30 Kasım 2015

Nihat Genç Röportajı II. Bölüm

ile izdihamdergi

II. BÖLÜM

Bugüne kadar yayınladığınız kitaplar arasında yanlış hatırlamıyorsam ‘Edebiyat Dersleri’ kitabınızın çok ayrı bir yeri olduğunu söylemiştiniz. Bu kitabınızı diğerlerinden ayıran nedir?

Pahalı olduğu için istediğim tiraja ulaşamadım. Fakat şimdi Edebiyat Dersleri’ kitabı 10.000’i zorluyor. Kitapta edebiyatın ne olduğuna dair birkaç metin var. Hikâyeler var. Yaşadığım dönemi anlattım.  Mesela yaşadığım o siyasi dönem geçti gitti ama o siyasi döneme ait yazılar bu kitapta. Bir edebiyatçının, bir yazarın hem tarihe hem de edebiyata karşı sorumluluklarını dolaylı bir şekilde bu kitapta dile getirmeye çalıştım. ‘Bunu şurada yapıyorum’ diye bir şey yok.  Başka türlü hikâyeler yazdım.  Derli toplu bir kitap olarak bunu görüyorum…

Bu kitap iki farklı isimle mi basılıyor?

Kitabın ismi insanları yanıltabiliyor. Teorik bir kitap olarak algılanıyor. Onun için Edebiyat Derslerine Giriş’ olarak değil de ‘Edebiyat Dersleri’ olarak basılıyor artık.

İlk göz ağrılarınızdan biri olan Leman, yeniden ordasınız. Leman dergisi nedir?

İki haftada bir yazıyorum. Hem benim yorgunluğum müsaade etmiyor. Hem ‘Leman’ dergisinin hacmi yetmiyor. Bir de uzun yazıyorum ama tekrar kısa yazmaya başlayabilirim. Türkiye’de adım ‘Nihat Genç’ olmuş ise bunu ortaya çıkaran ‘Leman’ dergisidir. Hızlı süreli olarak yazdığım ilk dergidir. Bu benim kalemimin gelişmesini sağladı. Bağımsız bir adam oldum. Bana hiç karışmadıkları gibi, avukatlar verdiler. O avukatlar da benim davalarımla ilgilendiler. Ve ben bağımsız bir yazarı ‘Leman’ dergisinde şekillendirdim. ‘Sağ’a da, ‘sol’a da iyi ve güzel tarafları tartan eleştirisel bir dil kullandım. Bu Türkiye’deki tüm büyük medyaların bana düşman olmasını sağladı.

Bağımsız bir yazarın ortaya çıkmasında özgür bir yayıncılığın ne olduğu konusunda ‘Leman’ dergisi özellikle vurgulanması gereken bir yerdir. Çünkü ben birçok yere yazılar verdim, benden birçok yer yazı aldı. Hepsi sansür ve ambargo koydu. ‘Leman’ dergisinde yayınlanan yazılarıma müdahale ancak altından kalkamayacağımız bir hukuki durum olduğu zaman yapılırdı. Ve yazınsal anlamda büyük bir özgürlük alanı sağladı bana Leman.

Peki, siz mizah okur musunuz? Leman’da ve ‘Uykusuz’ ‘Penguen’ gibi dergilerinde üretilen mizahı nitelikli bulur musunuz? Güldürüyorlar mı sizi mesela?

Türkiye’de son yıllarda bir ‘kolej’-‘ortaokul’ mizahı yapılmaya başlandı. Çok değer verdiğim çocuklar var. Bu ‘ortaokul’  mizahını da küçümsememek lazım. Bu da çok önemli bir iştir. Bu çocuklar dünyadaki her şeyi anarşistçe eleştirdiler. Bu mizahı yapmak da zordur. Ama ben oradan çıktım. Ben daha geniş, daha farklı alanlarda başka şeyler konuşmaya başladım. Mesela siyasi ağırlıklı konuşmaya başladım. Ve tavırlarım gittikçe netleşmeye başladı. Bir de mizah, özellikle karikatür anlamında geride olan bir çalışmadır. Çünkü televizyon var. İnsanlar eğlenmek için genelde televizyonu, sinemayı seçiyorlar. Karikatür gücünü bu kadar tutamıyor. Gittikçe zayıflıyor.

