Mücahit Çelik, Dehdeh Süleyman
Kasabamızın neşesi ve uğuru sayılır Dehdeh Süleyman. Kasaba dediğime bakmayın, aslında kasaba kadar küçük bir ilçe. Dehdeh’i görmeyen esnafın işinin rast gitmeyeceğine inanılır. Herkes Dehdeh Süleyman’a sahip çıkmayı hem sevaptan hem de hemşerilik hukukundan sayar. Dehdeh Süleyman gecikti mi herkeste bir telaş, bir merak… Acaba hasta mı ki? Herkes bir yorum yapar.
Süleyman, yaz kış ceketini hep ters giyer, lastik ayakkabıları kimi zaman ters kimi zaman düzgün giyilmiş olur. Şapkası her zaman kulaklarını kapatır şekildedir. Şapkasıyla kulaklarını kapatması konusunda değişik rivayetler anlatılır…
Pantolonunun paçaları mutlaka çoraplarının içine toplanmıştır. Uzun ve dağınık sakalına karşılık saçı hep kısadır. Atı çok yorulmasın diye birkaç gün içinde atını değiştirir. Hiçbir atının yaşı üç seneyi geçmez. Tanımadığı hiç kimseyle konuşmaz. Kasabada otursun oturmasın kasabanın bütün insanlarını tanır. Küçük çocukların mahallede bazen onunla eğlenmesine tahammül etmez, onları eline geçirdiği taşlarla kovalar. Bu haylaz çocukların dışında hiç kimse Süleyman’ı rahatsız etmez bilakis herkes elinden geldiğince yardım etmeye çalışır. Süleyman’ın eski halini hatırlayanlar için için üzülür, yazık oldu Süleyman’a, derlerdi
Huyudur Dehdeh’in çarşıyı her sabah atıyla baştan başa turlamak. Atını bazen tırısa kaldırır, bazen dörtnala. Atı koşu halindeyken kesinlikle sağına soluna bakmaz, kimseye selam vermez, kimsenin konuştuğunu duymaz. Bütün ruhuyla atının yelesine yapışır. Hep önüne bakar, atın tökezleyebileceğini, düşebileceğini hesaba katar. Allah korusun, önüne çıkan bir araba çarpar. Bu yüzden bütün dikkati atın yürüyüşündedir. Elinde tuttuğu kamçıyı zaman zaman geriye doğru savurur, deh deh diyerek atını hızlandırır. Dehdeh lakabı buradan gelmedir.
Çarşının sonunu buldu mu ,cebinden çıkardığı mendille atının terini siler, sonra yaz kış demez atını çeşmede bir güzel yıkar, tekrar aynı mendille atını kurutur. Bu arada kendi yüzünü yıkamayı da ihmal etmez. Atını dinlendirdikten sonra, sırayla esnafa uğrar, onları selamlar, onlara bol kazançlar diler.
Köşe başındaki çay ocağında kendisine ikram edilen çayı içip, atını yemlemek için Esnaf Lokantasına uğrar. Dehdeh’in çorbası her zaman patron tarafından getirilir, masasına konur. Kavanozdaki arpa ihmal edilmez. Bu da atın yemidir. Arpa kavanozu, masa toplanırken masadan alınır, itinayla raftaki yerine konur. Ertesi gün yine aynı arpa kavanozu masaya getirilir.
Esnaflardan biri takılır Süleyman’a.
– Atının yuları nerde?
Süleyman, ters giydiği ceketinin ceplerini karıştırır, cebinden çıkardığı ipi gösterir:
– İşte yular, istersen sana gemi de göstereyim.
Bir başkası söze girer.
– Bu atın kaç yaşında Süleyman?
– Üç yaşında.
– Atının eğeri nerde?
– Evde kaldı?
Süleyman, çıplak ata binilir mi hiç?
– Sana ne atımın eğerinden, diyerek çıkar işin içinden.
Sohbet uzamasın diye Süleyman atını dehler başka kapıya.
Orada yeniden sohbet başlar.
– Süleyman bu hangi at?
Görmüyor musun, bu benim yeni kır atım.
Kır atın hangi ağaçtan?
– Zeytin ağacından.
Bu ve buna benzer sohbet devam eder gider. Herkes Süleyman’ın gelişini dört gözle bekler. Süleyman demek,gırgır,şamata demek. Süleyman demek, esnaf için müşterinin dikkati demek.
Öğleye doğru çarşıda ikinci at koşturmaca başlar. Öğlen koşusu Köfteci Osman’ın Yeri’nde sonlanır. Süleyman’ın köfteleri sıcak sıcak önüne konur, atı için de güzel bir tabakta yeşillikler getirilir.
Bu yeşillikler, arpa gibi geri gitmez. Atının yerine Süleyman yeşillikleri halleder.
Köfteci Osman’a bin bir duadan sonra mutlaka bir işçi kıraathanesinde şekerli bir kahve içilir.
Burada insanlar Süleyman’ın başına toplanır, laf siyasete getirilir.
– Süleyman, kim seçimleri kazanır dersin?
Cevap hazırdır:
– Yine bizim kır at kazanır.
– Sen bugün hangi ata bindin?
Bugün doru ata bindim, görmüyor musun?
– Bu at hangi ağaçtan?
