Çağlar çağlar öncesiydi deyip de tek bir çağa sıkışmış olmanın kaderi yalnız insandadır. Elma ile başlayan bu hikâye, göğümüzden üzerimize yağmıştır yüzyıllar öncesinde.
Üç tane dedik; gökten üç adet elma düştü. Lakin biri başlangıç hikayemiz olan ve ötekilerden daha kırmızı sevda meyvesiydi. Kim bir ısırık aldıysa artık o saplanmıştı kaderine. Ve hikaye başlamıştı. Başlangıcı kaderine, kaderi ise göğe zincirlenmişti ademoğlunun. İşte bu esrarengiz meyve kalemi tutuşturmuştu eline.
Önceleri yaşamak için verdiği bütün savaşları duvarlarına işlemişti. Adını bilmediğimiz zamanlara götürmüştü bizleri. Ulaştığımızda bu savaştan arta kalan resimler süslemişti ruhumuzu. Göğsümüzü kabartmış ve meydan okuyuşun o engin çağıltısını getirmişti kulaklarımıza. Aslında bu biçimsiz ve estetik olmayan resimler insan olmanın kaderini çizen bir başlangıç sayılmış ve kadere kocaman bir başlangıç attırmıştı.
Sonra saymaya başladı. Saydıkça çoğalan onca şeyin aksine saydıkça azalmayı öğrendi. Bütün her şeyin bir nedeni vardır diyerek soldurdu ruhunun gizemli çiçeklerini. Öğretti kitaplarında yer nasıl çeker, gök nasıl haykırır, birbirine bağlı onca nasıl olur da parçalana parçalana çoğalır? Tek tek yazdı.
Kafasına isabet eden elma ile öğrendi bizi yere neyin çakılı bıraktığını. Öğrendiğinde ademoğlu ayaklarından yere nasıl çekildiğini, artık yalnızca bastığı toprakla ilgilenmeyip daha derine daha da derine inmeye olan serüven dolu arzusu başladı. Newton’ un elması yani zapt olmuş olmanın esrarengiz çekimi onu derinlerine indirdi. Katman katman saydığı bu misafirhanenin derinliklerini tek tek keşfetti. Kendi derinliklerinden uzaklaşıp bütün arzularını başka derinliklerde aradığından beri kayboldu ademoğlunun bütün gizemleri.
Saymayı öğrendiğinde, bir merdiven yaptı kendine. Bir, iki, üç… Basamak basamak inşa etti kainatı ayaklarının altında. Çıktı elbette ne kadar yukarı çıkılabilirse. Çıktı ve seslendi:
- Yurtdaşlarım, sevgili yurtdaşlarım sözlerime kulak verin. Dönüyoruz esrarengiz bir çizgide , esrarengiz bir düzlemde. Üzülmeyesiniz bu bir son değil sonsuzluğu bulduk.
Bilgelik elmasının kaderi bu, Yedikçe yiyesi geliyor insanın. Bolca dinledi etrafını. Bütün arzularını kamçılayan duygularını tabiatın eşsiz seslerine bağladı. Akan nehirleri çakan şimşekleri dinledi. Dinledi ve dinledikçe aydınlattı etrafını. Sokaklarını caddelerini ışıl ışıl aydınlattı. Dedi nedir çıkmaz olan elimde ışığı yanarken kainatın? İşte dostlarım elma bu ya, elmayı bir kere ısırmış olmak aldattı onu. Aydınlanmanın acizliğinden aslında aldatılmış olmanın karanlığına yumdu gözlerini. Onca ses içinde, onca aydınlık içinde; önce kendi sesini sonra kendi aydınlığını kaybetti.
Aradı, bulunmaz denen kırmızı elmadaki kaderini. Kader sevgili dostlarım, henüz kavramamış olmanın acizliğindendir. Acizlik ise insan olmanın kaderi, kader bu ya tökezledi ademoğlu bulduğunda en kırmızı elmayı.
Sevda elmasıydı bu bizim hikayemize bir başlangıç yaratan mayhoş bir elma. Kaybolmanın formülü gizli çekirdeklerinde diyar diyar gezdirdi. Nerededir bu gizemli çekirdeğin toprağı? Nice avareler düştü yollara, aradılar aramaktan kayboldular. Kırmızı elmanın kaderi yalnızca ademoğlunun kaderinde gizliydi.