Ve şimdi karikatür tamamen ‘kolej’ ve ‘ortaokulluların’ eline geçti. Çok profesyonel insanlar, bizim gibi insanlar takip ediyor. Ya da hatıraları olan insanlar takip ediyor dergileri. O dergilerdeki çocuklar çok zeki. Ama o zeki çocukların düşünsel alanı, tabakası buralar. Beni güldüren çok arkadaşım var. ‘Leman’ dergisinden Ahmet Yılmaz var. Ahmet Yılmaz hiçbir şey yapmasa da beni güldürüyor. Metin Üstündağ benim arkadaşım. Selçuk Erdem- Erdil Yaşaroğlu var. Yiğit Özgür mesela son dönemdeki gençliği iyi yakaladı. Bütün bu arkadaşlara benim söyleyecek bir lafım yok. Kendi işlerini güzel yapan çocuklardır.

Skytürk ve ART televizyonlarındaki programlarınızı karşılaştırdığımızda dikkatimizi çeken bir şey var. Sanki bir türlü eski havanızı bulamadınız gibi geliyor bize. Sizinle ilgili internet üzerinde dolaşan video’ların tamamı Skytürk’te yaptığınız programdan alıntı mesela. Ne dersiniz?

Bu çok doğrudur. Skytürk televizyonunda çalışırken herkesin bildiği malum sebeplerden ötürü bir şekilde oradan ayrıldık. Dolaylı bir şekilde baskıyla yani. ‘Avrasya TV’ye gelmeden önce 6–7 ay kafamı dinledim. Hayatım boyunca bir daha televizyona çıkmayı düşünmüyordum. Ama çok büyük bir sıkışma oldu geldim. Arkasında büyük holdingler, güçler olmayan televizyonlar da yeterince cesur olamıyorlar. Avrasya TV’ Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Radyo Televizyon Üst Kuruluna bağlı. Bu yüzden esprileri, fıkraları ‘Skytürk’ kanalındaki gibi çok rahat söyleyemiyorum. ‘Avrasya TV’ de kendi sansürümü kendim yapıyorum. Birisi bana ‘burayı keselim’ demiyor. Ama ben kanala bir rahatsızlık doğurur diye kesiyorum. Bu çok doğrudur.

Programda konuştuğunuz kişilerin faktörü var mıdır? Yani Lale Şıvgın ile Serdar Akinan karşısında konuşmanın farkı nedir?

Serdar Akinan nereden bakarsanız bakın benim erkek arkadaşımdır. Lale Şıvgın kız arkadaşımdır. Lale Şıvgın’ı çok seviyorum. Ama Lale Şıvgın’a bir erkeğin anlatacağı fıkraların biraz daha usturuplu olması gerekir. Bu farklılıklar var. Lale Şıvgın çok girişken, kendini yetiştirmiş, çok değerli biri. Lale Şıvgın ile program yapmayı özellikle ben istedim. İlk olarak gelmek istemiyordu ama Lale benim arkadaşım olduğu için beni en iyi o anlar diye düşündüm.

Şiir ve şairlerle aranız nasıl? Şiir türünde karalamalarınız var mı?

Türk edebiyatında yer etmiş birçok şair zamanında bizi de çok etkiledi.

Belki de bu şiir ve şairlerin duygu ve heyecan ortamı sayesinde ben de yazar oldum. Ahmet Haşim, Yahya Kemal Beyatlı, Sezai Karakoç, Necip Fazıl Kısakürek, İsmet Özel, Can Yücel, Cemal Süreyya gibi birçok şairin tatları çok ilgilendirdi beni. Okumadığım kitap yok gibi. Yakın dönem Türk Edebiyatını hatim ederek yazarlığa başladım. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Orhan Kemal, Kemal Tahir gibi köy edebiyatçılarının, Sabri Karagöz’ün aklınıza kim gelecekse hepsini, roman ve şiir olarak birikimlerinin hepsini sıfırdan okudum.

