Bir tablo yaptığınızı düşünün, yaptığınız onca tablonun önüne geçecek; hatta yaşadığınız dönem sanatçılarının yıldızının en parlak olduğu bir dönemde fırçanızdan renklere dökülmüş bir tablo olsun. Kraliyet ressamı onuruna erişmiş olun. Rubens ve Rembrant yaşadığınız yüzyıl içerisinde en gösterişli ve alkış alan resimleri yapmış olsunlar. Ne tür bir tablo yapardınız acaba? Natürmort mu? Yeterli olur muydu? Belki de olurdu. Fakat size bu yazımda ne Rembrant’tan ne de Rubens’ten bahsedeceğim.
İspanya’ya Prado Müzesi’ne gidelim birlikte. Koskoca müzeyi anlatmayacağım tabii size, fakat salona girdiğinizde devasa boyutlarda bir tablo göreceksiniz. Boyutları da yaklaşık üç metre uzunluğunda, iki buçuk metre genişliğinde diye ayrıntı verirsem hayalinizde canlandırabilirsiniz belki. Bu arada tabloyu gördüğünüzde Theophile Gratuier’in tepkisi aklınıza gelsin. İlk gördüğünde “Tablo nerede?” diye haykırmış kendisi. Yaklaştınız mı tabloya? Tablodaki resmi yapan ressam size bakıyor değil mi? Şaşırmayın. Siz de ona bakın. Hatta bir de “Bu tablonun sırrı nedir?” diye sorarsanız harikulade olur. “Şayet sanat tarihçileri ve tanınmış pek çok ressam sizin tablonuzun sırrını çözemediği gibi bir de bir sürü fikir ortaya atıyor Sayın Velázquez?” Picasso’yu hepimiz tanıyoruz değil mi? Tablonun gizemini çözebilmek için yaklaşık elli çeşit “Nedimeler” röprodiksiyonu yapmış. Francisco de Goya ve Salvador Dali de Picasso gibi benzer “Nedimeler” tablosu yapmışlar. Onunla tanışma şansım olsaydı sorularımla bunalıma sürüklerdim belki ama insan eşi benzeri olmayan ne görse, o nesnenin nasıl bir oluşumdan geçtiğini, neler düşünerek ortaya çıkarıldığını bilmek ister bence. Belki de ben fazla meraklıyımdır, bilemiyorum.
“Las Meninas.” Türkçe’ye çevrilmiş haliyle “Nedimeler.” Diego Rodríguez de Silva Velázquez’in 1656 yılında, üzerine sayısız araştırma yapılmış olan tablosunun ismidir. Aslında yapıldığı dönemde “Kral Ailesi” ismiyle anılmış, daha sonra “Nedimeler” adını almıştır. Bu ismi de şu anda sergilendiği Prado Müzesi’ne getirildiğinde almıştır aslında. Tablodan biraz teknik açıdan bahsedelim. Yeryüzünde yapılmış olan sanat eserlerinin en nadir olanlarından, belki de günümüz şartlarına göre, materyal bulma ve tablo oluşturma konusundaki gelişmeleri düşündüğümüzde ‘yapılabilir’ olarak görülen bu tablo; Geç Ortaçağ olarak adlandırdığımız dönemde İspanya’nın aslında biraz da çöküşe doğru gittiği zamanda yapılmıştır. Tabloya geniş bir açıdan bakıldığında, gerçekliğe yakın bir anın resmedildiğini fark ediyoruz. Velázquez “Nedimeler” adlı grup portresi olarak nitelendirilen çalışmasının yanında anı ve gündelik yaşantıyı yansıtan tablolarıyla da ünlüdür. Yiyecekleri betimleyen, doğayı tasvir eden bir tarzdır. Günümüzde bu tarz “bodegon” kavramıyla adlandırılmıştır. “Yumurta Pişiren Kadın” ve “Mutfak Hizmetçisi” bu kavrama örnek gösterilebilir.
Tablo, odak noktasına taşıdığı Prenses Infanta Margarita’nın üzerine giydiği elbiseyi inceleme anını veya anne-babasına bakmış olduğu anı anlatırken, tabloya ismini veren nedimeler, sarayın cüce ve soytarısı ve sağ tarafta konumlandırılmış olan bir köpek de yerini almış biçimde. Resme bakarak anlatılmak istenen saray hiyearşisini kolayca anlayabiliyoruz. Köpek aslında hayatın olağan akış halini gösteren bir figürdür diye bahsetmemiz mümkündür. Yaşamın içinde bulunan ve kullanılan nesneler; ağaç, hayvan, bir su testisi veya yiyecek gerçekliğin bir yansımasıdır. Bu resimde de sarayın herhangi bir günü resmediliyorken, aynı zamanda kıyafetlerin gösterişli olmasından da anlayabileceğimiz üzere tamamen Barok tarzının yansıtıldığı bir tablodur.
