Mustafa Canbey, Osmanlı Sarayının En Ünlü İlim Ve İrfan Sahibi Alimlerinden Hacı Beşir Ağa
Yaşadığı dönemde ilim ehli ile birlikte olmayı, eser vermeyi ve kitap okumayı önemseyen ve büyük bir saygınlık kazanan kişilerden biri olarak öne çıkar. Vazifesi sırasında çok başarılı olan Hacı Beşir Ağa ilim ve maarif sahiplerini himaye etmesiyle bilinir. Hacı Beşir Ağa, zamânının büyük evliyâsı ve meşhûr âlimi Mehmed Emîn Tokâdî hazretleri ile yakın dost ve âhiret kardeşi idi.
Osmanlı Hareminin en ünlü kızlar ağasından biri olan Hacı Beşir Ağa, küçük yaşta Afrika’dan İstanbul’a getirilmiş ve zamanla önemli mevkilere gelmiş bir ilim aşığı, saray memurudur. Yapraksız Ali Ağanın yanında yetişip çeşitli görevlerde bulunduktan sonra padişah musahibi olacak kadar bilgili ve sohbeti dinlenen bir kişiliğe sahip olmuştur.
İlim ve siyaset adamı olmak her insana nasip olmaz. Bazı insanlar siyasette, bazı insanlar ticarette bazı insanlar da ilimde ilerler. Hacı Beşir Ağa hem ilim sahibi hem de devlette önemli görevlere gelmiş ve önemli görevleri icra etmiş ama bunca yoğunluğa rağmen ilim ehli olmuş önemli bir Alim… Hacı Beşir Ağa, Afrika’nın o dönemde Habeşistan diye bilinen, bugün Eritre ve Sudan’ın geniş bir kesimini kapsayan bölgesinde doğan küçük yaştan itibaren Yapraksız Ali Ağa’nın yanında sarayda yetişen hayır sahibi bir zattır. 1707 senesinde saray hazinedarı olmuş, III. Ahmet’in şehzâdeliği sırasında musahibi, danışmanı olmuştur. Sonraları dârüsseâde ağası Süleymân Ağa ile berâber 1713’de Kıbrıs’a gönderilmiş, Kıbrıs’tan Mısır’a ve oradan da Hicaz’a gönderilerek şeyhül-haremeyn vazîfesi verilmiştir. Vazîfesi sırasında Mekke-i Mükerreme’de bulunan ve evliyânın büyüklerinden olan Ahmed-i Yekdest hazretlerinin derslerine ve sohbetlerine katılmıştır. Ondan pek çok feyz alıp tasavvuf alanında yükselerek 1717 senesinde İstanbul’a çağrılarak dârüsseâde ağalığına tâyin edilmiştir. On üç yıl Sultan III. Ahmet’in kızlar ağası, 16 yılda Sultan I. Mahmut devrinde Darüssaade Ağalığı görevini yaparak, dönemin devlet adamlarının tayini ve devlet işlerinin yönlendirilmesinde önemli rol oynadı. Jane Hathaway’in Osmanlı Sarayının En Önemli Haremağası Hacı Beşir Ağa adlı biyografik denemesi kitabında da Osmanlı imparatorluğunun en nüfuzlu ve etkili kişilerinden biri olduğu kişiliğini konu almaktadır.
Jane Hathaway’e göre ona bu adı ‘müjde habercisi’ni belirten ‘Beşir’ ismi, kendisinden önce birçok hadım için isim olmuşsa da özellikle kendisinden sonra hemen halefinden (Moralı Beşir Ağa’dan) başlayarak harem ağaları arasında çarpıcı bir şekilde yaygınlaşmıştır. Onun adı ise, ismi Beşir olan diğer hadım ağalarından ayırmak için Mekke’ye hac ziyaretinde bulunduğunu gösteren ‘Hacı’ unvanı ile anılır.
Darüssaade ağalığına giden yol
Osmanlı Hareminin en ünlü kızlar ağasından biri olan Hacı Beşir Ağa, küçük yaşta Afrika’dan İstanbul’a getirilmiş ve zamanla önemli mevkilere gelmiş bir ilim aşığı, saray memurudur. Yapraksız Ali Ağanın yanında yetişip çeşitli görevlerde bulunduktan sonra padişah musahibi (Tatlı sohbetleri ile padişahın hoş vakit geçirmesini sağlayan kişi) olacak kadar bilgili ve sohbeti dinlenen bir kişiliğe sahip olmuştur. 1705 yılında Saray Hazinedarlığı görevine getirilmiştir.