Okuduğum yazarlar ülkemizi anlattı. Hapishaneleri, köyleri, tarlaları, doğu – batıyı anlattılar. Bütün bu çalışmaları çok iyi bilmem lazımdı. Yoksa dünyayı, Amerika’yı yeniden keşfetmiş olacaktım. Bu bir edebiyatçı için çok hatalı bir durumdur. Yetişebildiğin kadar senden önce söylenmiş sözleri bulacaksın. Bu yüzden ben 25- 30 yaşlarında büyük yazarlar çıkacağına inanmam. Ancak ilham yazarları çıkar. Yani Şair gibi bir şey olabilir. Arthur Rimbaud diye bir adam var. Sarhoş Gemi… Böyle bir duruşla olabilir. Edebiyatçı olarak 40 yaşından önce çıkmaz. Çünkü bir dünya kültürünü, dünya felsefesini, doğu- batı edebiyatlarını az buçuk bilmeden olmaz.  Yazarlık yapamazsın.

Şiir türünde çalışmalarınız var mı?

Gençliğim boyunca çok şiir yazdım. Fakat şiirlerimi alt alta değil virgül atarak yan yana koydum. Bütün bu şiirlerimi de hikâyelerimde tasvir olarak kullandım. Coşku metinleri olarak kullandım.

Çok sık röportaj veren bir isimsiniz. Belki hiçbir yazara kısmet olmayacak kadar ilgi görüyorsunuz büyük-küçük tüm dergilerden. Sizin için röportaj vermek keyifli bir hadise mi? Sıkıldığınız, yorulduğunuz zamanlar oluyor mu?

Çok sıkılıyorum, çok yoruluyorum. İşlerimizin arasına geliyor. Arkadaşlarımızı kırmamak için kabul ediyorum. Fakat işimin olmadığın günlerde yaptığımız bazı röportajlar da çok güzel oluyor. Büyük medya beninle hiç röportaj yapmadığı için daha çok üniversitelerden, Anadolu kasabalarında çok talep geliyor. Bu talepleri gücüm yettiğince karşılamaya çalışıyorum.

Resmi olmayan bir internet siteniz var, ‘nihat-genc.com’ Memnun musunuz sitenizden? Sonuçta size ait bir kitleyi yönetiyorlar.

Çocuklar bugüne kadar bana bir yanlış yapmadılar. İşlerini düzgün yaptılar.  Ben en çok kendi aralarında kavga ederler diye korkuyordum. Türkiye’deki ortak idealar noktasında bir siyasi tartışma cıvıklaşmasından, Alevi, Sünni gibi tartışmalardan çok korktum. Web sitesini güzel, genç çocuklar siteyi yönettiği müddetçe bir itirazım yok. Şimdiye kadar hiç karışmış değilim. Bu işi kendilerine görev edindiler. Ben hiçbir zaman bu işi yapamam.  Ne vaktim yeter, ne de imkânlarım.

Kitaplarınızın çok pahalı olduğu konusunda şikâyetler var?

Evet, bu zor halledilebilecek bir konu. Söyledikleriniz çok doğru. Bu beni de üzüyor. Bu kadar pahalı olmasa keşke. Çok şikâyet alıyorum. Ben kitaplardan % 10 alıyorum. Bunu da bir sene içinde parça parça alıyorum. Bazı büyük yazarlar %15 %20 alıyor. Ben kendimi yayınevinden üstün görmüyorum. Ben kazanıyorsam yayınevi de kazanmalı. Yayınevinin ayakta kalması gerekir. Yayınevi ayakta kalmazsa yazar okurla buluşamaz.

 ‘Ekşi Sözlük’le olan kavganız ‘benim orkid kullanan adamla işim olmaz’ şeklinde kestiğiniz bir racon’la bitmişti. O sayfa kapandı herhalde artık?

Bilgi yanlışları tabi beni rahatsız ediyor. Mesela ben 54 yaşında olduğum halde bana 34 yaşında dersen olmaz. Bu bir bilgi yanlışıdır. Yoksa eleştiri yapacaksın. Yapmazsan zaten olmaz. 16 – 17 yaşındaki gençlere yanlış bilgiler verdikleri için bir rahatsızlık oldu. Üstünde durulmayacak kadar basit konular.

 Nihat Genç’in sinemayla arası nasıldır?

Ahmet Uluçay’ın ‘Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’ filmi güzel. Nuri Bilge Ceylan dünya çapında bir yönetmedir. Fatih Akın da öyledir. Çok güzel bir kuşak geldi. Bu arkadaşlar daha antrenman yapıyorlar. Deneydeler. 10 yıl sonra daha güzel eserler verecekler.

‘Oscar’ ödüllerini önemli bulur musunuz?

