BEN DE YAZDIKÇA KEŞFEDİYORUM
Röportaj: M. Dilek Erdem
ESKADER 2015 Kültür Sanat Ödülleri’nin sahiplerinin belli olduğu toplantıda Şule Yayınları’ndan çıkan Naime Erkovan Hanımefendi’nin Ay ve Güneş Kumpanyası isimli Hikâye kitabı 2015’in en iyi hikâye eseri seçildi.
İsmini sosyal medyada duymuş olmakla birlikte A. Ali Ural Atölye çalışmalarında Naime Hanım’ı daha yakından tanıma fırsatı buldum. Naime Erkovan talebelik ve muallimliği aynı anda yürüten, Şule Yayınları’nda halen editörlük yapmakta olan, aynı zamanda çevirilere de imza atan oldukça yoğun bir isim. Ay ve Güneş Kumpanyası’nı okuduğumda “Hava karardıkça evler çocukları yakalıyordu” (s. 17) cümlesiyle, akşam ezanı okunur okunmaz pencerelere dökülen annelerin sokak boyunca isimlerimizi bağırdığı eski günlere gittim. “Parsival hiç koşmamış birinin inadıyla, hiç gülmemiş birinin iradesiyle yetişti kafileye.” (s. 79) Başarmak için bazen elimizden gelenin fazlasını yapmamız gerektiğini işaret eden bu cümleden sırlar devşirdim.“Nefessiz kelimelerin valsi” (s. 97) cümlesiyle adeta saatlerdir tuttuğum soluğumu verdim. Doğu batı senteziyle örülmüş, seçilmiş kelimeleri kanaviçe gibi işlenmiş eser Dede Korkut’un duasıyla biterken ödülü neden hak ettiğini daha iyi anladım.
Genç fakat donanımlı yazar Naime Erkovan Hanımefendi ile sizin için söyleştik. Sadece ödüllü kitabından değil, yazmaya dair çok kıymetli önerilerin de yer aldığı söyleşimizden özellikle genç edebiyat severlerin fayda bulacağını ümit ediyorum.
– “Yazdıkça keşfediyorum,” diyorsunuz Naime Hanım. Biraz sizi ama daha çok edebiyat alanında duruşunuzu ve Naime Erkovan’ın yol macerasını keşfetmek istiyoruz. Biraz kendinizden bahseder misiniz? Naime Erkovan kimdir, yazım hayatına nasıl ve ne zaman başlamıştır?
– Çocukluğum Almanya’da iki farklı şehirde geçti. İkincisi Berlin’di ve orada yedi sene kaldık. 1990 yılında babamın her zamanki Türkiye’ye kesin dönüş yapma hayalini gerçekleştirdik. 13 yaşlarındaydım ve Türkçem çok yetersiz olduğu için okula gidip gitmeyeceğim bile belli değildi. Bir yıl okula gitmedim, 1991’de Kadıköy İmam Hatip Lisesi’ne başladım. Oradan mezun olduktan sonra Alman Dili ve Edebiyatı bölümünü kazandım. İki yıl devam edebildim, başörtüsü sorunu nedeniyle yarım bırakmak zorunda kaldım. Okul konusunun benim için kapandığı dönemde yazmaya ağırlık verdim, Ali Hocam ile tanıştım. Kitabım da çıkmıştı ki genel ve kapsamlı aftan faydalanarak fakülteye 3. Sınıftan devam ettim. Hayli ilginçti tabii ki, sınıf arkadaşım hocam olmuştu artık. Halen İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümünde yüksek lisans yapıyorum.
– Yazmaya olan eğiliminiz çocukluğunuza mı dayanıyor?
– Almanya’daki eğitim sistemi hayal gücünü geliştirmeye yönelik bir sistem. Mesela yazılı konumuz, resimleri hikâyeleştirme bile olabiliyordu. Biz hayal gücünü geliştirme konusunda maalesef bir kısır döngüdeyiz. Gerçekçilik çok belirgin. Hayatın gerçekleri böyledir, kesin ve keskin hatlar ile bellidir bizim sistemimizde. Son yıllar da Türkiye’de uygulanmaya başlayan el yazısı Almanya’ da yıllardır benimsenmiş bir yazım stilidir. Aslında el yazısının rahatlatıcı bir etkisi var, keskin harflerin yuvarlanarak ve birbiriyle bağlantılı gitmesi terapi gibi. İnsanı dinginleştiriyor ve motor kaslarına da iyi geliyor bildiğim kadarıyla. Dolayısıyla çocuklukta alınan eğitimin yazmak ve üretmekte rol oynadığı bir gerçek.
– Naime Hanım yazmak için özel bir sistem gerekir mi ?
– Ben de yazdıkça keşfediyorum, bize bazı doneler veriliyor ama her yazar kendi yolunu çizmek zorundadır. Öğrencilerime verdiğim örnektir, her rejim her bünyeye her metabolizmaya uymaz. Desem ki mutlaka sabahları yazın, benim rahat yazdığım bir saat başkasına uymayabilir. Bu konuda kendimizi yoklamalıyız. Tabii ki bir yandan da sürekli okumak gerekiyor, çünkü her ne kadar hayat bizi besliyor olsa da bize dil ve farklı düşünme imkânları da ustalar, iyi metin yazarlar ve iyi eserler veriyor.
– Yazarlık, profesyonellik oluşmamışken de yazabilmektir, diyebilir miyiz? Amatör ruhun tedirginliklerinden sıyrılması profesyonellikle mümkün olur mu size göre? Bu, güven ve heyecanın kaybolmasına sebep olur mu?