1713 yılında Darüssaade Ağası Süleyman Ağa ile birlikte, önce Kıbrıs’ta, sonra da Mısır’da ikamet etmesi mecbur edilmiştir. Bu tip sürgünler bir rutin haline gelmiştir denilebilir. Bir süre sonra Şeyhü’l haremlik makamına tayin edilmiştir. Yaptırdığı Bâb-ı âlî yakınındaki câmi yanındaki kütüphânede 1368, Eyyûb’deki kütübhânesinde ise 219 cild kitap vardır. Bu kitaplar bugün Süleymâniye Kütüphânesinde, adına ayrılan bir bölümde muhafaza edilmektedir.
1730 yılında Patrona Halil Ayaklanması’ndan burnu kanamadan çıkabilmesi de bulunduğu konumda onun ustalık ve maharetini gösterir niteliktedir. Beşir Ağa bu ayaklanmadan sonra sarayın eski saygınlığına kavuşturulmasında belirleyici olmuştur. Şehzadeliği boyunca I. Mahmud’a nezaret ettiği için onun üzerindeki etkisi en az III. Ahmed’in üzerindeki etkisi kadar ve hatta daha fazla olmuştur.
Canlı Bir Eser: Hacı Beşir Ağa Medresesi
Hacı Beşir Ağa’nın yaptırdığı hayır eserlerinden biri Eyüp ilçe sınırları içerisinde bulunan ve adıyla anılan külliyedir. Külliye 1734-1740 yılları arasında yaptırılmış, döneminde birçok ilim adamı yetiştirmiştir.
Hacı Beşir Ağa Türbesi, Eyüp Sultan Camii’nin şadırvan avlusunu, iç avluya bağlayan büyük kapının tarafındadır. Kemerli kapısı iç avluya açılmakta olup, büyük hacet penceresi ise iç avlu tarafındadır. Bu pencerenin, iç tarafındaki iki yan duvarına bir sebil yapılmıştır. Türbenin arka tarafındaki hazireye bakan kısmında iki pencere vardır. Sol tarafta ise Sultan II. Osman’ın annesi olan Mahfiruz Haseki Sultan’ın yaptırdığı cüzhane bulunur. Türbenin içi çok sadedir. Ahşap sanduka puşîdelidir. Türbenin kapısının üzerinden başlayan ve sol tarafındaki hacet penceresi üzerinde de devam eden, üç satır halinde yazılmış kitabesi vardır. Bu kitabede şunlar yazılıdır;
“Aga-yı mesned-i dar’üs-sa’âdei sâbık
Beşir Ağa’yı melek haslet kerem fermâ
Virüb sinin kesire o sadre revmâk u zîb
Mekârimiyle halayıkdan itdi celb-i du’â
Cihânın eyledi terk izz ü câhını âhir
Çû bildi bâki değildir sa’âdet-i dünyâ
Olunca âzim-i râh-ı bakâ hulûsunu gör
Cıvar-ı Hazret-i Hâlid ki menzil oldu ana
Cenâb-ı Hazret-i Hakk afv idüb cerâmini
Makâmın eyliye firdevs-i hem-demin havrâ
Du’a idüb didi bir bendesi ana târih
Beşir’e zîr-i Livâi Resûl ola mevâ
Osmanlı İmparatorluğu’nun XVIII. yy’ına damgasını vurmuş bir şahsiyet
Jane Hathaway, Hacı Beşir Ağa’nın etkili bir devlet adamı olmasının yanı sıra en ilgi çekici yönlerinden birinin de bir kitap meraklısı olmasına eserinde değinmiştir. Topkapı Sarayı’nın yakınına inşa ettirdiği külliyesinin ilginç bir şekilde haremine bitişik bir şekilde yapılan kütüphane odasında çoğu Hanefi fıkhı ve ilahiyat eserlerinden müteşekkil 1007 cilt kadar kitap bulunması, onun kitaplara olan tutkusunu gösterir niteliktedir. Yine Eyüp’teki Darülhadis’i bir dini eserler kütüphanesi olarak kullanmıştır. Kahire’deki sebil-mektebinin de, Şafi mezhebinin hâkim olduğu bu coğrafyada Hanefi mezhebinin hâkimiyet sahasının genişletilmesi için kritik bir vazife yüklendiği, kitapta üzerinde ısrarla durulan konulardan biridir. Bunlara ilave olarak Bulgaristan’da Ziştovi’deki medresesi zikredilebilir.