Amerikan kültürünün dünyayı yönetmesine karşıyım. Ama bir filmin yaygınlık kazanması için böyle ödüllere ihtiyacı var. Başka da bir anlamı yok.

Lacoste marka tişört giymeniz de çok eleştirildi?

 Kahvede çok sevdiğim Beşiktaşlı eski milli futbolcu olan bir ağabeyim var. Melih ağabeyim. Beni de çok seviyor. Sana bir kazak aldım dedi. Ben de aldım giydim. Ve böyle eleştiriler geldi. Bu benim çok dikkat etmediğim bir şeydi. Dikkat etsem ne olur? Etmesem ne olur? Diye düşündüm. Benim ailem 35-40 sene Fransa’da hazır giyim üzerine çalıştı. Ağabeyim modacıdır. Giyim kuşam konusunda profesyonel insanlardır. Ben de 23–24 yaşlarımdan bu yana hayatımı kitaplara vakfettiğim için giyimimi kardeşlerimden yaparım. Başkasından yaparım. Çok üstüne düşmem.

Eşyaya para vermek benim için kitaptan kaçırılmış para demektir. Bu tip bir olay üniversitede konuşma yaparken ‘Camel’ sigarasını içerken de başıma geldi. Dinleyiciler ‘Camel’ sigarasını görünce şaşırdılar. Biz dünyanın büyük markalarının ifşa etmek durumunda kalıyoruz. Bu konuda yapılan eleştirileri de çok ciddiye alıyorum. Doğru şeylerdir. Ama bunları bir zayıf nokta gibi algılamamak gerekir. Hayatımda ‘Lacoste’ marka tişörtü ilk defa o gün giydim. Başka da giyinmedim. Zaten o kazak yıkandıktan sonra çekti küçüldü. Eleştiriler bana işlemedi ama kazağa işledi.

Kazım Koyuncu Trabzonspor’u bir spor kulübünden ziyade İstanbul hegemonyasına karşı bir başkaldırı olarak görüyordu mesela. Sizin Trabzonspor algınız, anlayışınız nedir? Koyu bir taraftar mısınız?

Bir takım insanlar ‘sığır damgası’ gibi taraftar damgası yerler. Biz doğuştan damgalıyız. Ben Trabzonluyum. Doğuştan damgalıyız yani. Başka bir takım tutmam söz konusu bile olamaz. Ama Türkiye’ye renk verdikleri için zaman zaman Fenerbahçe’ye, Avrupa’dan kupa getirdikleri için Galatasaray’a, çok coşkulu oynadığı için Beşiktaş’a da destek veririm. Anadolu takımlarının dirençlerini gördüğüm zaman onlara da destek veririm. Bunlar çok doğru. Ama biz doğuştan Trabzonsporluyuz. Trabzonspor’u bir spor kulübünden ziyade İstanbul hegemonyasına karşı bir başkaldırı olarak görme konusunda zamanında biz de çok laf ettik. Buna inanıyorum. Bu çok derin bir meseledir. İleri ki zamanlarda tekrar konuşuruz.

Kazım Koyuncu?  Sizin ilişkileriniz nasıldı Kazım Koyuncu’yla?

Bu konuları Kazım Koyuncu ile de çok konuşmuşuzdur. 3-4 sefer uzun uzun oturup konuşmuşuzdur. Benim arkadaşımdır. Ciddi eserlerini ortaya koymadan, tam patlamadan çok erken yaşta aramızdan ayrıldı. Temizliğiyle, güzelliğiyle Türkiye halkının kalbini kazanmıştır. Bunu da mutlaka söylemek lazım. Allah’tan rahmet diliyorum.

Volkan Konak ile arkadaşlığınız var mıdır?

Volkan Konak benim köylümdür. Maçka, Hacıveren -Yeşilyurt köyü. Maçka’da bizim 3- 4 tane köyümüz var. Mavra köyü, Hacıveren Köyü… Bu köyler önemlidir. Bedri Rahmi Eyüboğlu, Sunay Akın ve ben aynı köydeniz mesela. Trabzon’un kurtuluşlarında büyük fuarlar yapılıyor. Akçaabatlılar gelip fındık sergiliyor. Herkes kendi ürünlerini sergiliyor. Maçka Belediyesi de yazarlarını sergiliyor. Bu davetlere en çok gidenlerden biri benim. Ana konuşmayı bana yaptırırlar. Atatürk Kültür Merkezinde her yıl konuşma yaparım.

