29 Şubat 2024

Mümine Ağaç, Dijital Esaret ve Sessizliğin Sesi

ile izdihamdergi

Sabahın erken saatlerinin düşünmek için, sessizliği dinlemek için, insanın kendiyle vakit geçirmesi için bahşedilmiş büyülü saatler olduğuna inanırım. Masamda yanan mumları seyrederken, 90lı yıllara doğru bir yolculuğa çıktı zihnim. Elektrikler kesilince televizyonun kapandığı, telefonların bu kadar yaygın olmadığı, mum ışığının sohbetimize eşlik ettiği o günleri hasretle anımsadım. Şimdilerde ise dijital mecralar tarafından kuşatıldığımız bir gürültü ve hız çağına teslim olmuş vaziyetteyiz. 

Dijital yenilikler bazı yönleriyle yaşantımıza kolaylık sunsa da diğer taraftan çeşitli açılardan zaman içinde baş edilmesi gereken durumlara dönüşebiliyor. İnsan nükleer silahı yarattı ve bunu yine kendi üzerinde yıkıcı bir biçimde kullandı. İnterneti geliştirdi ve artık onsuz bir hayat düşünemez halde. Üretimin insanlık adına katkıları yadsınamaz ancak madalyonun öteki yüzünü görmezsek şayet, tüm bu yeniliklerin arasında kaybolma ve denge kurmakta zorlanma riski ile karşı karşıya kalmaya mahkumuz. Bir yenilik geldiğinde giden şey nedir? Neyin yok olma ihtimali var o halde? 

Teknolojinin gelişme hızı arttıkça, insanın bu hıza uyum sağlayabilmesi gittikçe zorlaşıyor. Gelişim süreci o kadar hızlandı ki, insan varlığı hiçbir dönemde böylesi çeşitli uyaran fazlalığına maruz kalmadı. Yetişkinlerin yarım saatten fazla telefonlarından uzak kalamadığı, çocukların iletişim kurmakta zorlandığı, göz temasının azaldığı, dikkat ve konsantrasyon problemlerinin arttığı, görünürde sosyal mecralar üzerinden etkileşimin fazlaca olduğu ancak hakiki, ruha dokunan bir sohbetin neredeyse kaybolmaya yüz tuttuğu bir zamanı deneyimliyoruz. 

Yaşamın her alanında dijitalin kullanımı, zaman içinde insanın kendi varlığı ile mesafelenmesine yol açan bir işgale dönüştü. Kendimizle olan diyaloğumuz ve irtibatımız azaldı, bu durum bedensel ve ruhsal yabancılaşmayı beraberinde getirdi. İnsan yalnızca işitmek yerine duymaya çalışırsa, ağrıyan başı, tutulan omuzları, her sabah yorgun uyanan zihni, ona içinde bulunduğu durumla ilgili çok şey söyler. 

Bu gürültü ve hız çağında verimli şekilde çalışmak ve üretmek halihazırda zorlayıcı iken, gerçek bir dinlenmeye alan açabiliyor muyuz? Dinlenmek, dinmek kökünden türeyen bir kelime, işten dönüp televizyon karşısında binlerce Reels videoları arasında gerçekten dinleniyor muyuz? Yoksa zihnin ve bedenin çağrılarını duymamak üzere kendimizi mi uyuşturuyoruz? 

Tüm bu dijital kaos herkesi beraberinde sürüklüyor, hepimiz bu akışın bir yerindeyiz. Tamamen bir soyutlanmayı ya da bu yeniliklere direnmeyi kastetmiyorum elbette. Her değişim beraberinde olumlu ya da olumsuz sonuçlar taşır insan hayatına. Biz bu getirileri ne kadar gözlemleyerek, fark ederek ve bilinçli tercihler yaparak hayatlarımıza entegre ediyoruz, bakışımızın yönü buraya olmalıdır.

Bir süredir alkol, madde ve davranışsal bağımlılıklar alanında çalışmalar yapan bir ruh sağlığı uzmanı olarak, madde bağımlılığına yönelik toplumsal hassasiyet ve bilincin, davranışsal bağımlılıklar adına oldukça yetersiz kaldığını düşünüyorum. Örneğin bir eroin bağımlılığına olan yaklaşım, sanal oyun bağımlılığına yönelik yaklaşımdan oldukça farklı. Halbuki yapılan birçok araştırma ve klinik gözlem, tıpkı madde bağımlılığında olduğu gibi, bahis, kumar, teknoloji, alışveriş ve diğer davranışsal bağımlılıkların da insan yaşamını aynı oranda ve benzer şekillerde tehdit ettiğini gösteriyor. 

İnsanın her şeyi değiştirmeye kudreti yoktur, bu küresel değişim içinde savruluyor olsak da bireysel çabalarla değişime kapı aralayabiliriz.

 Sessizliğin ve kendiliğin sesine daha çok yer vermeye çalışmak güzel bir başlangıç olabilir.

Son söz olarak;

Esir düştükten sonra bir madde, bir ekran, bir insan kime ya da neye olduğunun gerçekten bir önemi var mıdır? 

İZDİHAM