Beşir Ağa, önceleri Bostancı ocağında idi. Vazifesinden izinli olduğu zamanlarda, vakit namazlarını Ayasofya Câmii’nde kılardı. Bu câmide bulunan bir gönül ehli, Beşir Ağa’nın dikkatini çekerdi. Beşir Ağa bir gün o gönül ehli ile konuşmak için bir fırsat buldu ve ona; “Sultânım benim derdime bir çâre bulunuz. Lütfedip beni hizmetçiliğe kabûl buyurunuz” dedi. O gönül ehli de; “İnşâallah! Bakayım, eğer imkan bulursam olur” cevâbını verdi. Beşir Ağa bir gece yarısında Sarây-ı hümâyûnda bulunan odasında tefekkür ederken, odanın kapısı açıldı. O gönül ehli kapıda ona; “Kalk gideceğiz” dedi. Beşir Ağa onunla beraber dışarı çıkarken, saray kapısının açık olduğunu görünce, hayretler içerisinde kaldı. Birlikte Ayasofya Câmii’ne girdiler. Mihrabın önünde başka bir gönül ehli vardı. O mihrâbdaki gönül ehli, Beşir Ağa’yı kabûl etmedi. Öbür gönül ehli onu tekrar odasına götürdü ve; “Merak etme, daha büyük mertebede olan birisine bağlanman sana nasîb olacaktır” diye teselli etti. Başına gelen bu hâdise, Beşir Ağa’nın hayretini daha da arttırdı. Yanında çalışanlardan birisinin vasıtasıyla Pîr Sertûraş isminde bir zâtın sohbetinde bulundu. Ona talebe oldu. Bu sırada pâdişâh, Beşir Ağa’yı, Dâvûd Paşa Sarayı’na nakletti.
Beşir Ağa, Dâvûd Paşa Sarayı’ndan işine gidip gelirken, hergün hocasına uğrardı. Hocasının yalnız olduğu bir zamanda, te’min ettiği birkaç kilo eti ona hediye etmeye karar verdi. Birgün hocasının yalnız olduğunu görerek sevindi. Hocasından hediyesini kabûl etmesini rica etti. Hocası; “Ben, fakir bir kimseyim. Darlığım zamanında benim gibi bir kimseye bunları getirmekteki maksadın nedir?” diye suâl etti. Beşir Ağa da; “Sultânım! Gönlüm size bağlandı. Hakkı talep ediyorum. Lütfedin de, hizmetçiliğe beni kabûl buyurun” dedi. O zaman Pîr Sertûraş; “Madem ki hakkı talep ediyorsun, sen ondan mahrûm olmazsın. Seni evlâdım yerine kabûl ettim. Dînin emirlerine iyi sarıl. Dînin emirlerine sarılmadan kurtuluş olmaz” dedikten sonra, uzun süre sohbet ettiler.
Birgün Beşir Ağa, Fâtih Câmii şerîfinin türbe kapısının Haliç tarafından geçerken, hocası Pîr Sertûraş’ın yanında heybet sahibi iki pîrin oturduğunu gördü. Derhal atından inen Beşir Ağa, edeple yere bakarak ve yaya olarak onların yanından geçerken o iki pîrden birisi; “Yâ Sertûraş bu kimdir?” diye sorunca, Pîr Sertûraş; “Sultânım, size arz ettiğim evlatlığımdır. Kendisi bostancıdır” cevâbını verdi. Yanındaki pîr; “Edeb sahibi bir adamdır. Böylelerinden sır gizlenmez” dedi. Beşir Ağa bu sırada heyecan içerisinde kalıp, saraya nasıl döndüğünün farkında olmadı. Ertesi gün Pîr Sertûraş’ın yanına gelip; “Dün sizin yanınızda bulunan zâtlar kimlerdi?” diye sordu. Hocası; “Hâce İdrîs Ali ve Hacı Kubây isimlerinde iki mübârek zâttır” dedi. Bundan sonra Beşir Ağa, bu zâtlardan tasavvuf âdabını, mücâhede yollarını öğrendi.
Beşir Ağa sır gizlemekte çok titiz idi. Uzun bir süre feyz kaynağı o mübârek zâtlardan istifâde etti. Hâce İdrîs Ali (İdrîs Muhtefi) vefât edince, Beşir Ağa, Hacı Kubây’ın yanından hiç ayrılmadı. Bu sırada Sarây-ı hümâyûndan emekliye ayrıldı. Hocasının Topkapı dışındaki evine yakın bir yerde ikâmet etti.
