gözlerimi kapasam
en içten dehlizlerimin dibinden gelen
iki yorgun yaprak gibi gözlerini görüyordum
gözlerini gördüğüm her akşam
bütün yaprakların birden döküldüğü bir gölette
yorgun bir flamingo gibi gittiğini görüyordum
ben unutmayı sende öğreniyordum
napoli’de bir gemici şilebi bekliyordum
saat on ikiye dört vardı
kasım rüzgarları kapıma dayanmış
sonbahar arkasından kızgın bir demir gibi
tadını bırakmıştı
bütün ağaçlar gardiyanlar gibi sokaklara dizilmiş
birilerini sorguya çekmeye hazırlanıyordu
beni sorguya çekeceklerdi biliyordum
iki yemin gibi oysa seni en kapalı kapılarımda hapsedeceğim
beni falakaya yatıracaklar vuracaklar
iki nokta bir hat yalnızlığında boğacaklar
durmadan seni soracaklar kulaklarımı kapatacağım
öğrendiğim bütün yalanlardan bir gerdan gibi
kendimi öreceğim onlara
onlar değil, ben inanmazsam
bir narkoz gibi damarımdan estireceğim
acıya dair ne varsa
kanatlarından çarmıha gerilmiş
kurbanlık motifler gibi bedenimi yıldızlara takıp
ergüvan gürültüleri önünde vaftize kaldıracağım
kendimi
ve gözlerim iki yana, iki bıçkın açıldığında ki anlayacağım
seni hiçbir zaman görmediğimi
oysa ben
oysa içimde bir nagant gibi kazınmış umudun bitmemişken
bu bandırasız gemiler ormanında bir başıma kalmamışken
bu dudaklarımdan kırık dişler gibi dökülen
o senin ismin miydi bilmiyorum
şimdi yalnızca bu ari denizin üstünde yapraklar gibi kalbim
süpürülmeyi bekliyor
ve ben manchester sigaralarının öfkeli dumanında
kendimi yutmak üzereyim
ben unutmayı sende öğreniyordum
ben nerdeyim şimdi bilmiyorum, kendimi bilmiyorum
kasım’da kendimi unutmuş
dünden bugüne yedi mısra olarak söyleniyordum
sokaklarımda oluk oluk akan sonbahar ninnileri
ayaklarımın dibinde bir sabun kayganlığında
gölgem, benim, kendimin
bulutlara baktığımda bir şeyler kaybettiğimi anlıyordum
seni kaybettiğimi anlıyordum her yağmura dokunduğumda
bu bakır çalığı gökleri bir daha yaşayamayacağım
allah’ım gibi biliyordum
her şeyi unutacaktım
bütün seferlerde mudil yolcular gibi tenhalığımı
göçmen kuşlar gibi uçup uçup yitirdiğimi
böyle nem çeken her gecenin ucunda direndiğimi
savaştığımı, her şeye karşın kuru kaldığım geceleri
bu yağmur ormanlarının altında bir şehir efsanesinde yaşıyordum
şimdi içimde büyük büyük bir yalanı yaşıyorum
kirpiklerimden mısralar akıyor, kimseler tutamıyor beni
ben unutmayı sende öğreniyordum
saat on iki olsun
gelen ilk gemiye yeminliyim bineceğim
bilmeyeceğim beni nereye götürecek
belki üç ay, aç susuz kalacağım
karanlığım içinde yetim bir ağaç gibi yalnız kalacağım
üçüncü ayın sonunda belki kendimi öldüreceğim
leşimi açık denizlerde bir bangır gibi atacaklar
ve arkamdan yalnızca seyir defterlerinde mavi bir ışık kalacak
o ışık ki senin gözlerinden süzdüğüm
bir demet gibi yalnız kalacak
artık kimseler hatırlarsın istemiyorum beni
senin için yazdıklarım, uğruna haırpaladığım geceler hatırlarsın istemiyorum
bir kahvede eğik bir masanın üstünde bıraktığım
o çokça buğulanmış bir gözün izlediği
o çocuğu çünki bir gece yarısı eriyik şekerler gibi tükettim
artık bir erkek gibi öpemiyorum
sesimin titremesinden geliyor bu bütün yağmurun sesi
aklıma dudakların geliyor, bulutlar alıp alıp getiriyorlar bana
hangi ülkeye çıksam, bir afet gibi
yine seni getiriyorlar
artık hiçbirini istemiyorum
geceler boyu bir armangac dibinde sabahladığımı
seni anmayı, o allahsız gözlerinin ıslaklığında yıkandığımı
bütün haç günlüklerini okuduğumu
her birinde insanlarımın sana taptığını okuduğumu
benim şiirlerimi okuduğunda ağlamanı istemiyorum artık
ne varsa yaptım
sabahlara kadar çareler tasarlardım
miyop gözlerim büyüyüp büyüyüp küfürler okudu
senin adına
seni bırakmak yırtmak unutmak için
ben unutmak istemiştim seni
oysa yalnızca çehreni bir kıble gibi çizmiş
ve etrafında tavaf etmişim
işte anlıyorum şimdi
ben hiçbir şey öğrenememişim
gözlerimi her kapattığımda
baştan aşağı seni yaşamışım ben
ben seni unutumamışım
İZDİHAM