23 Şubat 2018

Octavio Paz, Mavi Huzme

ile izdiham

Octavia Paz’ın bir öyküsü;
Tere boğulmuş halde uyandım. Az önce su serpilmiş kırmızı tuğlalı döşemeden sıcak bir buhar yükselmekteydi. Griye çalan kanatlarıyla bir kelebek göz kamaştırarak uçuşuyordu sarımtırak odağın etrafında. Hamaktan fırladım ve yalınayak odanın öbür tarafına geçtim, gizlendiği köşeden temiz hava almaya çıkabilecek bir akrebe basmamaya dikkat ederek. Küçük pencereye yanaştım ve kır havasını çektim içime. Gece soluklanıyordu, müthiş, dişi. Odanın ortasına döndüm, testinin suyunu çinko leğene boşalttım ve havluyu nemlendirdim. Islak bir bez parçası ile bedenimin belden yukarısını ve bacaklarımı ovdum. Biraz kurulandım. Ve elbisemin kıvrımlarına hiçbir böceğin gizlenmediğinden emin olduktan sonra giyindim ve çıktım. Yeşile boyalı merdivenlerden sıçrayarak indim. Kapıda han sahibine rastladım, gayet kısık gözlü ve ketum biriydi. Tüllü bir sandalyeye oturmuş. Gözleri yarı açık sigara içmekteydi. Kısık sesle sordu:
– Nereye gidiyorsunuz bayım?

– Dolaşmaya. Hava çok sıcak da…

– Hım, her yer kapanmıştır artık. Burada ışıklandırma da yok.

Omuz silktim, mırıldandım: “şimdi dönerim”. Ve karanlığa daldım. Başlangıçta hiçbir şey görmüyordum. Döşeme taştan sokakta el yordamıyla yürüdüm. Bir sigara yaktım. Aniden ay siyah bir buluttan çıktı, beyaz bir duvar aydınlandı. Durdum, gözlerim kapandı, bu kadar beyazlık önünde. Rüzgâr şöyle bir esti. Tropikal ağaçların havasını soludum. Yaprak ve böceklerle dolu gece titreşiyordu. Cırcır böcekleri yüksek otların arasına konaklamıştı. Yüzümü çevirdim: Yukarıda yıldızlar kamp kurmuştu. Evrenin engin bir sinyaller sistemi, muazzam oluşumlar arasında bir söyleşi olduğunu düşündüm. Benim davranışlarım, cırcır böceğinin geceyi tırmalayan sesi, yıldızın göz kırpıştırması, aralıklar ve hecelerden başka bir şey değildi, o diyalogdan yayılan. Hangi kelime olabilirdi o benim içinde bir hece olduğum? Kim diyor o kelimeyi ve kime diyor? Sigarayı bankın üzerine fırlattım. Düşmesiyle, parlak bir dönemeç belirdi kesik kıvılcımlar fırlatan, minicik bir kuyruklu yıldız gibi.

Uzunca bir süre yürüdüm, ağır ağır. Güvenli dudaklar arasında çıkan sözler bana sınırsız bir mutluluk veriyor, kendimi özgür hissediyordum. Gece gözlerden bir bahçe idi. Bir sokağı çaprazlama geçerken, bir kapıdan birinin çıktığını hissettim. Döndüm, fakat hiçbir şey seçemedim. Adımlarımı hızlandırdım. Birkaç saniye geçmişti ki sıcak taşlar üzerinde bir çift sandaletin boğuk sesini işittim. Karanlığın giderek daha da bastırdığını hissediyor olmama rağmen dönmek istemedim. Koşmayı denedim. Yapamadım. Donakaldım. Aksine, kendimi savunmaya kalkmadan, sırtımda bir bıçak ucu hissettim. Ve tatlı bir ses:

– Kıpırdama bayım, yoksa saplarım.Yüzümü dönmeden sordum:

– Ne istiyorsun?

– Gözlerinizi bayın –zar zor duyulan yumuşak bir sesle yanıtladı.

– Gözlerimi mi? Ne işine yarayacak benim gözlerim? Bak, burada bir miktar param var, çok olmasa da. Beni bırakırsan hepsini sana veririm. Öldürme beni.

– Korkma bayım. Öldürmeyeceğim. Sadece gözlerinizi çıkaracağım.

– Fakat, ne için gözlerimi istiyorsun?

– Bu sevgilimin bir kaprisi. Mavi gözlerden bir ışıltı istiyor. Ve buralarda çok az insanda mavi göz var.

– Benim gözlerim senin işine yaramaz. Gözlerim mavi değil bir kere, elâ.

– Ah, bayım, beni kandırma. İyi biliyorum ki gözleriniz mavi.

– Bir Hıristiyanın gözleri böyle çıkarılamaz ki. Sana başka bir şey vereyim.

– Kıvırtma, dedi bana sertçe. Arkamdan.Döndüm. Küçük ve sıskaydı. Palmiyenin gölgesi yüzünün yarısını kapatmıştı. Sağ kolu ile kamış kesmekte kullanılan ve o an ay ışığında parlayan bir bıçağa dayanmıştı.

– Yüzünü aydınlat.

Kibriti yaktım ve yüzümü yaklaştırdım. Parlaklık gözlerimi kamaştırdı. O kuvvetli elleriyle gözkapaklarımı araladı. İyi göremiyordum. Ayak uçları üzerinde yükseldi ve seyre daldı beni yoğun bir şekilde. Alev parmaklarımı yakıyordu. Kibriti fırlattım. Suskun kaldı bir an.

– Artık inandın mı? Gözlerim mavi değil.

– Ah, ne kurnazsınız siz, diye karşılık verdi buna. Bakalım, bir daha yak. Kibriti bir kez daha yaktım ve gözlerime yaklaştırdım. Mili bana yöneltti, emretti:

– Diz çök.

Direndim. Bir eliyle saçlarımdan yakaladı, başımı arkaya doğru yatırdı. Üstüme eğildi, meraklı ve gergindi, bıçağı yavaşça çıkarıp gözkapaklarıma sürtünceye kadar gözlerimi kapadım.

– Aç iyice, diye emretti.

Gözlerimi açtım. Alev kirpiklerimi yakıyordu. Bıraktı beni aniden.

– Evet mavi değiller bayım. Bağışla.

Ve gözden kayboldu. Başım ellerimin arasında duvara yaslandım. Sonra doğruldum. Tümseklerde, düşe kalka, terkedilmiş köye koştum, bir saat boyunca. Meydana vardığımda, hâlâ kapının önünde oturmakta olan han sahibini gördüm. Hiçbir şey demeden içeriye girdim. Ertesi gün o köyden kaçtım.

Octavia Paz
İzdiham