‘Batı nereyi vuruyorsa, Doğu orasıdır’ sözünüzü biraz açabilir miyiz?

Mısır’da ‘Müslüman Kardeşler’le toplantı yapıyorduk. Müslüman Kardeşlerin Baro Birliği Başkanı olan eski bir ağabeyleri vardı. Toplantıda felsefe tartışması ileriye gitti. Tartışma ileri gidince bir çocuk “ bizim için Doğu neresidir?” diye sordu. Bende o sırada Batının bombaları nereye düşüyorsa Doğu orasıdır’ dediğimde tartışma anında kesildi. Sessizlik oldu.

Bir güç ele geçirmişler ve bizi vuruyorlar. Bosna’da, Çeçenistan’da, Afganistan’da, Gazze’de bizi öldürüyorlar. Bizim bunlara karşı çok güçlü bir hale gelmemiz lazım. Güç derken siyasi güçten öte insani bir güç. Daha güçlü bireyler, daha güçlü edebiyat, daha güçlü demokrasi, daha güçlü sinema… Çünkü Batı’da vicdan kalktı. Artık Batılıların film çekeceğine inanmıyorum ben. Dünyada nükleer bombaları insanların üzerine bu kadar acımasızca atan insanların memleketinden vicdan çıkmaz.

Ölen, ırzına geçilen, tepelerinden bomba atılan çocukların feryatlarından, ağıtlarından vicdan sesi çıkar. Bu yüzden önümüzdeki senelerde en büyük eserler bu topraklardan çıkacak. Buna herkes hazır olsun. Vefa buradadır, ahlak buradadır, insanlık buradadır. Batı, ikiyüzlü bir liberalizm ile ikiyüzlü bir demokrasi ile kendi insanlarına ayrıcalıklı bir demokrasi sunar ama bizi insan yerine koymaz. Onların demokrasi, eşitlik dedikleri kendi eşitlikleridir.

Bize durmaksızın baskı uyguluyorlar. İç karışıklıklar, kardeş kavgası gibi mezhep ve etnik vurgusu yapıyorlar. Irak’ı kaç parça yaptılar? İşleri bütün düşünceleri parçalamak, mezhep parçaları yapmaktır. Kafkaslar, Balkanlar bunun güzel bir örneği. Büyük bir birliğiz biz. Bir Osmanlı’dan bahsetmiyorum. Biz yıllardır aynı sazı, kanunu, udu çaldık. Biz herkesle evlendik. Çinlilerle, Hintlilerle, İranlılarla, Ermenilerle, Rumlarla, Slavlarla evlendik. Herkesten gelin aldık. Herkese gelin verdik. Başkalarına en çok karışan insanlarız. Biz yabancı bilmeyiz. Bizim için herkes misafirdir. Misafir olarak da bilmeyiz. Aileden biri olarak biliriz. Bu topraklarda yaşamış bütün kültürler medeni kültürlerdir. Dünyanın ilk büyük şehirlerini biz kurduk; Kahire’yi, Halep’i, İstanbul’u, Bursa’yı, İsfahan’ı.

Medeniyet zaten hep buradaydı mı diyorsunuz?

Tabii ki,  bu şehirler insanlığı güzelleştirmiştir. İnsanlığa astronomiyi, şiiri, edebiyatı vermiştir. Şehir Medine’dir. Medine’de herkes vardır. Bu yüksek kültürlü insanlara geliyorlar; ırk, millet, dil, din ayrı diyorlar.  Etnik parçalara bölmeye çalışıyorlar bizi. Hiç biriniz Kafkasya’daki devletleri sayamazsınız. Kanser hücreleri gibi parçalara bölünmüştür. Topraklarımızın diriliğini ayakta tutacağız. Bunun için iki büyük gücümüz var. Biri Anadolu’da verilen bağımsızlık mücadelesidir. Bin yıldır esir olmamış toprak. İkincisi Müslüman geleneklerimiz. Müslüman geleneklerimiz bizi kardeşleştirmiştir. Bizi aile yapmıştır. Irk, dil, din demeden bizi bir aile yapmıştır. Binlerce yıl yaşamıştır bu topraklarda.  Bu bağımsızlığı ve Müslüman geleneklerimizi unuttukça daha vahşi insanlar oluyoruz. Şimdi bir çatışma varsa o vahşilikten. Yoksa biz bir aileyiz. Farabi’ler, Mevlana’lar ve Yunus’larla hepimizin bir can olabildiği bir aile. Bu topraklardaki ağaçlarımızın aynı köke uzandığı ve aynı yerden geldiği bir aileyiz.

