Babam hep sürgün olurdu, doğal olarak biz de. Sürgün deyip geçmemek lazım, kısa aralıklarla sürünmek gibi bir şey.
Sonra alışıyorsun işte, çok alışıyorsun. Ve hep alışıyorsun.
“Zaten insanın kaderi alışmak gibi bir şey.”
Fakat şehirlerin ve içindeki insanların o cezbedici yanı “İyi ki sürgün bir adamın kızıyım” dedirtiyordu çok zaman.
Tanıştığımız bütün kentlerin insanlarıyla nedense haşır neşir olmuyordum ilk etapta. O şehirlerin ağaçları, dağları, tepeleri, uğultulu rüzgarları her daim en yakın arkadaşım olurdu.
“Ve kurumuş salyangoz kabukları.”
Bunu niye yapıyordum bilmiyorum ama avuç avuç salyangoz kabuğu biriktiriyor onlar çoğaldıkça kendimi hiç yalnız hissetmiyordum. Çoğaldıkça çıkarttıkları ses, başka seslere ihtiyaç duyurmuyordu bana. O kabuklu dünyanın canlı bir parçası olmak aslında mutlu ediyordu beni.
Çok sonra, büyüdüğüm vakit; geçmişten gelen kabukların beni koruyan bir dış elbise olduğunu fark ettim. Ne zaman bir dolu sesten kaçmak istesem yine aynı kabukların yanında alıyordum soluğu.
Ben ve salyangoz kabuklarım.
Dağlarım, ovalarım, rüzgar uğultularım.
Müzeyyen Demir Yel
İZDİHAM