16. yüzyılda kilisenin baskısıyla beraber sanatçılar resim alanında portrelere yönelmiş ve kendi ruh hallerini de tasvir ettikleri resimleri oluşturmuşlardır. Bu dönem İspanya’da sanata ve sanatçıya verilen değerden çok bahsedemesek de, Velázquez’in saray ressamı olmasıyla birlikte resimlerine ve resim anlayışına değer verildiğinden kesin bir yargıyla söz edebiliriz. 17. yüzyılda da portre ve otoportre alanında önemi gelişmeler yaşanmıştır. “Nedimeler” tablosu ise ‘grup otoportresi’ olarak adlandırılmaktadır. Ressamlar tabloları oluştururken resimle ilgili araç-gereçleri eklemekle kalmamış bunun yanı sıra kendilerini de tabloların içine konumlandırıp resmetmişlerdir. İlk örneklerden diyebileceğimiz ve aslında Velázquez’in incelediğimiz tablosunun belki de tabanını oluşturan eser; Jan van Eyck’in 1434 yılında yapmış olduğu “Arnolfini’nin Evlenmesi”dir. Neyse, biz tablomuza geri dönelim. Tablo, yağlı boya tuval üzerine yapılmış, bana göre tekniği en kuvvetli tablolardandır. Çoğu sanat tarihçisine göre, üç boyutluluğun örneği olarak gösterilir. Velázquez’in tekniğinde rastlayacağımız bir başka durum ise şudur; resme yakından bakıldığında karmaşıklık hakim iken, uzaklaşıldığında bütün gerçeklik ortaya çıkmaktadır.
Yavaşça tablonun ayrıntılarına geçebiliriz, hemen sol tarafta gördüğümüz ressam Velázquez’dir. Aynada görülen kişiler Kral IV. Philip ve eşi Mariana’dır. Ayna diyorum, çünkü bir resim çerçevesi olsa, ışıklarla çevrili bir çerçevesi olmazdı. Bunu yukarıda bahsettiğim Eyck’in “Arnolfini’nin Evlenmesi” tablosunda da görebilirsiniz. Orada da ressam kendini ayna aracılığıyla göstermiştir. Sarı saçlı minik prenses ise Infanta Margarita’dır. Tabloya ismini veren nedimeleri tanıtmazsak olmaz tabii ki. Prensesin sol tarafında gördüğünüz nedime “Dona Agustian Sarmiento de Sotomayor”, sağında yer alan ve yüzü hafifçe bize dönük olan nedime ise “Dona İsabel de Velasco”dur. Onun arkasında duran başhizmetçi “Marcela de Ulloa” yanındaki muhafız “Ruiz de Ancona”dır. Sağ köşede duran cüceler “Nicolas” ve “Mariboarbola”dır. Arkada duran odaya girmekte veya çıkmakta olan saray görevlisi olduğu bilinen fakat bazı kaynaklarda daha ayrıntılı anlatılan Kraliçe’nin kâhyası “Don Jose Nieto Velázquez”dir. Karıştırmayın, bizim ressamımız olan Velázquez değil. Ressam, tabloda hepimizi resmin bir parçasıymışız gibi gösterse de aslında hiçbirimiz o resmin bir parçası veya izleyicisi değiliz. Sol tarafta duran ressam, her an yeniden resmine devam edecek gibi duruyorken; resmin henüz bitmediğini anlıyoruz. Belki de resme hiç başlamamıştır. Kesin bir bilgi maalesef ki yok. Çünkü göstermek istememiş. Yaptığı tablonun sırtı izleyiciye yani bize dönük, gizlenmiş bir nevi… Yani siz resmin içindesiniz belki fakat tuvalde yaptığı resmi göremiyorsunuz.
