‘Hayat tarzı’nı belirleyen nedir?
Pek çok unsur sayılabilir ama bunların başına kişinin ‘Allah’a, Peygamber’e, Âhiret Günü’ne Kitab’a’ inanıp inanmadığını koymak icap eder. İnanıyorsa o zaman o adam ‘ilahî ahlâka’ sahiptir. Uyar veya uymaz, o başka şey. İnanmıyorsa onun tabi olacağı ‘menfaat ahlâkı’dır. Ayrıca kültür, coğrafya, gelir düzeyi, gelenekler, sınıfsal farklılıkları da sayabiliriz.
İslâm insan yaşantısını maddî ve manevî tüm yönleri ile kuşattığından; tuvalet adabı ile sofra adabına kadar bir hayat tarzı belirler. Haram-helal, günah-sevap, suç ve ceza buna dahildir. Hukuk ilahidir. Buna uymayanların hukuku için şu söylenebilir: Hukukun gücü mü, gücün hukuku mu? Bana göre ikincisi.
Bu görüşleri teoride sıralayabiliriz ama pratikte ‘bu esaslar’ üzerinde çeşitli yorumlar, teviller, menfaat ilişkilerini kollayan uygulamalar gelir. Tefrika çıkar, her topluluk kendine göre bir yol tutar ve ‘Tek yol benim yolumdur, ötesi batıldır’ demeye başlar. İslâm tarihi ‘Asr-ı Saadet’ sonrası oluşan hakimiyet mücadeleleri ile doludur. O kanlı mücadele bugün de Müslümanlar arasında sürüyor. İşin tuhafı kimse kâfirle savaşmıyor; küfrüne fetva verdiği kendi din kardeşi ile savaşıyor.
İnsanlık Tarihi (insanın imtihanı) Habil ile Kabil’in çatışmasından bu yana insanın nefsi ile mücadelesinin de tarihidir. Bu sebeple zaman zaman Cenab-ı Hakk sonsuz rahmeti ile insanlara doğru yolu göstermek için peygamberler ve kitaplar göndermiş; ama insanlar peygamberlere uymak bir yana onlara türlü işkenceler uygulamıştır. Çünkü Kitap’ta belirtildiği gibi: ‘İnsanoğlu nankördür’.
Hayatın ‘acımasız gerçeklerinden’ biri de ‘gücün hakimiyeti’dir. Buna ‘tabiat kanunu’ da diyorlar. Güçlü olan sözünü yürütür. Hakimiyetini kurar ve ötekileri bu hakimiyetin altına alarak kendine benzetir. (Allah’ı inkâr, öte dünyayı inkâr ile ‘insanı’ yücelten anlayış asırlar içinde güçlenip teknolojik-medeniyeti inşa ederek dünyaya hakim oldu).
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika ile Rusya arasında bir bilek güreşi yaşandı ama, ABD kültürel olarak tüm dünyaya etkisini yaydı. Filimleri, müziği, giyim-kuşamı, özgürlükçü tutumu (yumuşak diken) insan ilişkileri vb. ile Rusya’ya fark attı. Rusya’da sosyalizmin yanlış uygulandığı Stalin’in zulmü ile gözden düştüğü söylendi. Sonunda çöktü.
Amerikan tarzı hayat anlayışı
tüm dünyayı istila etti. Coca-Cola ve kot pantolonu düşünün. Bond çantadan sonra sırt çantasını, ve
ayak üstü atıştırmayı.
İslâmi hassasiyeti yükselen Türkiye’de bu tarza ayak direyenler var. Başörtülü ve uzun pardösülü bir kız manzarayı yarıp geçiyor.
Geçiyor ama az dikkat ederseniz o da kulağına taktığı âletle ya caz, ya rep dinliyor; az sonra Mc. Donalds’a girecek ve hamburger yiyecek.
Bu yıl turist çok. Önümde İranlı bir aile yürüyor. Kadının ‘çador’u yerleri süpürüyor. Az dikkat ediyorum kot pantolon altına Converse ayakkabı giymiş.
Durum budur. Karşı konulmaz durum. Hepimiz internet aldık. Ama en çok girilen sitelerin ‘porno’ olduğu meydana çıktı.
Melez bir ‘hayat tarzı’ içindeyiz. Yılbaşına karşı çıkıyoruz ama ‘Anneler Günü’nü, ‘yaş günü’nü, ‘Sevgililer Günü’nü kutlamak için bin dereden bin su getiriyoruz. ABD’nin kültürel hegemonyası üzerimize bir âfet gibi çökmüş. Bunun tarihi çok eski. Sultan II. Mahmut devrine kadar gitmek lazım. Adam kıravat takmıyor, Batı’yı protesto ediyor ama giydiği ‘Frenk gömleği’ ve altında ‘pantolon’ var.
Aslında bunlara takılmamak lazım. Bunlar teferruat. Temel mesele meselâ: Banka.
Biz tüm iktisadi hayatın kalbi olan ‘Banka’ dışında bir alternatif düşüneceğimize ‘İslâmi Banka’ peşinde koşuyoruz.
Hayat tarzı bugünden yarına değişmez. Afganistan’da, Afrika’da yürüyen yerel kültür ‘çanak antenler’ ile, bilgisayar ve otomobil ile yoldan çıkacak. Ben tüm olup-bitenleri (siyasî-iktisadî-kültürel çabaları) tek bir hedefe yürümenin aracı görüyorum. Her şeyi o idare ediyor.
‘Tüketim kültürü’.
Hayat tarzının kilidi ve anahtarı burada. Biz bu kültüre karşı koyacak bir inanca sahibiz, ama inancımızı tam mânası ile yaşadığımız söylenemez. Şöyle ki: Hz. Peygamber’in sofrasında bir, bilemedin iki çeşit yemek olurmuş. Madem önderimiz odur, ona uyalım. (Tüketim toplumu yerine ‘Kanaat toplumu’nu kurabilirsek işte bu, dünyayı değiştirir, bize bir hayat tarzı kazandırır).
Hayır ötekilere öykünerek beş yıldızlı otel yapıyoruz. Bizim hanımlar da havuza, denize giriyor. Açık büfeye saldırıyoruz.
İki yüz çeşit yemek. İsraf bu, haram. Ama biz artanları muhtaçlara veriyoruz. Bu daha kötü. Demek ki muhtaçları kapında bekletip artıklarla besliyorsun.
Ruhumuzu kaybettiğimizin resmidir. Kayıp ruhu nerede bulacağız? İşte soru.
Mustafa KutluİZDİHAM