11 Aralık 2017

Michel de Montaigne’in Denemelerinden Keder Üzerine

ile izdiham

Bu duyguyu hiç bilmiyorum, ne seviyorum, ne de değer veriyorum. Oysa insanlar sanki her şeyi önceden biliyormuş gibi bir tavırla kedere özel bir yer ayırmayı alışkanlık haline getirmişler. Kederi akılla, erdemle, bilinçle donatıyorlar. Ne aptalca ve çirkin bir süsleme! İtalyanlar akıllıca düşünüp ona “kötülük” demişler. Çünkü kederli olmak, her zaman zararlı, her zaman delice bir var oluş tarzı. Stoacılar da kederi alçakça ve korkakça buldukları için öğrencilerine bu duyguyu yasaklamışlardır.

Mısır Kralı Psammenite, Pers Kralı Kambiz tarafından yenilgiye uğratılıp esir düştüğünde hizmetçi kıyafetleri içinde su taşımaya gönderilen kızını gördü. Yanındaki bütün arkadaşları sızlanıp ağlarken o gözleri yerde, sakince oturuyordu. Oğlunun işkenceye götürüldüğünü gördüğünde de aynı şeyi yaptı. Ama tutsaklar arasında hizmetçilerinden birini görünce korkunç acısını göstermek için kafasını duvara vurdu.

Bu durum geçenlerde bizim prenslerden birinin başına gelen olayla karşılaştırılabilir. Önce aile içinde şerefli bir yeri olan ağabeyinin, ardından da küçük kardeşlerinden birinin öldüğünü öğrendiğinde örnek bir tavır sergiler, çok sabırlı davranır. Ama birkaç gün sonra adamlarından biri ölünce kararlılığını bırakıp kendini acıya ve kedere verir. Prensin özellikle talihin bu son darbesinden etkilendiğini düşünenler var ama aslında prens öyle kederliydi ki en son gelen küçücük bir darbeyle bir çırpıda yıkılmıştı.

Başka bir karşılaştırma yapmak için bir önceki hikâyeye ekleme yapmam gerekiyor sanırım. Cambyse, Psammenite’e kızının ve oğlunun başına gelenlere neden hiç şaşırmadığını ama arkadaşını o halde görmeye dayanamadığını sorunca Psammenite şöyle cevap verir: “Yalnızca bu son acı, gözyaşlarıyla gösterilebilir, kızımın ve oğlumun acısı ifade edilebilecek her şeyin ötesindedir.”

İşte bu yüzden şairler, önce yedi oğlunu, hemen ardında da yedi kızını kaybeden zavallı Niyobe’nin böyle bir acıya katlanamayıp sonunda, başımıza gelen kazalar dayanma gücümüzü aşarak bizi bunalttığında kapıldığımız o sağır, dilsiz, donuk aptallığı ifade etmek için “acıdan taşlaşmış” bir kayaya döndüğünü söylerler.

Aslında acının en uç noktasına ulaşmak için, acının bütün ruhu kaplaması ve ruhun hareket özgürlüğünü elinden alması gerekir. Çok kötü bir haber aldığımızda bu yüzden felç olmuş gibi en ufak bir hareket yapmadan yerimizde kalırız. Hemen ardından kendimizi gözyaşlarına ve yakınmalara bıraktığımızda ruh kendini özgürleşmiş, bağlarından kurtulmuş ve rahatlamış hisseder.  “Acısı en sonunda ses verdi.” / Virgilius

 

 

Montaigne

İZDİHAM