Bugün insanlık için en büyük tehlikeyi nükleer bomba olarak görüyoruz. Oysa İslam dünyası buralarda inkişaf ettiği yıllarda kibri, burnu büyüklüğü görürdü. Hiç kimse yüksek olamaz. Zengin ise büyük olamaz. Bizde sınıf yoktur. Kimse kimseden üstün olamaz. Bu yüzden bu yazarlar kibre karşı mücadele etti. Hepimiz aileyiz, eşitiz. Ben eşitlik, adalet kavramının Batı’da çok büyük bir çıkmaza girdiğini düşünüyorum. İmtiyazlı sınıflar geliyor. Amerika’yı iyi okullarda okuyanlar yönetiyor. Türkiye’de oraya gidiyor. Yine de eşitlik ve adalet duygusunun nu topraklardan çıkacağına inanıyorum.

Biz hiç köle olmamış, esir olmamış bir milletin çocuklarıyız. Hür konuşabilirsiniz. Rusya’yı Amerika’yı Batı’yı hür değerlendirebilir, analiz yapabilirsiniz.  Bütün dünyada eşine rastlanılmayan bin yıllık bir bağımsızlığın çocuklarıyız. Ben Amerikan askerini tankın içinde kendi topraklarımda gördüğüm zaman ne ordu dinlerim, ne de polis. Tankın üstüne ilk önce ben atlarım. Bu sadece bana özgü bir durum değildir. Bu Anadolu insanını yüce duygusudur. Bizim yapmamız gereken bu duyguları ayakta tutmaktır. Fikir tartışmalarımız olabilir, birbirimizi sevmeyebiliriz, birbirimizle çok ayrı düşüncelere sahip olabiliriz. Ama ihmal etmeyeceğimiz bir şey var. O da toprağımızın birliğidir. Toprak çok kutsal bir şeydir. Toprak her şeyimizdir. Bereketiyle, tohumuyla, sütüyle, yaylasıyla, kardeşliğiyle, ailesiyle, iç göçleriyle…

Ülkemizde birçok şekliyle göç var. Yayla göçlerimiz var. Doğu’dan Batı’ya göçlerimiz var. Mesleki göçler var. Hakkâri’ye, Van’a gidip çalışıyorsun. Orada biriyle evleniyorsun. Türkiye bu sosyal göçleri çok sık yapan bir ülke. Aşırı hareketli olduğu için karışmış. Ama yüz yıldır biz Türkiye diye ayrılınca bir taraf Suriye’ye gitti. Suriye Rusya tarafı oldu. Biz Amerikan tarafı olduk. Buraları kapattık. Kapatınca sıkışıklık geldi. Haritamızda boğulduk. Bu boğulma biraz da sert fikirler ortaya çıkardı. Halep ile Süleymaniye ile Kerkük ile çok sık gir çık yapmamız lazım, yukarıda Balkanlar’a gidip gelmemiz lazım.  Biz gideceğiz geleceğiz. Bizim kültürümüz bu. Yerimizde duramadığımız için bu kadar büyük coğrafyalarda uygarlıklar kurabilmişiz. Cezayir’de ki mezarlıklara gidip bakın. Tokat’lı, Çankırılı yazıyor. Bütün bu coğrafyalarda yaşamamızın sebebi devamlı temas halinde olmaktır. Biz kendi başımıza mutlu olmayı sevmeyen bir toplumuz. Başkaları mutlu olursa biz de mutlu oluruz. Bu bizim annemize, ailemize, siyasetimize de ait bir duygudur. Bu yüzden sen ne kadar aydınsan ben o kadar aydınım.

“Her şeyden ümidimi keserim, Anadolu halkından ümidimi kesmem.” Bu söz bağlamında nedir Nihat Genç’i Anadolu’dan bir türlü umudunu kestirmeyen?