Bir hikayesi vardır bu kırmızı elmanın ötekilerinin aksine; bütün masallar onunla başlar. Uykuya dalmadan hemen önce seslenir elma:
- Eyy ademoğlu gökten üç elma düştü. Diğerlerini bilmem ben içlerinde en kırmızısı tadı en mayhoş olanıyım. Elbet tadıma bakmışsındır. Bütün diyarlarda geçer ismim. Göğüne de içine de ben ram salmışımdır. yine de kendimden şöyle ufacık bahsedeyim sana: Bir dağdır şu karşında gördüğün aşılmaz sandığın, gidilmez dediğin, yorulurum yahu gücüm yetmez dediğin. İşte benim tadımdır aştıran o dağı. Benim tadımdır gitmekten yorulmuş ayaklarına “az kaldı geldik sayılır” umudunu fısıldayan. Tutku da arzu da bendedir. Umudun diğer adıdır adım. Nice kahramanları okudu gözlerin. Ferhat’ı da bilirsin Mecnun’u da. Baktığında tadıma, bir kez ısırdığında kan kırmızısı derimi, damarlarımdan damarlarına geçer hasret. Çalkalanır durursun. O kayadan o kayaya atar durursun yüreğini. Çarparak hisseden yüreğini anladığın vakittir o vakit. Ve sevgili dostum en çok da yaşadığını hissetmek için bakarsın tadıma. Bütün bu razı oluş nasıl bedbaht olan tadımı en renkli çiçeklerden toplanmış bir bal yapar ağzına. Ah sevgili dostum, bir kereden ne olur diyerek ne hale geldin.
Oysa bilgelik elması seslenmişti de dinlememişti ademoğlu. Hata yapmış olmanın yazgısını da böyle yükledi sırtına. Bile bile tadına bakmıştı sevda elmasının. Oysa başında kaç gece bu aldatılmış olmanın masalları okunmuştu, uykuya dalmadan hemen önce. Önceleri anlamamıştı, kader nedir? Yaşarken yanılmak nedir? Aldatılmış olmak nedir anlamamıştı çocuk elleri. Elleriyle sıkıca sarıp sarmaladığı geceler aydınlatmıştı sonraları çocuk düşlerini. İşte o vakit yazgı olan soruyu sordu: Bu parlak elmadan sadece bir ısırık alsam ne çıkar? Elbette çokça sormuş ve çokça cevabını da almıştı. Fakat yine de ısırmıştı elmayı. Hikayesini başlatmak için yapılması gereken en büyük hatayı yapmıştı. Artık bütün bir güzellikten misafirliğe soyunmuştu ruhu. Bu misafirhane onun içinden ırmaklar geçirmiş, dağlarını kuş sesleriyle süslemiş ve mevsimleriyle sarhoş etmişti gözlerini. Gözlerine bir dünya çizmekle kalmamış, başka bir göze değdiğinde gözlerinde yeni bir dünya nasıl doğar tam da yüreğinin ortasında? Anlamıştı cevabını.
Söylesene elmayı ısırdıktan sonra hangi yollardan geçip geldin sayfalarıma? “Daha çok kaybolasın diye daha hangi yollardan geçmedin. Var mı dikenleri topuklarına batmayan yollar? Varsa söyle sevgili dostum hemen şuracığa senin için bir yol çizeyim” diyen üçüncü elmayla tanıştırayım seni. Kaderine kalem tutuşturulmuş bu elma ötekilerinin aksine huyu suyu bir sakin mülayimdir. Ne sana acizliğini hatırlatır ne de sana dağlar aştırır. Peki ne ola bu üçüncü elmanın kaderi?
Henüz kimse adını koymadı onun, ne olduğunu nerede olduğunu kimse merak etmedi. Bilgelik ve sevda elmasından bir ısırık alan ademoğlu üçüncü elmanın kaderine yetiştiremedi ömrünü. Aldanmış ve hata yapmış olmanın yazgısını yavaşça takip edip bitirdi yolculuğunu. Fakat sevgili dostlarım üçüncü elmanın kaderi için ilk iki elmanın sonuna kadar yenmesi gerekliydi. Söylesene yapmam dediğinin onca hatanın üzerinden geçip nasılda düştün satırlarımdaki üçüncü elmanın kaderine?
Şimdi sevgili dostum artık üçüncü elmanın kaderini biliyorsun. Yazılanlar değiyor gözlerine anlamaya çalışmak dokunuyor aklına ve her seferinde bir sonraki sayfanın merakı çarpıyor yüreğine. Çocuk düşlerine gökten üç elma yağıyor. Mevsimler geçiyor üzerinden. Yavaşça toparlan, elmayla ayrıldığın vatanına geri dönme vakti. Misafirliğin bitti. Elmalarını doldur ceplerine. Ayrılığın başladığı yere dönme vakti. Şimdi hikayeni yazma sırası sende.
Nursema Şeyma Oflaz
İZDİHAM