4 Mart 2016
Murat Karaca, Merkür Şezlong
“Gübre…” dedi farkında olmaksızın, boş gözlerle şezlong dolu mağazanın içine bakarken. Altı ay olmuştu bu şezlong mağazasını açalı ve sadece tek şezlong satabilmişti. Mağazanın ziyaretçi profili çoğunlukla bir şeyler satmak için içeri dalanlar ile yardım dilenen dilencilerden oluşuyordu. Yine aynı şeyi düşündü:
“İyi şezlonglar; rahat şezlonglar… Aslında birileri içeri girse, yaslansalar bir kere…” Belki de şezlong satılmasında bir problem yoktu. Çünkü satmıştı bir tane. Hem de en pahalısından. Bu demek oluyor ki sadece mal biraz ağır gidiyordu. Evet öyleydi. Aha işte birisi içeriye bakarak ilerliyor kapıya yaklaşıyor belki de içeriye girecek yavaşladı eveeet! Ah! Geçip gidiyor….
Telefon çalmaya başladı. Yutkunup boğazını temizledikten sonra telefonu açtı:
“Merkür Şezlong, buyurun”
“Mert beyle görüşecektim” dedi karşıdaki ses.
”Buyurun ben Mert” dedi kibarca.
“Mert bey, geçen hafta sizden bir şezlong almıştım.”
“Aa evet Hüseyin Bey!”
“Evet, ben Hüseyin, geçen hafta sizden bir şezlong almıştım”
“Hüseyin Kolaçan değil mi?”
“Evet?”
“Nasılsınız Hüseyin Bey?”
“İyiyiz sağ olun da şey- ben geçen hafta bir şezlong almıştım sizden”
“Çarşamba günü”
“Yani evet herhâlde öyleydi de-”
“Çarşamba saat on altı otuz dokuz”
“Yani evet de nasıl hatırlıyorsunuz? Faturada da öyle yazıyor hakikaten on altı otuz dokuz. Hehhe! Valla bravo… Mert Bey ben size bir şey söylemek için aradım”
“Buyurun Hüseyin Bey”
“Şimdi efendim, bu şezlongu benim hanıma hediye olarak almıştım hatırlıyorsunuzdur. Hiç açmadık paketinde öylece duruyor, kaç gündür şehir dışındaydık arayamadık da sizi. Bizim hanım şimdi beğenmedi de biz bunu geri vermek istiyoruz. Hiç dokunmadık paketinde öylece duruyor”
“Tamam, buyurun gelin değiştirelim”
“Yani şey Mert Bey biz bunu değiştirmek değil de geri vermek istiyoruz yani şezlong almaktan vazgeçtik mümkün mü acaba yani yerine de başka bir şey almak da istemiyoruz. Belki sonra.”
“…”
“Alo?”
“Tamam, geri getirin alalım”
“Peki, çok sağ olun. Kaça kadar açıksınız?”
“Yirmi dört saat açığız efendim buyurun gelin”
“Haha! Şaka değil mi? Tamam ben birazdan getiririm şezlongu”
“Tamam, biz buradayız, iyi günler”
Çkrt!
Mert bey telefonu yerine koyduktan sonra kaşları yukarı kalkmış bir vaziyette yere doğru baktı uzun süre. Yüzünü ovuşturdu. Kalktı ve dükkânın içinde dolaşmaya başladı. Son zamanlarda sürekli kalkıp yürüyordu birbirinden güzel, bu uzun sandalyelerin arasında. Ne kadar da rahattılar! O kadar rahattılar ki geçen bir tanesinin üzerinde uyuyakalmıştı.
Derken birden dükkânın içine caddenin gürültüsü doldu. Arkasına döndüğünde uzun zamandır beklediği bir şeyi; dükkândan içeriye dilenciler dışında birinin girdiğini gördü. Umarım bu düzgün giyimli beyefendi de kendine bir şeyler satmaya çalışmayacaktı.
“Buyurun!” dedi müşteri olması muhtemel şahsa doğru hızla yürüyerek gülümseyen bir ifadeyle.
“Hoş geldiniz!” diyerek elini uzattı. Müşteri olması muhtemel kişi; beklemediği bu ilgi karşısında şaşırmıştı. Mert bey adama tam dokunduğu sırada bir durgun elektrik boşalması oldu ikisinin arasında! Çat! İkisi de elini çektiler birden.
“Ahaha! Elektrik çarptı” dedi Mert Bey. Neden sonra adamın geri çekilmiş elini yakalayıp sıktı.
“Galiba elini biraz fazla sıktım.” diye düşündü. Ne birazı. Adam elini kurtardıktan sonra ovuşturarak,
“Şezlong bakmıştım.” dedi şezlonglara bakarak kararsız bir ses tonuyla.
“Tabi buyurun. Nasıl bir şezlongdu aradığınız?”
“İşte böyle…” dedi müşteri hepsi birbirine benzeyen şezlonglarla dolu olan dükkândaki şezlonglardan birini göstererek; “Bunun fiyatı nedir?” Mert bey fiyat için öyle çok da yüksek olmayan bir rakam söyledi. Müşteri fiyatı duyunca kaşlarını yukarı kaldırdı başını öne arkaya onaylar biçimde salladı yavaşça. İşaret parmağını başka bir şezlonga yöneltti kendinden çok da emin olmayan hareketlerle,
“Şu,” dedi, “Ne kadar?” Mert bey önceki şezlongdan pek farklı gözükmeyen bu şezlonga acayip bir fiyat söyledi. Müşterinin gözleri belirdi. Kafasını öne arkaya onaylar biçimde salladı.