Beşir Ağa’nın yazmış olduğu bir mektubunda şunları ifade eder:
“Ey Sırr-ı Enbiyâ ve evliyânın sırrına âşık olanlar ve buna kavuşmayı isteyenler! Nedir bu hâliniz? Sizler yalnız istiğfar okuyup, Allahü Teâlânın sevgisini elde etmeye gayret gösterip, ilâhî tecellilere kavuşuyor musunuz? işlerinizde, sözlerinizde dînin emirlerine uymanızı isterim. Sakın ha! Dînin emirlerine muhalif olarak, kendi aklınıza göre konuşmayınız. Dînin emirlerine uymakta asla ihmalkârlık göstermeyiniz. Zâhirinizi dînin emirlerine uymakta, bâtınınızı Allah sevgisi nûru ile süslemeniz gerekir. Birbirinizle buluştuğunuz zaman, birbirinize sevgi ve tevâzu gösteriniz. Birbirinizle dînin emirleri ve tasavvuf yolunun âdabı gereğince fâideli şeyler konuşup, mâlâya’nîden (boş sözlerden) sakınasınız. Yüzbin söz, bir pul kadar etmez. Söz, ma’nâyı bilmek ve bulmak içindir. Canın kurtuluşu, ma’nâ iledir. Söz ile kurtuluş olmaz.
Şimdi herbiriniz, yolumuzu candan ta’kip edip, ma’nâya kavuşmak, nefs ve şeytanın hilesinden kurtulmak için cenâb-ı Rabb-ül-âlemîne tam bir teveccün ile teveccüh eyleyesiniz (yönelesiniz).
Ma’rifet sanıp, sattığınız (sarfettiğiniz) sözlerden sakınmanız gerektiğini bilmelisiniz. Haramdan sakınmalısınız. Her kim dikkat etmeyip, dînin emrine uymayan bir iş yaparsa bizden değildir. Onun dilini kesmek lâzımdır.”
Hacı Beşir Ağa, zamânının büyük evliyâsı ve meşhûr âlimi Mehmed Emîn Tokâdî hazretleri ile yakın dost ve âhiret kardeşi idi. Mehmed Emîn Tokâdî hazretleri şöyle anlatmıştır:
“Muhammed Kumul Efendi vefâtından önce, hastalığı sırasında bana; “Şu bir kaç cild kitâbı, dârüsseâde ağası Beşir Ağa’ya götür. Bizim duâ ettiğimizi söyle. Bunlar Medîne-i münevvereye gönderilecek. Bunların konulacağı yeri onlar bilirler. Gönderip bizi duâdan unutmasınlar.” şeklinde vasiyette bulundu. Bir kaç gün sonra vefât etti. Vasiyetleri üzerine o kitapları alıp, vâlilerin toplantı günü olan Çarşamba günü huzurlarına vardım. Kalkıp kucaklayarak, yanlarına oturmamı söyledi. Hâl hatır sorduktan sonra, İstanbul’da bulunup, ziyâretlerine fazla gidemediğim için üzüldüğünü söyledi. Merhûm Muhammed Kumul Efendinin selâmını söyleyip kitapları arzettiğimde, büyük bir üzüntü ve ağlama ile kitapların yerine gönderilmesi için emir verdi. Mecliste bulunanlara beni tanıtıp; “Âhiret kardeşimizdir.” dedi. Vedâ edip kalktığımda, hizmetçilerine şöyle emretti:
“Bize gelenler dünyevî bir iş için gelirler. Bu zâtı iyi tanıyın. Geldiği zaman misâfir var diye bekletmeyin. Zîrâ bunlar bizi Allah rızâsı için ziyârete gelirler.” Koynuma bir kese koydu. Bakınca içinde yüz altın olduğunu gördüm.”
