3 Nisan 2017

Mete Can Koçak, Meryem Teyze Ve Ahmet Amca

ile izdiham

Meryem “14 Şubat yaklaşıyor. İyileş de şu hastaneden çık. Bu seneyi hediyesiz geçirmek istemiyorum” dedi kocasına. Ağzında oksijen maskesi vardı Ahmet’in. Yine de zor nefes alıp veriyordu. Maskenin altından güldü 47 yıllık eşine. Bu sefer olmayacak der gibiydi. Doktorun demesine göre akciğerlerinin üçte ikisi işlev göremez durumdaymış. Gençlik yıllarında Almanya’da araba fabrikasında çalışmıştı. Asbest ciğerlerine zarar vermiş. Ciğerleri gün geçtikçe yıpranmış ve yorulmuş. Şimdi onun için yatıyor hastanede. “Bu sene de bana hediye almak istiyor musun?” diye sordu Meryem. Kendinden emin kafasını salladı Ahmet.  Kuşkusuz isterdi. Çünkü yıllardır hiçbir özel günde hediyesiz bırakmazdı eşini. “O zaman iyileş. Bana vereceğin en güzel hediye o olur” dedi Meryem. Bu sefer cevap vermedi Ahmet. Dolan gözlerini göstermek istemiyordu. Dışarıyı izlemek ister gibi kafasını pencereye çevirdi. Bütün hastane sessizdi. Tek duyulan Ahmet’in zoraki aldığı nefeslerdi.

Nefes almakta gittikçe güçlük çekiyordu. Belki çare olur diye açmaları için camı işaret etti. Cam açıldı. Nefesine yararı olmadı. Üstelik üşüdü de. Yine camı işaret etti. Cam kapatıldı. Gittikçe zorlaşıyordu nefes alması. Hemşire çağrıldı. Vücuttaki oksijen seviyesini ölçtü. Hemşire aceleyle çıktı odadan. Yanında hasta bakıcılarla döndü. Ahmet tekrar camı işaret etti. Cam açıldı. Meryem “ne oldu?” diye sordu. “Amcayı yoğun bakıma alacağız” dedi hemşire. Götürmeye başladılar Ahmet’i. Cam açık kaldı.

Meryem peşlerinden gitmeye çalışıyordu. Ne mümkün bacakları öndekilere yetişmek için fazla yaşlıydı. Meryem yoğun bakımın olduğu kata geldi. Ahmet’i çoktan yerleştirmişlerdi. Acele adımlarla Ahmet’in yanına girdi. Önce eliyle Ahmet’in dağılan beyaz saçlarını sağ tarafa doğru taradı. Ahmet hep öyle yapardı. Her zaman düzenli ve giyimine dikkat eden bir beyefendiydi. Sonra maskenin yanından yanağını öptü. “Birlikte çıkacağız buradan” dedi. Hemşire “Teyzecim hadi diğer hastalarımız da rahatsız olmasın. Amcaya biz çok iyi bakacağız” dedi nazikçe. Çaresiz “tamam” dedi Meryem. Gitmeden tekrar eşinin gözlerine baktı. Hafifçe elini sıktığını hissetti. Meryem de diğer elini koydu ellerinin üstüne. “Allah’a emanet ol” dedi ve çıktı odadan. Sonrası sabır gerektiren bir bekleyiş olacaktı. O gün geceye kadar orada bekledi. En son çocuklarının ısrarıyla gitti evine. Her zamanki yatağına yatamadı. Koltukta uyuya kalmayı tercih ederdi. Zira nasıl yatsındı Ahmet yokken o yatakta.

Doktoru ellerinden geleni yaptıklarını ancak umudun çok az olduğunu söyledi. Bir kere de değil. Birden çok söyledi. Ancak duymadı Meryem. Ne doktorun ne de çevresindekilerin dedikleri umurundaydı. O sadece eşinin oradan çıkmasını bekliyordu. Her akşam saat yedide yoğun bakımdaki hastalara 15 dakikalık görüş izni veriliyordu. Her gün saatin yedi olmasını bekliyordu. Hayat artık onun için 19.00-19.15 arasındaydı. Gerisinin bir önemi kalmamıştı. Dört gün geçti ne Ahmet’te ne de Meryem’in umutlarında bir değişiklik vardı. Çaresiz bir bekleyiş…