– Bana göre işin profesyonelliği her zaman acemi olduğunu hatırlamaktır. Acemilik bizi her zaman uyanık tutuyor. Daha iyiye ulaştırmaya çalışan bir risk belki risk ama güzel bir risktir; amatörlük besleyicidir.
– Bu ödül sizin için tetikleyici güç oldu mu yoksa eserin bir adım üzerine çıkmanız gerektiğine dair baskı hissediyor musunuz?
– Ödül olsa da olmasa da kendimizi tekrar etmenin gereği yok. Her zaman bir adım üstünde bir şeyler yapma gayreti olmalı çünkü o kadar çok kitap yazılıyor ki, biz farklı olmayacaksak yazmanın anlamı kalmıyor diyebiliriz. Benim en büyük endişemdir yeni ve özgün bir şey yakalayamamak. Yeni bir söylem üretemeyip klişelerin yanına dizilmek gibi bir derdim yok. O zaman bu işi bırakmak bile daha mantıklı gelebilir. Her iş gibi yazmak da Allah’ın bir lütfuyla gerçekleşiyor. Bu zamanda yaşıyorsak yeni bir şeyler verecektir mutlaka Yaradan. Yeter ki biz kanallarımızı açık tutalım. Bu işte en büyük tehlike, “Ben yazıyorum,” kibrine düşmektir. Eğer bu eylem bizim elimizde olsa her yazdığımızın iyi bir metin olması gerekir. On senelik bir geçmişten bahsediyorum ve şu an her yazdığımın mükemmel olması gerekir.
– Edebiyat dünyasında kadın yazarların durduğu noktayı nasıl buluyorsunuz?
– Kadın erkek ayrışmasından çok hoşlanmıyorum. İyi yazmak kötü yazmak ayırımı vardır bana göre. Ama şu da bir gerçek ki kadınların bu işteki sabrı çok daha büyük. Bizim kendimize yazı alanı açabilmemiz biraz daha zor elbette. Ama bunu dönüştürebileceğimizi düşünüyorum. Yazarken ve uğraşlarım sırasında fark ettim ki geniş zamanları kötü harcıyoruz. İyi bir çalışmanın geniş zamanda çıktığını pek görmedim. Üretkenlik dalgası her zaman var ve etrafımızda dönüyor o dalga. Bazen bize yol açılıyor ve biz bir şeyler yakalayabiliyoruz. Bana göre bu bir döngü ve zihnimiz aynı anda birçok şeyi düşünebilir. Siz bir işle meşgulken aklınıza iyi bir konu gelebilir. Ancak durağan bir yerde gelişme olmuyor ve beyin uyumaya alıyor kendisini. Aslında en güzel enerji saatlerinde meşgalelere harcanan vakit, yorgunluk olarak dönüyor bize. Beyinde üreticilik kalmıyor. O yüzden saatlerimizi iyi tespit etmemiz gerekiyor. Ben sabahları yazabiliyorum mesela. Madem hepimiz bir şekilde fedakârlık yapmalıyız, ben de uykumdan fedakârlık yapıyorum. Yine de cinsiyet yüklemiyorum yazmaya. Bakış açısı, evreni anlayabilmek, çalışma ve okumayla doğru bakmasını bilmek ve dönüştürmeyi yakalamakla alakalı.
– Varlığı ve eserleriyle bize ışık tutan üstatlardan biri ve belki de en önemlilerinden Ahmet Hamdi Tanpınar’ a öykünen biri olarak, Naime Erkovan kimleri ve hangi eserleri okur, kimlerden beslendiğini bilmek isteriz. Bu bağlam da zikredeceğiniz isimler var mı?
– Bu konuda pek bir ayırımım yok. İyi bir edebi metin ne olursa olsun okurum. Döne döne aynı şeyi okumam, vaktim yok çünkü ama mesela Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü dingin kafayla bir daha okumayı istiyorum. Yoğunum ama en çok özendiğim durum, düzenli ve keyfince kitap okuyabilmek.
– Biraz da ödüllü eseriniz Ay ve Güneş Kumpanyası eserinizden bahsedelim. Kitapta dikkatimi çeken, Avrupa’da doğmuş büyümüz biri olarak öz kültürümüzü tanıtma amacı. Avrupa’da büyüyünce köklere daha mı bağlı olunuyor?
– Evet, bir bağlantısı var. Almanya’da iken Türk olmanız yeterlidir nereli olduğunuz önemli değildir. Orada yabancısınız ve sizi iyi anlayabilecek kimse yok. O yüzden Alevi Kürt gibi bir ayrım yok. Türk ve Müslüman olmanız yetiyor. Buraya geldiğimde de en çok o durumu özledim. Bizler çok Avrupaileştik. Almanya’da komşuluk ilişkilerinde bile akrabalık hususiyetlerini gözetiyorduk, Ülkemizde ise akrabalar ile resmiyete dönen ilişkilerimiz olduğunun gözlemliyorum.
– Peki, ödüllü bir eserinizin olabileceğini düşünür müydünüz ilk başladığınız zamanlarda?
– Hayır, düşünmüyordum hatta hocam artık kitap yazmamın vakti geldiğini söyleyince bir müddet buna bile inanamadım. O hep şunu söyler: “Olmamış meyveyi dalından koparmak da, olgunlaşmış meyveyi vaktinde koparmamak da yanlıştır.” İkisi de verimsizdir. Doğru vakti bilmek önemlidir.
Dilek Erdem
İZDİHAM