Hacı Beşir Ağa, zamânının büyük evliyâsı ve meşhûr âlimi Mehmed Emîn Tokâdî hazretleri ile yakın dost ve âhiret kardeşi idi. Mehmed Emîn Tokâdî hazretleri ikinci defâ Mekke’ye gidişinde şöyle anlatmıştır:
“Mekke’ye giderken Medîne’ye uğradık. Hocam Ahmed-i Yekdest hazretlerinin vasiyetine uyarak Medîne’de ikâmet eden Şeyh Abdürrahîm Buhârî hazretlerinin yanına gittim. Görüşüp konuştuktan sonra beni Resûlullah’ın sallallahü aleyhi ve sellem Kabr-i şerîfini ziyârete götürdü. Ziyâret sırasında koynundan bir kâğıt çıkarıp okuduktan sonra, bana vererek tebrik etti. O sırada yanımızda bulunan bir zât da beni tebrik etti. Bana verdiği bu icâzet sebebiyle kucaklayıp öptü. Ertesi gün tekrar Resûlullah’ın sallallahü aleyhi ve sellem kabr-i şerîfini ziyârete gittim. Bu sırada kendimden geçip, yere çöktüm. Bir süre böyle kaldıktan sonra gözlerimi açtığımda, yanımda duran birini gördüm. Bana selâm verip; “Ağa sizi bekliyor, buyurun!” dedi. “Ağa kimdir?” dedim. “Şeyh-ül-harem, ağa hazretleridir.” dedi. Yanına gittiğimde bir gün önceki ziyâretimizde yanıma gelip beni tebrik eden zât olduğunu gördüm. Bana; “Siz ziyâret sırasında kendinizden geçince, bu hizmetçiyi gönderip; “Yanında bekle, eğer düşecek olursa yavaşça tut ve yere oturt.” dedim. Hamdolsun düşmediniz.” dedi. Onunla oturup sohbet ettikten sonra, bu zâtın hocam Ahmed-i Yekdest hazretlerinin talebelerinden Hacı Beşir Ağa olduğunu öğrendim. Berâberce tekrar Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin kabr-i şerîfini ziyâret ettik. Ziyâretten sonra birbirimizi unutmamak üzere âhiret kardeşi olduk.” Mehmed Emîn Tokâdî hazretlerinin tanışıp âhiret kardeşi olduğu bu zât, o zaman şeyh-ül-harem vazîfesi ile orada bulunan dârüsseâde ağası Beşir Ağa idi.”
Beşir Ağa’nın, burda ayrıca ‘Beşir Çeşmesi’ olarak bilinen bir sebil-mektep inşa ettirdiğini de belirtiyor. Ancak bu 29 yıllık darüssaade ağalığından önce çok önemli bir başka görev olan Şeyhülharem olarak atanan Beşir Ağa’nın bu durumu darüssaade ağalığı yapmadan önce bu görevde bulunduğundan ötürü çok kendine özgü bir durumdu. Kabe ve Peygamberin kabr-i şerifi etrafında güvenlik ve temizlikten sorumlu hadım kadrosunun en başında bulunan Şeyhülharem, bilhassa Haremeyn’e yönelik Zeydi tehdidini savuşturmak bakımından önemliydi. Ayrıca ilk matbaanın kurulmasında mühim rolü vardır. İbrâhim Müteferrika, İstanbul’da ilk matbaayı açtığı gibi, ilk kâğıt fabrikasının da Yalova’da açılmasına gayret etti.
Bu fabrika için en uygun yer Beşir Ağa’nın çiftliği idi. Çiftliğini bu iş için seve seve vakfeden Beşir Ağa, fabrikanın kurulmasından çok kısa bir zaman sonra 1746 (H.1159) yılında vefât etti. Beşir Ağa, Eyyüb Sultan Türbesinin yanına defnedilmiştir. Vazifesi sırasında çok başarılı olan Hacı Beşir Ağa ilim ve maarif sahiplerini himaye etmiştir. 29 yıl Harem ağalığı yapan Beşir Ağa büyük bir servet sahibi olmuş ve bu servetiyle sayısız hayır eseri yaptırmıştır. Bu vazîfesi sırasında çok hizmet eden Beşir Ağa, Bâb-ı âlî civârında câmi, medrese, tekke, çeşme ve kütüphâne; Eyyûb’da bir medrese, kütüphâne ve çeşme yaptırmıştır. Fâtih, Beşiktaş, Kocamustafapaşa, Fındıklı, Üsküdar ve Sarıyer’de çeşmeler, Medîne-i münevverede de pekçok hayrât yaptırmıştır. Bugün Babıali yokuşunun hemen sağ tarafında bulunan Hacı Beşirağa Camii ve müştemalatında bulunan medrese önemli hizmetlerde bulunmuştur.
Türbede, Hacı Beşir Ağa tek başına yatmaktadır. Türbe ziyarete açıktır. Türbeleri Koruma ve Yaşatma Derneği tarafından onarılarak, 1997 yılının Ocak ayında halkımızın ziyaretine açılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun XVIII. yy’ına damgasını vurmuş bir şahsiyet olan Beşir Ağa bu uzun ve başarılı ömrü, gözlerini dünyaya bir köle olarak açan birisinin başarısı olarak okunabileceği gibi, Osmanlı’nın kendine özgü ‘toplama’ sisteminin bir başarısı ve kazancı olarak da yorumlanabilir.
Kaynaklar:
1) Âlimler ve San’atkârlar
2) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı); c.4, kısım-1,
3) Mir’üt-Tevârîh; 1147 olayları
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.17
5) Osmanlı Târihi Ansiklopedisi; c.2
6) Sefînet-ül-evliyâ cild-2
7) Jane Hathaway, Osmanlı Sarayının En Ünlü Haremağası
Mustafa Canbey
İZDİHAM