Nazlı Eray, Kayıp Gölgeler Kenti
Hemen söyleyeyim, kayıp gölgeler kenti Prag. Nazlı Eray’ın geçmişle bugün arasında gidip gelen karakterlerle kurguladığı, son eserlerinden birisi.
Bu seferki ünlü kahramanlarımız Stalin, Stalin’in hayatına giren kadınlar, Stalin’in yakın askerleri Yezhov ve Beria, Alphonse Mucha ve çizdiği Art Nouveau kadınlar, Victor Oliva ve “Absent İçen Adam” tablosu.. Nazlı Eray’ın tarzını severim; hafif, olağan şeylermiş gibi, gider bir kafeye oturur yanına genellikle ölü ve ünlü biri gelerek onunla bir sırrını paylaşır. Bu romanda da öyle. Onunla birlikte hem Prag’ı geziyorsunuz, hem de Stalin dönemindeki kahramanlarla buluşup o döneme dair yeni şeyler öğreniyorsunuz.
Yazar Prag’da en çok “geçmişle bugün arasındaki kristal avizeli irtibat bürosu” diye tanımladığı Cafe Europa’da buluşuyor konuklarıyla. O Cafe Europa’yı anlatırken benim gözümün önüne nedense hep Beyoğlu’ndaki Markiz pastanesi geldi, belki Mucha kadınlarının çağrıştırdıkları yüzünden. Kitabı okurken aralarda yazarın bahsettiği kişi ve mekanları internetten araştırdım; Victor Oliva’nın “Absent İçen Adam” tablosunu hiç görmemiştim, tam anlattığı gibiymiş. Mucha kadınları da gerçekten etkileyici.
Yazar, kendisiyle yapılan bir söyleşide şunları söylüyor kitap için: ” Stalin’in yaşamı ile ilgili taptaze ayrıntılara ulaştığımda çok heyecanlandım. Tarih kitaplarındaki tekdüzelik ve sıkıcılık yoktu bulduklarımda. Yeni açılmış arşiv bilgilerini ve son dört yıl içinde yazılmış olan Stalin biyografilerini araştırdım. Bir polisiye roman kadar sürükleyici bir hayat, bir korku romanını anımsatan yıllar ve aslında yalnız bir adamın kendine has hüzünlü ve trajik yaşamı.
İşte bunlar çıkıyordu karşıma araştırmalarımı yaparken. Ölümle iç içe bir yaşam. Çelik gibi bir irade, kan donduran bir soğukkanlılık, zamanında ülkesinde tanrı gibi tapılan bir adam, herkesin korktuğu bir diktatör. Tuhaf bir biçimde kadınlara çok çekici gelen bir erkek, annesinin gurur duyduğu bir çocuk, ürkütücü ve paranoyak bir lider. Yirmi birinci yüzyılda da böyle meydana çıkıyordu Stalin. Bir yüzyıl boyunca sansürlenmiş ve gizli kalmış arşivler açıldığında. Bulduğum fotoğraflarla romanı daha da inanılası kılmak istedim. Yazdığım gerçeklerdi, fantastik bir konum içinde sunuyordum onları. Belki de büyülü gerçekçilik akımında ilk kez böyle bir roman yazıldı.”
Kitabı okurken, kahramanların adı geçtikçe bazen ben de kitabın arkasındaki sayfalara basılmış siyah-beyaz fotoğraflara baktım uzun uzun. O dönemleri, o insanları canlandırmak konusunda Nazlı Eray gerçekten çok başarılı. Şimdiye kadar Prag’a gitme imkanım olmadı, ancak birgün gidersem bu kitabı yanıma almayı unutmayacağım. Siz de keyifli ve hafif bir okuma istediğinizde tercih edebilirsiniz.
Meraklısına Not: Kitaptan aklımda kalan şeylerden biri de Seul’deki mezarlık. Daha doğrusu Seul’de mezarlık yokmuş, onun yerine şehrin biraz dışında bir yer varmış, buraya ölenler yakıldıktan sonra küllerinin konduğu kavanozların bulunduğu bir yer varmış. İnsanlar da mezarlık ziyareti yerine, sıra sıra duran ve üzerinde kişilerin ismi yazan bu kavanozları ziyarete giderlermiş. Bazen kavanozların yanına mektuplar, çiçekler bırakılırmış. Çok etkileyici bir imge, değil mi?
Habbele
İzdiham