Hasan Kaygusuz’u, yıllar önce kitap almak için sıkça uğradığım Kiğılı Pasajındaki Fidan Kitabevi’nde çalışırken tanımıştım. Kitap dostuydu. Okurdu. Düşünürdü. Analitik yorumlar yapardı. Entelektüel birikimi vardı. Fikir ve düşünce dünyamıza hakimdi. O gün bugündür dostluğumuz hiç ara vermeden devam etti.
Kitap sevgisiyle başlayan dostluğumuz doğa sevgisiyle artarak devam etti. Banazı’da Beydağı ve Kuzugölü’ne yaptığımız gezilerde bize rehberlik eder, gezdirirdi. En son Kuzugölü Vadisi’ne gitmiştik.
O meşhur sırt çantasını alır her gün Beydağlarına çıkar, çektiği fotoğrafları sosyal medya hesaplarında yayınlardı. Tam bir tabiat sevdalısı, çevre ve hayvan dostu idi.
Dağlarda gezerken, kayaların üstünden atlar, en zorlu geçitlerden bir ceylan gibi geçerdi. Canı bir kuş gibi hafifti. Sigara da içmesine rağmen zorlu parkurlarda hiç nefesi tıkanmazdı. Hatta beni bile geride bırakırdı. Dağların yalnız kurdu idi.
Gezerken, içine attığı (sonradan öğrendiğim) dertlerini asla anlatmaz, hüznünü ve üzüntüsünü asla belli etmezdi. Kuzugölü vadisinde çiçeklerle sohbet ederken, nerden bilecektim, sessizce derdini kuşlara ve kelebeklere anlattığını. Nerden bilecektim bu ceylan koşulu yiğidin, içinde onulmaz bir yara, tükenmez bir hüznün yer ettiğini… Habis tümörün sincice içine yerleşip sessizce Hasan’ımı kuşattığınI.
9 Şubat günü, Banazı tarafına yaptığım bahçe yollarındaki gezi sırasında öğrendim, Hasan’ın bu melun hastalığa yakalandığını ve evde son günlerini yaşadığını… Habis tümör o kadar büyümüş ve bütün vücuduna yayılmış ki, doktor yapacak bir şey yok, eve götürün demiş…
Hemen evine gittim. Son kez değerli dostumu göreyim, dedim. Uyuyor dediler. Göremedim Hasan’ı… Anne Kadriye teyze adeta yıkılmıştı, ağlıyor ve “Hasan bizi yaktı” diyordu. “Hasan ben ölürsem sana kim bakacak” diyormuş sürekli… Ama kim bilebilirdi ki, annesinden önce gidecek.
Eve geldim, telefondan yazdım, “Hasan geldim seni göremedim” dedim. “Gece sancılarım var, ayağına sağlık” diye cevap yazmış. “İnşallah iyileşirsin, tekrar Kuzugölü Vadisi’ne gideriz” dedim. Nasip olmadı.
Bu yazışmamızdan sekiz gün sonra Hasan, fani dünyaya gözlerini yumdu. Cenazesine gittiğimde annesi morgdan çıkarılan tabutun üzerine sarıldı. Feryadı yürekleri dağladı: “Yavrum Hasan, yaran iyileşti mi, sancıların durdu mu, rahata erdin mi? Hasan beni bırakıp nereye gidiyorsun. Ben de seninle geliyorum!”
Atalarımız boşuna söylememiş, “Ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar”. Diğer bir atasözümüz de: “Ateş düştüğü yeri yakar” diyor. Ne kadar doğru…
Hasan’ı Banazı mezarlığında, çok sevdiği köyünü ve defalarca adım adım gezdiği, derdini ve hüznünü anlattığı Beydağı’na bakan hakim bir yere defnettik.
Sevgili Hasan;
Kitaplar ve kuşlar öksüz kaldı. Ana yüreğini yakıp da gittin. Bana kim “Hacım” diyecek? Bu dağları, vadileri sensiz nasıl gezeceğim? Bak, bu sene bolca yağmur ve kar yağdı, baharın tabiat şenlenecek, dereler coşacak, her tarafta o çok sevdiğin çiçekler açacak, uçan kelebeklerin peşinde koşacaktın. Ben şimdi sensiz nasıl gezeceğim Beydağı’nı, nasıl koklayacağım çiçekleri, nasıl çekeceğim Kuzu Vadisi’nİ?
Ya kitaplar? Sensiz nasıl çevireceğim kitap sayfalarını? Ben kime “dostum” diyeceğim? Kiminle kitap, sanat, felsefe sohbetleri yapacağım? Kiminle tatlı tatlı tartışacağım?
Bırakıp gittin bizi onulmaz bir yara ile… Senin yaran iyileşti, sancın durdu, dünya gailen sona erdi?
Ya sevgili annen Kadriye Teyze, ya biz?
Not: Hasan Kaygusuz gerçek bir kitap okuru ve kültür insanıydı. Allah rahmet etsin. Sevenlerine sabır diliyoruz. Biz de sevdik onu.
Alişan Hayırlı
İZDİHAM