“Yalnız,” dedi Mert Bey, “Bu şezlong en çok satılan modelimiz. Daha geçen hafta bir tane sattım bundan”
Dükkânın içine göz gezdiren müşterinin suratını yakalamaya çalışarak kafasını bir o yana bir bu yana oynatan Mert Bey, bir yandan göğüs hizasına kaldırdığı ellerini ovuşturarak mütemadiyen sırıtıyordu. Birden müşterinin gözü parladı ve bir ayağını diğerinin önüne atarak, hafif yanlara doğru sallanarak ilerlemeye başladı. Bu adamın yürüyüş şekliydi. Yürüdü yürüdü dükkânın öteki ucundaki bir şezlongun önünde durdu.
“Peki, bu ne kadar?”
Mert Bey hızlı ve sevimli olmaya çabalayan hareketlerle fiyat etiketi üzerinde olan şezlongun üzerine eğilip, yazan rakamı söyledi. Fiyatı makul bulduğu fikrine kapıldı adamın yüzündeki tebessümün şeklinden.
“Oturabilir miyim?” dedi müşteri Mert beyin gözünün içine bakarak.
“Tabi buyurun yaslanın, oturun, rahat edin!” dedi Mert Bey sırıtarak, “Çok rahattır. Geçen gün bunun üzerinde uyuyakalmıştım”
Müşteri şezlonga oturdu arkasına yaslanıp ayaklarını uzattı, sağına soluna bakındı elini şezlongun altında bir yerlerde gezdirdi. Neden sonra Mert Bey pozisyon ayarlama kolunu işaret etti:
“Şuradan.” Müşteri kolu çekip tam yatar pozisyona getirdi. Adam kafasını olumlu anlamda sallayarak gülümsüyordu. Mert bey de gülümsedi. Adam da Mert beye bakarak aynı biçimde gülümsemeye devam etti. Mert bey yüzündeki hafif tedirgin sırıtışı şiddetlendirdi. Müşteri kafasını öne arkaya sallayış şiddetini arttırdı suratındaki gülümsemeyle. Birden kafasını geriye attı sonra hızla ileriye atıp tek hamlede şezlongdan kalktı:
“Kredi kartı kabul ediyor musunuz?” Bunun üzerine Mert Bey gözleri korkuyla dolu sordu:
“Şey, POS cihazıyla ilgili bir sorun yaşıyoruz da, siz nakit ödeyemiyor musunuz?” İşin aslı Mert Bey ben anlatmaya başlamadan kısa süre önce POS cihazını öfkeyle yere fırlatmıştı. Müşterinin gözlerinin içindeki kararsızlık kaynar su gibi döküldü Mert Bey`in başından aşağıya.
“Bir dakika beklerseniz ben para çekip geliyorum!” dedi müşteri işaret parmağını havaya kaldırarak.
“Tabi tabi!..” dedi Mert Bey nefesini dışarı salıp uzun bir süredir nefes alıp vermediğini fark ederek.
Sallanarak çıkışa ilerleyen müşteri dışarı çıkıp gözden kaybolduktan sonra Mert Bey masasına geçip kendini külçe gibi bıraktı sandalyesine.
“Şu hale bak…” dedi kendi kendine. Böyle olmamalıydı. Amcasının oğlu Şükrü aklına geldi tekrar. Sürekli aklına geliyordu içinde bulunduğu durum nedeniyle. Geçen sene kurduğu işte hatırı sayılır bir başarı elde etmişti Şükrü. Kendisine de işi kurarken ortaklık teklif etmişti. Ama onu nazikçe reddetmişti asla başarılı olamayacağını düşünüp onun için üzülerek. Nezaketindeki acımaya gülümsedi hastalıklı bir biçimde. O gübre işinde değil şezlong işinde gelecek görüyordu. Ona göre her insanın inek dışkısına değil ayağını rahatça uzatıp uzanabileceği bir şezlonga ihtiyacı vardı. Belki de doğru bir fikirdi ama önemli olan bu fikri pazarlayabilmesini bilmekti. Amcasının oğlu bu işi biliyor olmalıydı. İşi büyütmüş; Kürekçi Gübrelerini yurtdışına ihraç etmeye başlamıştı.
“Gübre” dedi yine. Bunu sesli söylediğinin farkında bile değildi. Burada oturmuş bir şezlong sattığım için seviniyorum diye düşündü. Olsun bu işte gelecek vardı aslında. İşler açılmaya başlamıştı. Az önce bir şezlong sattım diye düşündü. Bu iyiye işaretti. Dört bir tarafı şezlong dolu olan çevresine bakındı. Burayı açmak için biriktirdiği paranın bir misli kadar da borca girmişti. Ne olurdu bu dükkân ağzına kadar gübre dolu olsaydı! Yok yok, hayır, şezlong işi iyiydi. İşler de açılmıştı…
Murat Karaca, Afilli Filintalar
İZDİHAM