Bizi besleyen sütümüz olan her şeyi biz Anadolu’dan aldık. Yunus Emre, Karacaoğlan, Mevlana, annemiz… Benim annem Erzurumludur. 5 yaşıma kadar Erzurum’da kaldım. Bu coğrafyanın bin yılına hâkim olmaya çalıştığınız zaman bu topraklarda bir aşk görebiliyorsunuz. Yağmurunda, rüzgârında ve insanında gerçek bir aşk görüyorum. Ülkeler zayıflayıp çöküşe geçtikleri zaman, aydınlar ve siyaset biraz bozukluğa düştüğü zaman bu şüphesiz halka, toprağa da yansıyor.

Bugün Anadolu toprakları terk ediliyor. Köyler boşaltılıyor. Bunu büyük bir felaket olarak görüyorum. İnşallah bizler yaşadıkça Anadolu köyleri yeniden yeşillenecek. Oralardaki yaylaları, tavukları bırakmayacağız. Türkiye’deki yanlış politikalar bizi bu hale getirdi. Köyler her şeyimizdir. Annemiz, babamız, camimiz köydür. Sabah gün doğmadan önce köylü kalkar. Artık insanlar bunlara profesyonel bakıyor.  Mandıralar kuruyorlar. Köylerde insanlar yaşamazsa bir anlamı olmaz. Bizim İstiklal Marşımız böyle başlıyor. “Korkma, sönmez bu şafaklarda tüten en son ocak”. Burada ki ‘ocak’ o köylerin ocaklarıdır. Köyler bizim damarımızdır. Bizi güçlü, varlıklı kılarlar. Buğday, pamuk ürün oradan gelecek. Anadolu halkından ümidimi kesmem hâşâ Allah’tan umudumu kesmem gibidir.

Dünya edebiyatından beğendiğiniz isimler kimler? Siz kimlerden besleniyorsunuz? Bir okuma programınız ve rotanız var mı?

1990’lı yıllardan sonra Türkiye’ye çok iyi çeviriler gelmeye başladı. Ben hayatım boyunca sosyolojinin klasiklerini okumaya çalıştım. Estetik, sanat tarihi, psikoloji, felsefe, büyük masallar… Gençliğimde roman okudum. Doğu’da Batı’da dünyaya şekil vermiş kutsal kitaplar dâhil bütün bu metinleri defalarca okudum. Ömer Hayyam üzerine 20 kitap varsa, aynı şeyleri yazsa da hepsi bende vardır. Yunus Emre, Mevlana üzerine ne kadar kitap varsa bende vardır. Dünya edebiyatında da böyledir.

Yunan edebiyatı, William Shakespeare, Charles Baudelaire gibi 19. yüzyıl yazarlarını okudum.  20. yüzyılın Fransız kökenli daha popüler, modern yazarlarını da hatim ederek bugünlere geldik.  Size tavsiye edebileceğim eserlerin başında ‘Binbir gece masalları’ gelir. Bu kitap okunmadan olmaz. İran şairlerinden Hafız-ı Şirazi, Nureddin Abdurrahman bin Ahmed-i Câmî ve illaki Mevlana, Fuzuli, Karacaoğlan okunmadan olmaz. Türk atasözleri, köy hikâyeleri, Karagöz-Hacivat okunması gereken eserlerdir. Hayatım halk hikâyeleri okumakla geçti.

Müzik dinler misiniz?

 Benim 17 yaşındaki oğlum Laçin Rap müzik dinliyor. Müzikle, gençlik yıllarımda olduğumdan çok daha ilgiliyim. O zaman modalara da yatkın bir adamdım. Sonra bizim klasiklerle ilgilendim. Son dönemde ‘Kalan Müzik’ halk müziği eserlerini yayınlamaya başlayınca beni çok cezbetti bu albümler. Klasik halk müziği yapıyorlar. Duygusal atmosferimin çok yoğun olmasının sebebi de aslında bu Anadolu türküleridir. Zeki Müren’in kasetlerinin bende çok önemli bir yeri vardır. Çıkan ilk kasetlerini çok severim. Ondan sonra çıkanları pek sevmem.  Hiç bir enstrüman çalmasını bilmem ama sanat müziğinin nazariyatı üzerine çok çalıştım. Dede Efendi, Hacı Arif Bey kimdir? Bunlarla ilgilendim. Bu müziği ve kültürünü yazdım ve inceledim.