Hepsini bir kenara bırakalım, tablonun aslında birkaç ana fikir üzerine temellendirilmiş olduğu düşünülmüş ve üzerine yazılmış diyebilirim. İlk olarak Kral ve Kraliçe’nin yansımasının göründüğü aynayı düşünerek; bizim tabloyu gördüğümüz açıdan Kral ve Kraliçe’nin durduğunu düşünelim. E şimdi Kral ve Kraliçe bizim arkamızda mı duruyor? Yani odada? Odada olmama ihtimallerini kesinlikle düşünmüyoruz. Çünkü onlar odada olmasaydı, kapıda duran kâhya ve şu sağda gördüğümüz muhafız olduğu düşünülen kişi de görüntüde olmazdı. Ressam tuvale Kral ve Kraliçe’yi aktarıyor diye düşünsek? Ki bu da bence bir ihtimal değil. Açı ve matematiksel oranlar düşünüldüğünde bu madde de ortadan kalkmış oluyor. Bununla birlikte tablonun oranlarını göz önünde bulundurursak Kral ve Kraliçe’nin devasa büyüklükte bir tablosu yok. Diğer bir görüş ise, bizim tabloya baktığımız kısımda duvara asılmış büyük bir aynanın yansıttıklarını, ressamın da resmetme olma ihtimali. Peki, eğer böyle bir ihtimal varsa, aynada gördüğümüz Kral ve Kraliçe ressam ve Prensesin baktığı açıda mı duruyor? Sanmam. Çünkü eğer öyle bir durumda Kral ve Kraliçe aynadaki kadar uzakta durmaz, daha yakında ve büyük bir görüntüye sahip olurdu. Yine matematiksel oranlara takılıyoruz… Bunun yanında Kral ve Kraliçe’nin oturuyor oldukları da ortaya atılmıştır ama bana göre oturmuş olma ihtimalleri de zayıftır. Yine de diğer görüşlere göre en yakın ihtimal Kral ve Kraliçe’nin odada bulunuyor ve aynadan yansımalarının görünüyor olma ihtimalidir.
Bu tabloya biz mi bakıyoruz? Tablodaki kişiler mi bize bakıyor? Tablonun içinde miyiz? Yoksa bir kenara atılmış mıyız acaba? Tamamen hareketsiz bir tuval, 1656 yılında yapılmış hem de; size neler anlatıyor değil mi? Resmin teknik açıdan değerlendirilmesinin yanında, anlatılmak istenen bir de arka planı var aslında. Yapıldığı yüzyıl İspanya’nın sarsılma yaşadığı bir dönemdir. Belki de bu yüzden Kral ve Kraliçe arkada, sönük bir halde fırçayla öylesine kondurulmuş gibi duruyordur? Evet tam da bu yüzden. Prenses ışıklar içinde dururken, ülkenin geleceğini temsil etmiştir. Hoş, geleceği temsil eden Prenses de yirmili yaşlarının başında ölmüştür. Anne ve babası da imparatorluğun çöküş sürecine girmesinin bir yansımasıdır. Soluk renklerle öylesine kondurulmuş iki portre… Ah Sayın Velázquez! Tablonuzda o kadar çok saklanmış ve oynanmış minik oyunlar var ki. Kral ve Kraliçe’yi hem resmin bir parçası yapmışsınız, hem de aslında kenara koyuvermişçesine dışlamışsınız. Bir kere renkleri muazzam bir biçimde işlenmiş. Prenses, sıcak renklerle ve ışıl ışıl dururken, anne ve babası odanın soğuk rengini almış ve uzakta iki silüet biçimindeler. Saray görevlileri de ışıktan biraz da olsa faydalanmışlar fakat kendinizi saklamışsınız Velázquez. Kendinizi hem saklayıp hem de odadaki en dikkat çekici portre haline getirmeyi nasıl başardınız acaba? Bir de dikkat ettiyseniz odada duran neredeyse her şey köşeli. Ayna, tuval, arkada belli belirsiz gördüğünüz iki tablo, kapı, duvarlar ve son olarak da şu anda karşısında durup baktığınız tablo. Arkadaki belli belirsiz görünen ve yan yana asılmış iki tabloyu gördünüz mü peki? İşte o tablolar bizim ressamımızın en sevdiği iki sanatçının tabloları. Kendi tablosunu eksiksiz bir biçimde tamamladığı yetmiyormuş gibi bir de çok ünlü iki tabloyu da resminin içine saklamış. Ne büyük hüner ama!
