Mustafa Toprak, Frambuazlı Ağıtlar
Hep aynı yerden kaybetmeli insan. Sevdiği yerden ayrılmalı. Aynı umutsuzluktan mutluluğa armağan ettiği hatıraları alıp kaçmalı. Arkasına baktığı her an önüne çıkan taşlara takılmalarını umursamamalı. Gideceği en uzun mesafeyi hayallerinden düşmeli. Kaçtığı kadar kararsız kalmalı. Bunca acımasız öğüdü kendisine vermekten utandı. İşte her düşünce insanın kendine açtığı bir kavgaydı. İnsan en çok kendisini ikna etmekte zorlanırdı. Ayrı düştüğü kişide kalan ağıtları da yüklendi. İnsan iki ayrı ağıdın türküsü olmayı seçer kimi zaman. Kimi türkü söyletir kimi türkü olur. Onun payına da her yükü koşulsuz yüklenmek kalmıştı.
Bir sabah uyandı artık dünyada kendisi bile yoktu sanki. Onu tamamlayan insan aslında onu yok etmişti. Tamamlandığını düşündüğü insan onun yarısı değildi onun ölümüydü artık. Büyük bir öfkesi olmalıydı fakat hiç öfkelenmeyecek kadar çaresizdi. Kendisine kızıyordu biraz. Gerçi benliği kalmamıştı. Kurtarmaya nereden başlamalıydı bilmiyordu.
İnsanlar kalplerinde taşıdıkları tüm değerleri sevdikleri insana koşulsuz şekilde yüklüyorlardı. Sonra da yükledikleri bu değerlerden pay almaya çalışıyorlardı. Çünkü hiçbir aşkta aynı oranda değer değişimi olmuyordu. Biri gönlünü koşulsuz şekilde karşı tarafa emanet ediyordu. Sonra o emanetten ricacı oluyordu. Dilenircesine sevgi umuyordu. Daha önce verdiğinden bir miktar istiyordu. Sadece bir miktar. Zaten bu benimdi. Şimdi ondan birazcık bana vermelisin diye didiniyordu. Bundan hiçbir pay alamadan karşısındaki insan bir anda ortadan kaybolabiliyordu.
Onun durumu da aslında tam olarak böyleydi. Eliyle kaybolmasına müsaade ettiği değere kızgındı. Şimdi aynı değeri inşa etmek ne kadar zamanını alırdı bilmiyordu. Yoksa değerini de alıp kaçanın peşinden mi gitmeliydi? Hesap sormalı nedenlerini öğrenmeli miydi? Yokluğa sürüklediği anlamları yeniden bulup aynı anlamları yeniden mi kazanmalıydı? Aklı almıyordu, gerçi artık aklından şüphe ediyordu. Hiç bu kadar gönlüyle baş başa kalmamıştı. İnsanın gönlü insanı ferahlatırdı onun gönlü ise aklını yok edecek kadar genişliyordu. Hiçbir karara varamadan geçen günler her gününden bir ağıt koparıyor gibiydi. Kimseye yapacak bir açıklaması kalmadığını bilerek kendisine küsmeyi tercih etti. Kendisiyle barışacağı güne randevu almak istedi fakat tüm günler doluydu. Belki dünyanın başka yerlerinde kendisiyle barışabilecek boş bir gün bulabilirdi fakat bir defa kendisine küsen insanı hangi aşk mutluluğa inandırabilirdi ki?
Mustafa Toprak
İZDİHAM
Ne kadar güzel bir yazıKaleminize,yüreğinize sağlık Mustafa TOPRAK