Bağımsız yazar kavramını çok önemsiyorsunuz ve hep bunun altını çiziyorsunuz. 30 yıllık yazarlık serüveninizde bu ilkeye sonuna kadar sahip çıkıp-çıkmadığınız konusunda içiniz rahat mı?

Tam olarak rahat değilim. Enerjimin hepsini kullanmaya çalıştım. Şimdi verdiğim konferansları, seminerleri daha önce de verebilir miydim? Yanlış arkadaş çevreleri beni biraz bağladı mı? Yanlış arkadaş çevrelerinde kendimi kör kuyularda tuttum mu? Henüz çözemediğim böyle düşüncelerim var. Bir de çok fazla hak etmemelerine rağmen bazı yazar-çizer arkadaşlara arkadaşlığım gereği çok mu ilgi gösterdim? Bu yaptıklarım doğru muydu? Hepsini masaya yatırdım. Çok büyük bir kalleşliklerle yüzleştim. Bu yüzden insanlara eskisi gibi bakmıyorum. İnsanlarla olan ilişkilerimi yeninden gözden geçiriyorum.

Sizce yalnızlığın başkenti neresidir?

 Yok, öyle bir yer.

En beğendiğiniz Türkçe kelime?

Allah.

 Unutamadığınız bir film karesi var mı?

 ‘Avcı’ filminde Vietnam’da kafayı yiyen adamın ‘Rus ruleti’ oynadığı sahne.

Mezar taşınızda ne yazmalı?

Bu tip durumlarda geleneği fazla zorlamamak gerek. Evlenirken bile birçok adet gençleri sıkıyor bazen. Hepsini mi yapacağız diyorlar, evet hepsini yapacaksınız. Bu gelenekleri yerine getirmek, sahip çıkmak ve unutturmamak gerek. Sorunuza gelince Nihat Genç yazmalı… Ya da eski mezarlarda yazdığı gibi ‘Allah Bakidir’.

Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Bana sorduğunuz sorulardan da anlaşıldığı üzere beni dışarıdan, çevremden, arkadaşlarımdan çok iyi gözlemlediğiniz belli. Profesyonel, sıkı bir iş olmuş. Şunu da söylemek isterim; benim bütün hikâyelerimde, mesleğimde bir sır var. Ben bir metin yazıyorum insanlar ağlıyor. Ya da bir konuşma yapıyorum insanlar dinliyor, etkileniyor. Bu işin bir sırrı, büyüsü var. Bu, edebiyatla, edebiyatın matematiğiyle ve dramatikle alakalı bir şeydir. Bu ülkede konuşurken ya da yazarken dramatik yapının nasıl kurulduğu bilen, bence yok. Bu bana ait bir sır. Bu sır ben doğarken annem tarafından verilmedi. Çalışarak, öğrenerek, ülkedeki tatlara bakarak, insan ağıtlarına bakarak, nidalarına bakarak tarafımdan elde edildi.

İnsanlarla konuşuyorsunuz. Çok zor karmaşık metinleri okutuyorsunuz. Bunun altında bir sır, bir sızı, çarpan bir şey var. Tam bunları yaparken bir elektrik çarpıyor. Gözün yaşarıyor, okuyucuya insan olduğunu hissettiriyorsun. İnsana dair bir keşifte bulunuyorsun. İnsan kendisini dış dünyadan, ailesinden soyutluyor. Senin metnine girip orada bir hal alıyor. İnsanların duygularını şekillendiriyorsun. Burada bir kalıp döküyorsun. Şüphesiz Türkçe çok önemlidir. Duyguları bir kalıba dökerken bu işin görünmeyen işçilik tarafı vardır. Demirin dövülmesi gibidir. Bir kelimeyi haftalarca arıyorsun.

Kelimelerin içine girince bazı kelimeleri görüyorsun. O kelimeler insanın kokusunu tanıyor. Bazıları da plastiktir. Herkes plastik kelimeler kullanıyor. Ama bazı kelimeler var ciğer dokusundan yapılmıştır. Benim metinlerimi okuyan herkes aynen ordaymış gibi okurlar. Yaşamış gibi okurlar. Okurlarıma söylemek istediğim budur.

 

SON İSTASYON DERGİSİ

İZDİHAM