7 Mart 2016

Nagihan Şahin, Umur

ile izdihamdergi

Bu evin hayalini dört yıldır kuruyordum. Geniş (190 metrekare) ve bahçeli (50 metrekare, arka bahçeyle toplamda). Üstelik sağlam, bakımlı.

Beş parasız, işsiz güçsüz, hatta serseri olduğum hâlde böyle bir evi nasıl olup da alabildiğime herkes şaşırıyor. Bazen ben bile inanamıyorum buna.

İşten atılmıştım ve ev sahibime iki aylık kira borcum vardı. Biraz birikmiş param vardı ama kirayı verirsem aç kalırdım ve işin kötüsü hemen bir işe girip çalışmak istemiyordum. Ev sahibi, üçüncü ayın ortasında beni evden attı. Kadın sonuna kadar haklıydı. Ama çilingir çağırıp evime girmesi ve eşyalarımı apartman girişine indirtmesi gerekmiyordu. Aylaklık ettiğim o günün sonunda apartmana girmeden, daha kapının camından eşyalarımı görünce neye uğradığımı şaşırdım. Kapıcının ziline basıp neler olduğunu sordum. Oldum olası beni küçümseyen kapıcı daha da büzülmüş dudaklarıyla konuştu. Olanları öğrenince kanım beynime sıçradı. Hemen bir sokak aşağıdaki ev sahibine gittim. Zili çaldım. Ayak seslerini duydum ama beni mercekten görmüş olmalı ki kapıyı açmadı.

Onunla karşılaştığımızda işsizlik maaşı almayı hak etmediğim yeni ortaya çıkmıştı. Sigorta müdürlüğü binasından çıktım ve betondan yapılma bir sıraya oturdum. Bu ülkedeki bürokrasiyi, adaletsizliği anlayamıyordum. Kendimi bir insandan değil de kovuktan çıkmış gibi hissediyordum.

Bana ne olmuştu böyle? Bu hâle nasıl gelmiştim? Taştım ben taş. Bir robot. Robot ve taş. Taştan robot. Canı yanmaz, eti duymaz, kalbi çırpınmaz, teni bilmez… Hemen her gece mesaiye kalıyorduk. Paket yapmaktan, paket kontrol etmekten ellerim paralanmış, gözlerim şaşmıştı. Geçen ayki mesai paralarımızın yarısını bile almamıştık üstelik.

İşin bir tuhaf yanı da umursamıyor oluşumdu. Bilmem n’ettiğimin bu dünyasını artık umursamıyordum. Ben kısırdım, yetersizdim, kötüydüm ve olmuyordu işte. Bir an önce ölmek istiyordum. İstemiyordum da, işte, ölsem de umrumda olmazdı hiç. Yani hemen ölsem iyi olurdu.

Aklıma birden sigara içmek geldi. Hani böyle can çekmesi gibi de değil, aklıma geldi işte. İçmiyordum oysa ki. Şimdi elimde bir sigara olsa, bir şekil yaksam, yarı tafralı yarı kederli içsem ne yakışırdı halime. Şöyle biraz düşünceli, biraz görmüş geçirmiş, biraz fettan bir kadın gibi kondururdum dudaklarımın arasına.

Sanki bir fotoğraftaymış gibi kendimi sigara içerken görüyordum. O esnada karşı sıraya oturdu; fotoğrafın içine girdi bir anda. Aklım sigaradayken canım âşık olmak istedi. Ona âşık olabilir miydim? Olsam ne olurdu, olmasam ne? Ben gerçekten hiçbir şeyi umursamıyordum artık.

Yakışıklı sayılmazdı ama ilgi çekiciydi, kıyafeti düzgündü. Onu süzerken parmağındaki alyansı görünce kırıldım biraz. O sırada gelip “Sigaranız var mı?” diye sordu. Var dedim.

Evin tapusunu aldığım günün ertesinde tapu sicil müdürlüğüne bir tepsi baklava gönderdim.

Eve yerleşmem sadece iki gün sürdü. Bahçeyle ilgili çok güzel planlarım vardı. Taşındıktan sonraki üçüncü gün, beni ziyarete geldi. Çay istedi benden. Evi gezmedi bile. Konuşmadı, gülümsedi sadece. Giderken dudaklarıma hafif, eğreti bir öpücük kondurdu.

– Çok güzel, bir tane alabilir miyim?

– Beş dakika beklersen hemen getiririm, dedim.

Tamam dedi ve güldü. Bir tuhaf güldü. Meydana girişteki büfeye koşup sigara istedim. Hangisinden diye sordu büfeci. Durdum. Hangisinden? Fabrikada en çok hangisinden içiyorlardı? Bu iyi bir fikir değildi. “En iyisi hangisi ki?” Adam bir paket uzattı. Parasını ödedim.

Olduğu yerde oturmuş beni bekliyordu. Uzattım.

– Yakar mısın?

Kibritimin de olmadığını ayırt ettim.

– Beş dakika daha beklersen hemen getiririm.

Tamam, dedi. Gülümsedi. Bu kez gerçekten gülümsedi. Elini saçlarına attı. Tamam, dedi bir kez daha.

Büfede çakmak satıyorlardı.

Döndüm, evet, oradaydı.

Sigarasını kendi yaktı.

– Karım sigara içmez, dedi. Evde hiç içemiyorum o yüzden. Hep dışarıda. Hep bulutların gölgesinde.

Hiçbir şeyi umursamıyordum.

Nagihan Şahin
İZDİHAM