Otomatların Marşı’nın şairi Nergihan Yeşilyurt’la konuştuk
İlk şiir kitabı geçtiğimiz günlerde Hece Yayınları’ndan çıkan Nergihan Yeşilyurt ile Hasan Bozdaş röportaj yaptı.
Hasan Bozdaş: Merhaba, ne var ne yok Nergihan?
Nergihan Yeşilyurt: Bulaşıkları makineye dizdim de geldim. Sen de şükredenlerden misin? Ne az şükrediyoruz.
Hasan Bozdaş: Hamd. Bayramı sorayım. Kaç çocuk saydın?
Nergihan Yeşilyurt: Kazık kadar olmuşları saymazsak pek çocuk saydığımı söyleyemeyeceğim. Bazıları bayrama girmediği için çocuklara bakıp kederleniyorum. Dünyanın her yerinde eşit olarak bayrama girildiği bir zaman olmayacak galiba.
Hasan Bozdaş: Eşit olarak bayrama girdiğimiz zaman insanların ölmesine de gerek kalmayacak. Neyse ki konumuz bu değil. Biliyorsun kalite standartları gereği konuşmalarımız kayıt altına alınmakta. Borçlar Kanunu 4/2 nazarıyla da, şu anda bu röportajımız hazırlar arasında yapılmış gibi hüküm ve sonuç doğuracaktır. Şimdi, öncelikle kitabın çıktı, neler hissediyorsun?
Nergihan Yeşilyurt: Bir şey hissedemiyorum. Henüz olayın farkına varamadım galiba. Uyanınca göreceğim Hanya’yı Konya’yı.
Hasan Bozdaş: Bu kötü oldu. Şair uykuda. Ama biz okuduk, anlayacağımızı anladık. Belki sen de anlatmak istersin bir kitabın doğum sancısını, şairin ilk göz ağrısını?
Nergihan Yeşilyurt: Son beş yıldır şiir kitabını düşüyorum; ismi, üslubu, sanat görüsü, her şeyi değişti. Kendilik heykeli etrafında dönüp ‘burada da bir çapak kalmış, şurası da çok sert/çok yumuşak, geçişleri olmamış, ay bu yüz neye benziyor böyle’ diyerek geçirdim günlerimi. Yapılmış bir şeyi, yeniden ve yeniden yapmayı hoş görmeyenler olabilir. Ama şiiri (sanatı) yaratılışla paralel bir düzlemde düşünüyorum, enerji parçalanıp yeniden başka formlarda birleşebiliyor, benim parçalamamın da bir sınırı yok. Bu kitap sancıdan çok, parçalanıp birleşmekten ibaret olabilir. Değişkenler, ana malzemenin ne kadar içine nüfuz edebilir ki. Anlaşılan şeyler ana maddeye ne kadar isabet edebilir…
Hasan Bozdaş: Peki, şiire nasıl bulaştın? Şöyle zaman makinesinde biraz geriye gitsek, o gün neler oldu?
Nergihan Yeşilyurt: Klişe bir girişim var, ilk şiirimi 11 yaşında bir yarışma için yazdım, dünyadan da ve şiirden bihaberim elbette. O dönemden sonra okumak dışında şiirle çok az ilişkim oldu. Liseden sonra bir şeyler oldu, derken olaylar gelişti. O bir şeyler yahut daha doğru tabirle şiiri doğuran ilk nüve rolünü şiire bıraktı. Şiirden önce de yazıyordum, ama öyküler, fantastik öyküler bilhassa, masallar yazıyordum. Okuduğum her kitaptan sonra 4-5 sayfa yazı yazmayı alışkanlık haline getirmiştim. O bir şeye benzemez metinler, beni buraya getirdi.
Hasan Bozdaş: Dergiler bu serüvenin neresinde ve bugünkü anlamıyla o nüveye nasıl ulaştın?
Nergihan Yeşilyurt: Lisede okulumuzda Toprak isimli bir dergi çıkıyordu, ancak çok fazla ideolojik doneye boğulmuş durumdaydı, bir gün derginin editörü olarak buldum kendimi. Dergilerle ilk tanışmam o şekilde oldu diyelim. Asıl tanışma ise üniversitede gerçekleşti. Bir hocamın “bu yazdıklarını artık bir yerlere göndermelisin” yönlendirmesi ile upuzun liste çıkarıp bir sürü dergiye yazılarımı yolladım. Bu dergiler içinde Varlık, Kitap-lık da vardı; Dergâh, Hece de. Hiçbirinden dönüş alamadım. En sonunda bi dergiden cevap aldım, o cevaba ve Şeref Akbaba’ya hâlâ şükran duyarım. Doğru nüveye tıpkı tasavvuftaki gibi bir yolculukla ulaştım, sevgiliden geçip sevgiliye varmak, hoş o zaman bu sevgiliden de geçilebilir anlamına gelir ama ziyanı yok. Geçilmez şey yoktur zaten dünyada.
Hasan Bozdaş: Bu arada Elif Nuray’ın selamı var. Hırsızlarla şairler arasındaki farklar nelerdir?
