bugün hiçbir şey yapmadım. esaslı bir günü daha böylelikle eksiltmiş oldum. saatli maarif takviminden dokuz şubatı bir yanlış anlaşılmanın üstünü örter gibi hızlıca avuçlarımın arasında erittim. her anın hesabını verecek değilim. üzerine basılmış bir izmaritin yaşadığıdır benim demeye çabaladığım. soğukta bekletilmekten helak olmuş bir simitin kemikleridir buraya çivilenen. size anlatmak istemem. ne ki, bilmenize de gerek duymuyorum.
dünyanın yaradılış hikayesinin başlangıcından beri her gün daha başka şeyleri fark etmeye çabaladım. dünyanın şekliyle alakalı durumları kafamda kurmaya çabaladıkça annemin her gün çay bardaklarını üzerine dizdiği tepsiyi anımsadım durdum. nedir, uzunca bir süre deniz seyretmedim. iskeleden uzaklaşarak kaybolan onca geminin neden bir noktaya dönüştüğünü de? bunu uzunca bir süre aklımda bir ağırlık olarak taşıdım. gururum incinmesin diye de kendimi avuttum durdum. orta okula geçtikten sonra da coğrafya bilgisini bize meyvelerle anlatmaya kalkıştılar. dünyanın şeklini bir süre de portakal olarak kazıdık zihinlerimize. manavdan her gün bir ton dünya giriyordu evlerimize. ve kimsenin bundan haberi yoktu. ortası şişkin, tepelerinden hafif basık bir meyvenin kendisiymiş dünya, nerden bileceklerdi ki?
işte, fark etmeye böyle başlamıştım. içinde soluduğumuz bu düzlüğün ilk olarak şeklini kazımıştım zihnimin türlü taraflarına. bilseydim sadece orada kalırdım. bilseydim, daha da kurcalamazdım başka taraflarını. büyüyordum. anlamaya, dahası fark etmeye başladığımda daha hızlı büyüyeceğimi biliyordum. bunu bilmek bir yanılgı olacaktı çok sonraları. önemsiz gibi görünen, aklımı yoran ve bana bir ayak bağı olacak bu dünya fark etmemi sağlıyordu.
iki şey fark ettim çok sonraları. bunlardan biri acı öbürü ise keder. insanlar acıyı dünyanın yükünü hafifletmek için yükleniyorlardı. kederi ise; ‘’bir ağzı tadı olarak’’ taşıyorlardı yanlarında. Birbirini destekleyen fakat yan yana durması mümkün olmayan iki tane külfet. Burada; yani içinde onca insanın barınmaya kalkıştığı bu düzlükte etraflarını örmeye kalkıştılar. Sandılar ki, çoğalınca ve yan yana kalınca içinde taşıdıkları korkuları dinecek. Kitleler halinde çoğaldılar. Çoğaldılar ve yalnızlaşmaya itildiler.
Çünkü öyleydi
Yaşamak bir yanılgıydı.
Müslüm Yüksel
İZDİHAM