insanın yatağında nehre dönüştüğü
çocukluğunun kangrene sardığı vakit
hınçla bölüyor elindeki ekmeği
yedi kişi oturulan sofrada ağlamak
çünkü
yelkenleri doldurmuyor
naylonun damıtılıp kalp yapıldığı bir zamanda
topuklarına basmamaya yemin ettiğim ayakkabılarımı
çizgili yüzümü bir de korumaya çalışırken
kadınlar ellerinde badem çiçekleri
geldiler
yılbaşı süsü satılıyordu çarşılarda
terli ve kirliydim
yanımda yürüyordun
elinin titreyişini tanıdım
omzunda göç kusuru, ayakların çıplak
hür ağzın, çöle düşenin sarıldığı
bunu söylemiştim, istasyonsuz bir yerde sabaha karşı
-benim de evim çöl, çöl benim de evimuyudum,
uykum denize vurdu
kanla başlıyor insan hayata ve kanıyor dostlarıyla
kelimenin sesinle bulduğu güzelliğe kıyılmaz sanarak
sızlayan bacaklarına ve söylerken dilinin çapraştığı
isimlere kıyılmaz sanarak hayret ettim
yürüyen adamların kaburgalarındaki cesarete
uşaklarını ve tanrılarını ceplerinde taşıyorken
sınırı geçebildim, sen oradaydın çünkü
yarasalara bakardın geç kalmış gözlerinle
bellidir insanın nerede öleceği, bilirdin
kanın ne zaman akacağı bellidir
adın tam orta yerdedir umut varsa
varsa insanın saklanabileceği bir kuyu
ben bunları söylerek sana
söylerek bunları ve tüm diğerlerini
borçlarımı ödermiş gibi yapıyorum
badem çiçekleri açıyor badem çiçekleri yeniden
şimdi çek kanını kuyudan, sür kelimelerini,
kırpışan tan yeridir, serçelerle ağaran
kiraz ağaçlarıyla, ezanlarla ağaran
bak ne koynundaki kadından fayda var ne sırtındaki çantadan
seninmiş terk edilmiş ev
senmişsin yüzlere kara diye sürülen bunu unutma.
unutma öfkesiyle insan yağmuru bile dindirebilir.
senden sonrasını hatırlamıyorum
Mustafa Karasoy, Birnokta
İZDİHAM