Yukarıda gördüğünüz replikalardan sağdaki Jacob Jordaens’in “Apollo as Victor oven Pan” ismini taşıyan, Tanrı’nın düzenlediği yarışmada Marsyas’ın mağlup olmasının anlatıldığı bir tablodur. Soldaki de Rubens’in “Arachne” tablosudur. Arachne, Athena’ya dokuma yarışmasında meydan okur fakat Arachne ölümlüdür. Yarışmayı kaybeder ve bunun sonucunda öldürülür. Sonuç olarak gördüğünüz kocaman bir tablo, fakat içerisinde aslında iki tane de ayrı ayrı sanat eseri içeriyor. Bu üç tablo da Barok tarzıyla oluşturulmuş tablolardır. Tahminime göre de arkada gördüğünüz “Arachne” gerçek boyutlarıyla resme dahil edilmiş olup, ahşap üzerine yapıldığı bilinmektedir. Şu an Virginia Güzel Sanatlar Müzesi’nde sergilenmektedir. “Kazanan Apollo” yani “Apollo as Victor oven Pan” ise diğer tabloya göre daha büyük boyutlarda ve tuval üzerine yapılmıştır. “Nedimeler” tablosunun da bulunduğu Museo Del Prado’da sergilenmektedir. Velázquez bu iki tabloyu hiçbir şey düşünmeden koymuş olamaz herhalde değil mi? Bir bakalım. Her iki tabloda da Tanrı ve ölümlü karşılaştırılması ve Tanrı’nın üstünlüğü gösterilmektedir. Velázquez de saraydaki ast-üst kavramına dikkat çekmek istemiş ki böyle bir mesaj vermiştir. Sadece saray ressamı olarak anılmak değil, soylu bir ressam olarak da anılmak istiyormuş çünkü. Resimde kıyafetinin üzerinde gördüğünüz Santiago haçı da sonradan resme dahil edilmiş, bu haç aynı zamanda onun soylu olduğunu gösteren bir simge olmuştur.
Tabloyla ilgili edebi bir not girmem gerekirse, İzmirli olduğunu bildiğimiz iki araştırmacı; Dr. Altuğ Işığan ve Dr. İpek Ek “Nedimeler”in edebi ve dini metinlerle de ilgili olabileceğini öne sürmüş; bu metinlerin yani Cervantes’in Don Kişot’u, Dante’nin İlahi Komedya’sı ve İncil ile arasındaki bağı araştırmışlardır. Oldukça ayrıntılı ve bir o kadar da okuması zevkli metinler oluşturdukları sitede bulunuyor. Yüzyıllar geçmiş olsa bile hala üzerinde çalışmalar yapılıyor olması Velázquez’in ne kadar dahi bir sanatçı olduğunun kanıtı değil midir?
İnsanoğlu, yaradılışından bu zamana kadar hep iz bırakmak peşine düşmüştür. Hepimiz arkamızda belli belirsiz izler bırakıyoruz. Kar taneleri gibi dışarıdan belki aynı görünüyoruz ama, yaklaşınca hiçbirimiz birbirimize benzemiyoruz. Resim, bana göre arkada bırakılabilecek en güzel izlerden biri. Dışarıdan bakıldığından hepsi tablo olarak nitelendiriliyor fakat işin içyüzüne indikçe aslında her tablonun taşıdığı farklı bir hikaye var. Biz insanlar gibi. Hiç kimse birbirinin aynısı olamaz belki ama aynası olabilir belki de. Tıpkı ressam Diego Velázquez’in bize anlatmak istediği gibi. Düşünsenize, size yüzyıllar sonra bile tabloda durduğunuz halinizle hayran hayran bakacaklar. Hem siz o tabloda var olacaksınız, hem de şimdiye dek görülmemiş bir teknikle anılacaksınız. Hayali bile müthiş. Tablonun bana göre hala açıklanamamış birçok gizemi var tabii ki. Gerçi Velázquez bizi yukarıda bir yerde görüyorsa gülüyordur. “Ben geleceği resmettim, geçmişin soluk halini de aynaya gizledim. Keşke siz de biraz geleceğinize baksanız; ya aynalardan ya çözemediğiniz tablolardan!” diye. Kim bilir?
İZDİHAM
Merve Ege kimdir?
20 Eylül 1994 yılında İzmir’de doğdu. 2018 yılında Başkent Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Sanatın birçok dalıyla ilgilenme şansı yakaladı. Yarı profesyonel olarak piyano çalıyor ve aynı zamanda Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni. Aktif olarak üç dergide içerik editörü olmakla birlikte bir dergide de yakın zamana kadar sanat dosyası yazarıydı. 2017 yılında üniversitede başladığım resim yolculuğu halen devam etmektedir. Eserleri yurt içi&yurt dışı pek çok üniversitenin ve sanat galerisinin online ve yüz yüze düzenlenen sergilerine kabul aldı; sergilendi. 9 Eylül Üniversitesi, Turgut Özal Üniversitesi, İbrahim Çeçen Üniversitesi, Sütçü İmam Üniversitesi, Kastamonu Üniversitesi, Uluslararası Balkan Üniversitesi, İzmir Ay Art Galeri, İzmir Resim Heykel Müzesi Kültürpark Sanat Galerisi, İtalya Echo Rama Galerisi, Nirantar Art Galeri bunlardan bazılarıdır.