Beşinci gün oldu. Daha bir saat vardı görüş saatine. Ancak Meryem şimdiden hazırdı ve onu götürmelerini bekliyordu. O sırada oğlu Engin’in telefonu çaldı. “Hastaneden arıyorlar” diyebildi sadece. “Efendim… tamam geliyoruz hemen.” Meryem bir anda fırladı oturduğu yerden. “Ne oldu?” dedi telaşlı. “Babam fenalaşmış. Hastaneden çağırdılar”

Alelacele hastaneye geldiler. Meryem’in attığı her adımda yüreği daha hızlı çarpıyordu. Yoğun bakımın kapısına geldiler. Kapı kapalı ve ancak personel kartıyla açılabilir. Meryem kapıya sertçe bir iki defa vurdu. O sırada arkalarından doktorun sesini işittiler. “Meryem Teyze sakin ol gel otur şöyle” dedi doktor. “Yok istemem. Ahmet,  Ahmet nasıl?” artık konuşmakta dahi zorluk çekiyordu. “Meryem teyze biliyorsun Ahmet Amcanın durumu ağırdı. Elimizden geleni yaptık ancak. Maalesef kurtaramadık.” Sonrası karanlık.

Meryem gözünü açtı. Tepesinde ışıklar vardı. Etrafına bakarken kolundaki serumu gördü. Sonra da yanında oturan torununu gördü. “Rüya mıydı?” diye sordu hevesle. Ancak hatırladıkları bir rüyadan daha gerçekti. “Bayıldın serum taktılar babaanne. Şimdi nasılsın?” dedi torunu. “Deden nerde?” diye soruyla karşılık verdi Meryem. Torunu ne diyeceğini bilemedi. Babası Engin geldi o sırada. “Oğlum baban nerde?” diye sordu Engin’e. “Morga indirdik anne.” Elini alnına koydu Meryem. Oğlunun beklediğinden daha sakin görünüyordu Meryem. Heralde ilaçlardan olsa gerek. “Ne olacak şimdi?” dedi Meryem. “Yarın öğle namazından sonra…” daha Engin sözünü tamamlayamadan Meryem araya girdi: “Yarına kadar morgda mı kalacak? Korkar oğlum bırakmayalım orda.” Yorgun olduğu sesinden belliydi. Çok ısrar etti hastanede kalmak için. Ancak dinlenmeye ihtiyacı vardı ve hiç iyi görünmüyordu. Nerdeyse zoraki denilecek şekilde eve götürüldü. Ev kalabalık. Ancak kim olduklarını bile algılayamıyordu. Bir süre sonra ilaçların da etkisiyle olduğu yerde uyudu.

Sabah olduğunda erkenden gözünü açtı. Evin içinde bir hareketlilik vardı. Kalktı. Önce lavaboya gitti. Acısını tarif etmek ne mümkün. Islak yüzünü incelemeye başladı. Gözleri aynadaki gözlerine takılı kaldı. Ardında düşüncelerin dolaştığı boş bakışlar… Sonra çıktı lavabodan. Balkona yürüdü. Temiz hava almak istiyordu. Gençlik yıllarını hatırladı. Balkonda sigara içtiği yılları. Nerdeyse yirmi sene olmuştu sigara içmeyeli. Kalktı henüz oturduğu sandalyeden. Oğlunun yeleği her zamanki gibi vestiyerde asılıydı. Düşünmeden bir sigara bir de çakmak aldı cebinden. Sonra döndü balkona. Oturdu sandalyeye. Önünde yükselen başka bir apartman vardı. Ancak onun bir yere baktığı yoktu. Sadece düşünceden ibaretti. Sigaraya baktı. Yüzünde belli belirsiz bir gülümse… Titreyen iki parmağıyla ağzına götürdü sigarayı. Çakmağı sigaranın ucuna getirdi ve yaktı. Çekebildiği kadar nefes çekti ciğerlerine. Belki o an canı hiç sigara istememişti. Belki eşinin gittiği yolu izlemek istiyordu. Belki de sadece aynı yolu izleyip bir an önce ona kavuşmak istiyordu.

 

 

 

 

Mete Can Koçak

İZDİHAM