Bugün veya yarın televizyonlarını hâlâ açanlar hüzünlü bir müzik, şiirsel bir metin eşliğinde Dilber Ay’ın hayatına bakacak.
İsmini herkesin bildiği, başlı başına bir kadın direnişi olduğundan hikayesini harfi harfine -çoğunlukla- kadınların bildiği insanlardan biri gittiği için bültenler onunla açılacak, onunla kapanacak.
Arkasından kader mahkumuydu, dert ortağıydı, milyonların Dilber Ay’ıydı denecek, ufak tefek roller aldığı filmlerden görüntüler gösterilecek, cenazesine gelenlere mikrofonlar uzatılacak.
Siyah Ray-Ban’lerin ardından ne kadar samimi olduklarını anlamasak da hepsi ‘Erken gitti’ diyecekler.
Doğrudur, her ölüm erken, her ölüm ani lakin Dilber Ay’ın arkasından ne söylense biraz eksik, biraz yavan kalacak.
Ne kadar çok kelime sarf edilirse edilsin Dilber Ay’ın kimselere benzemeyen hayatını, duruşunu, saçının terinden fönü tutmayan kaynaksız saçlarını, estetiksiz gerdanını, oje yerine ellerine yaktığı kınayı, allı pullu abiyeler yerine şile bezinden yemyeşil çiçekli elbiselerini, papatya tarlası gibi dolaştığı şalvarıyla üstüne geçirmeden çıkmadığı abasını tarif etmeye kelimeler yetmeyecek.
Arkasında göbek atılan programlar yapmak yerine bir hapishane koğuşu dekorunda çıkıp kader mahkumlarına seslenen bir kadının arkasından ne söylense bomboş kalacak.
Delikanlıydı, mert kadındı, kanını da lafını da yerde bırakmayanlardandı. ‘Ahirette dilim olmayacak, bu dünyada konuştum konuştum, susmak bu dünyanın işi değil’ diyordu. Neşesini, hayatının en acayip köşelerini çok detaylı anlatsa da kederli kısımlarını şöyle bir geçiştiriyordu.
‘Hayatta sizi en çok üzen şey nedir?’ diye sorulduğunda, ‘Yok yavrum, yok canım benim, hiçbir şey yok’ deyip lafı yuvarlıyordu.
Yokluk çeken, yoksul bir ailenin kızıydı, bir çadırda dünyaya geldi.
Kökü Halep’ten gelme, Gureşan aşiretindendi. Aşiret dense de işte ev yok, köy yok. Göçebe bir aşiret. O şehir senin, bu şehir benim geziyorlardı.
Son durak Düzce oldu. Babası onu sırf başlık parası uğruna 50 yaşında bir adama verdiğinde 13 yaşındaydı.
Ardı ardına iki çocuğu oldu. Halbuki ses yarışmasını kazanmıştı. Ama evde kutlama yerine dayak vardı. Babası parmaklarını kırdı, boynuna ip geçirip ahırlarda yatırdı, amcası dağa çıkarıp kurşunlanmasını istedi.
Sesini duyurma hayali için Ankara’daki radyonun kapısına gittiğinde önce dilenci sanıldı kovuldu, sonra bir daha kazandı.
Halkın özünü sözlerine dökmek istese de radyoda para kazanamadığından gazinolarda çalışmaya başladı.
Gazinoya sülalece gidiyorlardı. O geceki yevmiyesi 35 liraysa, 20 lirası ailenin heriflerine, 15 lirası Dilber Ay’a kalıyordu.
Turneden turneye, sahneden sahneye gezerken Almanya’da turne sırasında kendisine tecavüz etmek isteyen kişiyi öldürdü.
Tertemiz bir sebepten: ‘Başıma kötü bir şey gelmesin diye vurdum adamı’ diye anlatıyordu. Sekiz ay 21 gün hapiste kaldı.
Çıktı, bir kavgaya daha karıştı. Bir daha yattı. Ah etmeyen vah etmeyen bir kadındı. Memlekete dönerken bir de gönlünü kaptırmıştı. Hiçbir zaman ‘Aşık oldum’ demedi, o laflar ona hep hafif kaldı.
‘İçimin cıncıklandığı herif o’ diyordu. Yere göğe koyamadığı, ‘İkinci baharım, herifim’ dediği İbrahim Bey. Konuk oldukları bir televizyon programında ikisi gülerek ‘Milyarları yedik’ diye anlatırlarken, Dilber Ay burnundaki hızmayı gösteriyordu: ‘Bunu beş kuruş paramız yokken gitti, 50 liraya kuyumcuda benim için yaptırdı, bir gün bile yanımdan ayırmadım!’
Türkiye’nin fenomeniydi. Katıldığı programlar reyting rekorları kırıyordu, hatta Beynelmilel’le ödül aldı, oynadığı reklam filmleri konuşuldu, şampiyonluk kutlamalarında statta onun sesi yankılanıyordu.
Beş kuruş karşılıksız bir şöhrete rağmen, dünyanın en fakir şöhreti lafını da kabul etmiyor, dünyanın en zengin kadınıyım dedi hep.
Apartman dairelerini, kapısında bekleyen Cadillac’ları birer birer kaybetse de yediği her lokmayı, oturduğu her sofrayı paylaştı.
Şimdi arkasında onlarca albümünü, ’50 kişi varızdır’ dediği kocaman ailesini, elleriyle diktiği hurma, üzüm, dut ağaçlarını, yaz aylarında ağaçların altına ‘Gelin gölgede dinlenin’ diye sokaktan çağırdığı komşularını, salonunun ortasında çay pişirdiği sobalı gecekondusunu, 30 torununu, beş kuruş kazanamadım dediği filmlerini, Dilber Ay’a çuval çuval mektup yazan binlerce hayranını bırakıp gitti.
Hayatın tuhaf tesadüflerinden biri daha işte.
Son albümünün adını ‘Yas mı var da mahallede?’ koyan, klibinin ilk sahnesinde kabristana doğru giden Düzce Cenaze Nakil Aracı’nın ardından gözyaşı döken Dilber Ay kendisi için atılacak son başlığı da attı gitti.
Elif Key, Kaynak: BBC
İZDİHAM