Mustafa Akar, Einstein Ve Bizim Mahalle Bakkalı
Aziz Agustin’in “Zaman geçici bir şey midir, yoksa her zaman mevcut olmuş son mudur?” sorusunu ortaya attığı yıllardan beri, Âdem torununun zihnini alevlendiriyor zamanda yolculuk konusu. Debdebeli beyin ışıldakları oynaşa dursun, mahalle bakkalının elinde böyle bir lüks olsa hangi zamana zıplamak isterdi diye kimse merak etmez. Muhtemelen kendi de içinde bulunduğu zamandan ayrılmak istemeyecektir. Oysa içinde bulunduğu zamandan hiç de hoşnut değildir. Kendi zamanından hoşnut olanlar, rüyalarını yitirmiş olanlar olmasın sakın. Rüyaları yitirmek hayallerin gerçekleşmesiyle kaim herhalde…
İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşamaz, hayır, insan âlemde rüyalarını pekiştirdiği müddetçe yaşar. Öyleyse bizim bir rüyamız var mıydı sorusunu sormanın tam da sırası…
Rüyası güzel olanlar kimlerdir ki onlar, başkalarının falındaki iyi niyet sınavından geçmiş, mükemmel geleceklerin muştucusu olsunlar. Fizikçi Einstein görecelik teorisini fişteklediğinde çağdaşı yazarlar tarafından kemirilecek şiddette kıskanılmıştı. Eh kim kıskanmazdı onu?
Öte yandan Einstein ömrü boyunca çorap giymedi, kime ne. Bizim mahalle bakkalı ne görecelik(izafiyet) teorisinden çakar ne de Einstein’ın ömrü boyunca çorap giymemesine ilgi duyar.
Onun için esas olan, tarttığı şekerin, unun okkaca dürüst olmasıdır. Zabıtanın altında üstünde ahlak ağlatan mahsurlar aradığı tartısını zamanın ruhuna göre ayarlar. Zamanın ruhu. Peh peh.
Sevgili fizikçimiz Einstein, evrenin dört boyutlu olduğunu düşünmüştü. Sonlu ve eğrisel addettiği evrenin dördüncü boyutuna da ‘zaman’ adını aşketmişti.
Nedir zamanın bir dördüncü boyuttan hisse aşırması?
Mesela ışık hızına yakın hızda giden bir uzay gemisini, dünyada ikizi bulunan bir kardeşimizin sürdüğünü varsayalım. 10 yıllık bir uzay tatiline çıkıp gerisin geri döndüğünde, uzay gemisini süren ikiz, dünyada kendisini bekleyen kardeşinden daha genç olarak dönecektir.
Uzay gemisini kullanan kardeş ışık hızına yakın bir süratte seyahat ettiği için, onun köstekli saatiyle on yıl, dünyadaki ikizinin dijital saatiyle 15-20 sene olacaktır işe bakın ki. Bunu ahlak bilimci bakkalımıza anlattığımda sunturlu bir küfrün pençesiyle didişiyorum. Aklı sıyırttığıma kanaat getiren sevimli bakkalımız çareyi buluyor, “bize zaman makinesi değil kardeş, rüya kuluçkası makinesi lazım.”
Bize lazım olan bir rüya kuluçkası makinesi…
Rüyalarındaki yokluk nedeniyle bu enteresan makine aşkına kapılan bakkalımız, astrofizikçileri bile kıskandıracak bir zaman makinesinden geçmiş olmalı ki, bilim-kurgu yazarlarını hırstan çatlatacak bir işe girişmiş. Saf enerji ya da işte trilyon ton kütle ışınlanması hadiselerinden medet ummaz o.
Milli Piyango gişelerinin ön sıra müdavimlerinden biridir çoğunlukla. İşi punduna getirmenin yolunu arar da, illa tartıda dürüst olmayı peyler.
Aslında ona kızmamalıyız. Hiçbir bakkalımıza kızmamalıyız. Rüyaları yok edilmiş esnaf odaları başkanının şu açıklamasına kulak kabartmalıyız: “Yoksulluk uzun sürebilir sevgili dostlarım, ama hayat kısadır, o yüzden müşterilerinize sunduğunuz rüya kuluçkası makinesini en düşük kârlılıkla piyasaya sürmelisiniz. Serbest pazardaki en serbest ve un ucuz mamulle övünmelisiniz.”
Einstein da bakkalımız kadar övünürdü görecelik teorisinden. İkisini aynı düzlemde buluşturan şey kuşkusuz bu dünyaya fırlatılmış olmaktır. Hepimiz, hatta bu itilmişlikten, tutsaklıktan en memnun olanlarımız bile dünya mahpusluğunu inkâr edememekten mustaribizdir.
Einstein görecelikle avuttu kendini.
Bakkalımız fakirlik ve fazla kazanamamaktan duyduğu kahırdan farklı makineler peşine düştü. Einstein’ın avunacak teorileri vardı.
Bakkalımız en azından şükretmesini biliyor. Mazlumlar için hazırda beklettiği zırhlarını tez kuşanmış duaları var. Mahalle bakkalımızla övünüyorum aslında. Onun çakallıklarını mazur görebiliyorum.
Bakkalımız Einstein’la tanışsa eminim pek de hazzetmezdi ondan. Einstein’ın hem çorapsız ayaklarına laf atardı kuşkusuz, hem de en yakın berberin ucuz tarifesinden dem vururdu.
Mustafa Akar
mustakar@yahoo.com
İzdiham