– Kızılcık ağacından.
Artık Süleyman’ın göle gitme zamanı gelmiştir. Atını dehlediği gibi soluğu göl kenarında alır. Balıkçıların bir kısmı ağlarını toplamış, bir kısmı henüz gölden dönmemiştir. Süleyman bütün balıkçıları ziyaret eder. O günün bereketine uygun herkes Süleyman’ın payını takdim eder. Süleyman, son balıkçı dönene kadar bekler, balıkları çuvalına koyar, çuvalı sırtlar. Atının sırtına atladığı gibi soluğu evde alır. Balığın az çıktığı günlerde herkesten en az bir balık aldığından evine en çok balık götüren kişi, Dehdeh Süleyman olur.
Süleyman , oğlunu parti başkanı Vehbi Bey’in kızıyla nişanlamıştı. Düğün, ertesi yıl tütün paraları gelince yapılacaktı. Vehbi Bey kızını Süleyman’ın oğluna verdikten sonra bir de ona yeni traktör satmıştı. Parasının bir kısmını almış, bir kısmını ertesi yıl tütün parası alasıya borç vermişti.
Haziranın sonlarına gelinmiş, tütünlerin tefekleri alınmış, alt yaprak hasadı yapılmaya başlanmıştı. Süleyman hayatı boyunca bu yılki kadar güzel gelişmiş, gürleşmiş bir tütün görmemişti. İcar tuttuğu tarlalarla birlikte on beş dönüm kadar yere tütün ekmişti. Her şey tam istediği gibiydi.
Süleyman, eşi ve çocuklarıyla zamanını tütün tarlarında geçiriyordu. Sayvanda yatıp kalkıyorlardı. Zaman zaman Süleyman, tütüne bakıp yapraklarını okşuyor, Allah nazardan korusun, diyordu.
O gün ihtiyaçlarını almak üzere tarladan kasabaya inmişti Süleyman. Kahveye uğradı. Yüksek sesle kahveciye seslendi:
– Benden herkese çay, isteyene gazoz da verebilirsin.
Kahveci, Süleyman’ın isteğini derhal yerine getirdi.
Süleyman hesabı ödedi. Kahveci sordu;
– Ne oldu Süleyman, yoksa tarlada gömü mü buldun, diye sordu.
Birader, tütünden daha iyi gömü mü olur? Bu sene Allah verdikçe vermiş.
İnşallah önümüzdeki sene oğlana düğün yapar, traktörün borcunu da tümden öderim. Dünürüme karşı mahcup olmak istemem.
Süleyman, kahveden çıkmak üzereyken hava birden karardı. Bir rüzgâr çıktı ki tozu dumana kattı. Gök gürlemeye, şimşekler çakmaya başladı. Gökte, kızıl, karaya, kara, yeşile, yeşil, tekrar karaya döndü. Göz gözü görmez oldu. Sonra bir dolu, bir dolu ki bizim buralarda benzeri hiç görülmemiş…
Dolu değil sanki, buz parçaları düşüyor gökten. Dolu, yuvarlak olur ya, bu yağan biçimsiz bir şey.
Bu yağış birkaç dakika sürdü. Ortalık yeniden aydınlandı, güneş sarı yüzünü gösterdi. Yerde yığılmış beyazlık olmazsa deminki havanın bir rüya olduğu sanılır.
Süleyman hemen traktörüne koştu. Telaşla tarlanın yolunu tuttu. Tarlaya varana kadar yolun sağına soluna hiç bakmadı. Hep önüne bakıyor ve acele ediyordu. Birkaç kez traktör, çamura dönmüş doludan dolayı yolda kaydı. Bereket ki Süleyman direksiyonu çabuk toparladı.
Tarlaya vardığında karısını, eli böğründe ağlar buldu.
– Ne oldu, çocukların birine bir şey mi oldu yoksa?
– Tütünün halini görmüyor musun Süleyman?
Süleyman, tarlaya dikkatli baktı. Donuk gözlerinden birkaç damla yaş aktı. Tütünden geriye sadece çomaklar kalmıştı. Dünya, gözünde karardı. Sonra pembeye döndü, sarı, lacivert, beyaz… Bütün renkler gözünün önünden geçti, pembe hariç bütün renkler silindi. Gözleri yuvalarından çıkacak gibi büyüdü, küçüldü. Başı döndü. Bütün vücudu titremeye başladı. Sonra bir sıcaklık hissetti. Başından ta ayak uçlarına kadar.
Süleyman tütün çomaklarının en uzununu gözüne kestirdi, tütün çomağını söktü, onu iki bacağının arasına aldı. Deh deh diyerek kasabaya doğru koşmaya başladı. Karısı ve çocukları peşinden epey koştular. Ne yapıyorsun Süleyman, ne yapıyorsun baba, diye bağırmaları bir işe yaramadı. Süleyman bu şekilde kahvenin önüne geldi. Süleyman’daki at tutkusu o gün bugündür böyle sürüp gitmekte.
Kısa süre sonra, Vehbi Bey, nişanı bozdu, kızını rakip parti başkanının oğluna verdi. Traktörü de geri aldı. Peşin aldığı paranın miktarını ve akıbetini hiç kimse bilemedi.
Mücahit Çelik
İZDİHAM