Yaşanmışlıktan yazıyorum, hayal gücümün bununla hiçbir alakası yok. Ben kimsenin gitmek istemeyeceği bir şehirde ve tüm dünyadan bir haber televizyon denen zaman ve farkındalık hırsızından kalan zamanda okulu yaşam bilen çocukların köyünden yazıyorum. Adaletten giriş yapmam gerekirdi bahsedeceklerimden önce, ama yaşamadığımız, yaşayamayacağımız şeylerden konuşmanın sırası değil şimdi.
Türkçe öğretmeni değilim, Şeker Portakalı ve Robinson Crusoe diretmesinden memnun da değilim. Benim çocuklarımın 80 bin TL’lik arabası olan babaları var ve bu babaların kitaplara verecek parası yok, olmayacakta. Küçük bir okul kitaplığından ibaretiz sadece. Ben çocuklarıma yüksek notlar almaları gerektiğini öğütlemedim hiç. Ne yaparlarsa yapsınlar, en iyisini yapmalarını söyledim, ve bu hayatı nasıl mutlu olacaklarsa öyle yaşamak için gereken tüm zahmeti çekmeleri gerektiğini anlattım hep. Ve birde okumalarını hem de çok okumalarını.
Kitap oku diretmelerimi entelektüel olma çabası sanmayın sakın. Benim çocuklarım hayatı, insanları, yapabileceklerini, hayallerin sınırlara sahip olmadığını, tehlikeleri, öğrenebilecekleri bir yaşayışa sahip değiller ve kitap onların tek kurtuluşu. Bana verilen sınırlı dakikalarda diretilen müfredata karşı gelemem, gelirsem yine çocuklarım kaybeder o netlerle hayatlarını belirledikleri sınavlarda. Her ay 4 kitap okuyana 100 puan furyasıyla tutuşturdum ellerine kitapları.
Hiç okumayan da oldu, 2 kitap okuyan da ama bazı okuyanlar vardı ki, okumakla kalmamış, yaşamış, hissetmiş ve üzerine düşünmüş. Bunu uzun uzun yazdım ki kitap okumanın okumakla bitmediğini hatırlayın diye. Sonra başladık konuşmaya:
-Peki dedim Helin, sen Pollyanna olmak ister miydin?
-Evet.
– Neden?
-Çünkü öğretmenim Pollyanna’nın yanında gerçekten iyi insanlar var.
-Bu kadar mı?
– Hayır, öğretmenim, Pollyanna’nın ülkesinde insanlar ölmüyor o sadece kendi hayatına üzülüyor ama ben hiç tanımadığım bir sürü insanın ölümüne çok üzüldüm!
Yutkunarak geçmedi bu cümle biliyorum. Olmamalıydı, 13 14 yaşlarında bir kız çocuğunun Pollyanna olmak istemesinin daha başka sebepleri olmalıydı. Biz en çok, bu ülkenin çocuklarını üzdük. Hayallerini gölgeledik kendi çıkarlarımız için. Seslerine bile tahammül edemedik mesela onlar bize hiç ihanet etmemişken. Daha başka ne acıları var bu çocukların ülkemde ama benim onları anlatabileceğimi dair ya da o acıyı anlatabilecek cümlelerin kurulabileceğine dair inancım yok. Çocukların canını yaktık evet kendi hazlarımıza feda da ettik. Engelledik.
Kısıtladık düşüncelerini, en çok da biz öğretmenler. Sus oğlum şimdi derste sırasımılarla körelttik heveslerini, zihinlerini. Ama bir çocuğun hayalinde ölüm kelimesini geçirmemeliydik. Tüm umudun yüklendiği gelecek o nesillerin hayalleri ölümsüzlükten ibaret. Hayalleri masum, uçarı isteklerle süslü olamayacak kadar mutsuz bizim çocuklarımız. Bir şeyler düzeltilmek isteniyorsa işe çocuklardan başlanmalı. Ne yaparsak geleceğe dair çocuklardan geçmeli her adım. Ya da bir şeyleri düzeltmek için de değil, sebepsiz yapsak bunu. Çocukları mutlu etmek anayasada bir kanun olmalı belki. Bu hayati.
Kızlarımız Pollyyanna olmak istediklerinde başka cümleler duysun öğretmenleri ve o öğretmenlerde kaybetmesin içindeki mutlu, umutlu nesiller yetiştirme inancını. En çok bunun için yakmalı cehennemdeki ateş bizi, çocuklara yaptıklarımızı kırmızı kalemle yazsın Kiramen Katibin melekleri.
Merve Boyraz
İZDİHAM