik bir gerilim içinde pişirilmiş bir aile draması olarak oynanır. Kapılarının dışında devrim varken, Najmeh aileyi apartmanın derinliklerine gömer ve devlet televizyonunun tasvir ettiği gerçekliği güçlendirir. Ancak İman’ın tabancası kaybolduğunda, ayaklanmanın bir mikrokozmosu apartmanda patlar. Aniden, hükümetin hedefi İman’a yönelir. Bir silah kaybetmek, hapse atılmayı gerektiren bir suçtur ve bu durum, onun paranoyasının derinliklerini ortaya çıkarır.

Kutsal İncir Ağacının Tohumu’n merkezindeki aileyi ele geçiren paranoya, kısmen Rasoulof ve oyuncu kadrosunun buna dayanmak için bir ömür harcamaları nedeniyle çok bunaltıcıdır.

Şöyle bir detaydan yeri geldiği için bahsetmek istiyorum, 2013 yapımı gerilim filmi Manuscripts Don’t Burn’de Rasoulof dışında hiçbir isim yer almaz; aktörler ve ekip üyeleri hükümet misillemesinden korktukları için isimleri geçmez. O zamandan bu yana, film yapımcısı hapse mahkûm edilmiş ve film çekmesi yasaklanmıştır. Rasoulof, The Seed of the Sacred Fig’i “lisans almadan” çektiği için sekiz yıllık hapis cezasından ve kırbaçlanmasından kaçarak ülkeden kaçmaya devam etmektedir. Golestani ve Zareh’in şu anda film yüzünden İran’dan ayrılmaları yasaklanmıştır.

Gerçeklik, sosyal çerçevenin kenarlarından asla uzakta değildir. Büyük ve küçük ekranlar, filmde önemli bir rol oynar ve eşit şekilde yanlış bilgi sunar. Televizyon, hükümetin sözcüsüdür ve Najmeh’ye bir kadının polis gözetiminde neden öldüğüne dair konuşma noktaları sunar. Kızlar, protestoların kısıtlanmamış ve grafik görüntülerini görmek için bir VPN kullanarak gerçek hikâyeyi telefonlarından alırlar. Görüntüler gerçektir ve Mahsa Amini’nin ölümünün teşvik ettiği ayaklanma da öyle gerçektir. Editör Andrew Bird, film boyunca protesto görüntülerini izleyiciyle paylaşarak protestoların ve devlet onaylı şiddet ve cinayetlerin dikey video kliplerini ekler. Kızların gördüğünü biz de görürüz ve bakış açımızı ebeveynlerden çocuklara doğru yeniden çerçeveleriz.

Aslında iran sinemasında ki bazı yönetmenlere (Marzieh Makhmalbaf: “Bir Kadın Oldum Gün” (2006) Marjane Satrapi ve Vincent Paronnaud: “Persepolis” (2007, Asghar Farhadi: “Nader ve Simin” (2011) vd.) bakıldığında İran’daki baskının ana kurbanlarının kadınlar olduğunu, ancak aynı zamanda bu felaketin ortasında en mücadeleci ve cesur insanların da kadınlar olduğunu kanıtlıyor gibi görünüyor. Bu açıdan bakıldığında en iyi performanslar Golestani, Rostami ve Maleki’den geliyor, ancak Zareh başlangıçta empatik ve sevgi dolu, ancak giderek paranoyak ve tehlikeli hale gelen bir karakter geliştirmede üzerine düşeni çok iyi yapıyor. 

Fakat Rasoulof, hikayenin yaklaşık yarısında bu çerçeveyi anlaşılmaz bir şekilde (kadın gözüyle) terk ediyor ve bunun yerine olay örgüsünün odağını İman’ın kayıp silahına kaydırıyor. İman, kendi ailesine karşı güvensizlik ve paranoyaya düşüyor, neredeyse İran ve halkının tam bir temsilcisi gibi davranıyor. İman artık ideallerle mücadele eden çelişkili bir adam değil, Najmeh’in kocasının mı yoksa kızlarının mı tarafını tutacağına dair kararı artık basit ve Sana’nın özellikle yaptığı seçimlerden biri o kadar anlaşılmaz ki gerçek bir genç insanın yapacağı şeye göre tamamen gerçekçi değilmiş gibi geliyor.

Kutsal İncir Ağacının Tohumu hiçbir zaman diktatörlükten açıkça bahsetmez ama sinematografik diliyle sansür duygusunu, farklı düşünenlere yönelik baskıyı ve sürekli gizli tehlikeyi açıkça aktarır. Ataerkil uygulamaların, doğallaştırılan davranışlar aracılığıyla egemen mantığı nasıl sürdürdüğü vurgulandığı için film ciddi bir eleştiri aracı olarak kendini izletiyor.

Bu filmin yapım sürecine İran’daki dostlarım sayesinde kısmen tanık oldum. Zorlu şartlar altında kıymetli yönetmenin çabalarına şahit olmak bir taraftan üzücüyken diğer taraftan da İran sinemasının mirasının dayanıklılığı ve yaratıcılığı saygıyı hak ediyor. Sansür, politik zorluklar ve sınırlı kaynaklarla karşı karşıya kalmalarına rağmen İranlı film yapımcıları, evrensel insan duygularına ve deneyimlerine hitap ederken İran kültüründe derin köklere sahip filmler yaratmaya devam etmelerine saygı duymamak elde değil.

İZDİHAM