Nergihan Yeşilyurt: Ve aleykümselam. Zor soru. Gerçek hayatta şiirdeki kadar iddialı değilim. Gerekli cevapları kitapta bulmak, bende bulmaktan kolay sanırım.
Hasan Bozdaş: Kuşağınla aran nasıl? Kimleri takip ediyorsun? Davud’un İnsanları ile birleştirip cevaplandırabilirsin, bugün edebiyat dergilerinin işlevleri dâhil, atölye midirler mesela?
Nergihan Yeşilyurt: Kuşağımla aram iyi. Hepsine selâm. 🙂 Böyle olmuyor değil mi. Şöyle zaten sevdiğim kalemleri Davud’un İnsanları’nın renklerine bağlamaya çalışıyorum. Tabi ben kuşağımı bir yaş aralığı olarak düşünmüyorum. Davud’un İnsanları’nda okuduğunuz şairler gerçekten sevdiğim kalemler. Tabii hepsi o kadar değil. Kişi isimlerinden çok dergi ve fanzin ismi saysam daha az unuttuğum olur sanıyorum. Son dönemde Nepal, Tezgah, Japonya, Merkezkaç, Mosmodern, Kontra, Gard gibi şiir merkezli dergiler ile Dergâh, Hece, Aşkar, İzdiham gibi dergileri düzenli takip etmeye çalışıyorum. Onun dışında IAN, Öykülem, Duvar, Mavi Yeşil, Post, Kitap-lık düzenli olmasa da okuduğum dergiler. Yine de unuttuğum bir sürü isim olmuştur. Dergileri atölye olarak görmek bence biraz yazarın/şairin kendi ile alakalı bir şey. Şiiri ne kadar bir sürecin ürünü gördüğünüzle alakalı. Davud’un İnsanları’nda bizim derdimiz sadece edebiyat, o mesafede de yalnızca insan bulunuyor. Kimi vicdanlı bir söyleyiş kimi de yüksek sanat/keşfedilmemiş bir şeyler deneme kaygısı güdebilir. Ama şu konuda netim, bir orada güzeli arıyoruz. Dergilerin çoğu için de böyle söylemek mümkün.
Hasan Bozdaş: Peki, sen böyle yaptıkça ben de içine girmek istiyorum kitabın. ‘Hiç Günlük’ Nergihan açısından tarz olarak devam ediyor mu yoksa o kalıp öylece bir şiirdi ve bitti mi? El Değiştirdi Kâbus gibi şiirlerin de, kitap içerisinde bir başka söylemle ortaya çıkıyor, kitabın bütünlüğü açısından nasıl görüyorsun?
Nergihan Yeşilyurt: Sondan başlayayım. El Değiştirdi Kâbus tarzında, Welcome to Machine, Refakatçi gibi şiirlerim var, hatta Biri Bu Şiire İsim Düşünsün ona göre daha sert bir şiir sayılabilir. Postmodern materyaller de klasik imgeler de şiir içinde Nergihanca’ya dönüşebiliyorsa benimdir, devam eder ya da etmez, bu konuda kesin bir şey söyleyemem. Düz yazı şiir, yeni bir şey değil benim için. Lakin eskiden yazdıklarımı bir düz yazı şiir bilinciyle yazdığımı söyleyemem. Devam edebilir de etmeyebilir de. Şiir dokusunun nasıl örüleceği bir sürü değişkene bağlı çünkü.
Hasan Bozdaş: Kitabını, annenin nezdinde tüm kadınlarına ithaf etmişsin, kitapta Özgecan’a yazılmış bir şiirin haricinde andığın ve karakterize ettiğin dostların var. Burada şunu sormak isterim, kadın ve şiir arasında bir duyarlılık ilişkisi benimsiyor musun ve bunun şiirine ne ölçüde aktarıldığını veya yakıştığını düşünüyorsun?
Nergihan Yeşilyurt: Bu aslında oldukça kişisel bir şey. Şiirlerimi kadınlarıma ithaf ederken onların müthiş birer özne olarak hayatımdaki yerlerine saygı duruşunda bulunmak istedim. Şiir ve kadın ilişkisini, nesneden özneye taşırken aynı zamanda kendi imgelerimin de yine kadınlar üzerinden yürüdüğüne şahit oldum. Bu şahitliğimi ne kadar aktarabildiğim okurun takdirinde.
Hasan Bozdaş: Ben okuduğum şiirlerin Nergihan’ın sokağından olduğuna eminim, karakterler de aynı mahalleden. Nergihan ne kadar emin? Trenlerle oynuyor mu hala?
Nergihan Yeşilyurt: Trenler değil de… Az evvel koca bir biber kavanozunu kırdım.
Hasan Bozdaş: Çok acı varsa sonra da devam edebiliriz?
Nergihan Yeşilyurt: Yok, devam edebiliriz. Daha sarma sarıcam, şiir yazıcam.
Hasan Bozdaş: Pekâlâ, Nergihan’ın şiirinin köklerinde hangi şairler var? Hangi şehirler, hangi mevsim, hangi rüyalar? Rüya demişken, rüyalarla aran nasıl, sık rüya görür müsün, rüyalarının şiirlerinle arası nasıl mesela, ikisi arasında bir bağ olduğunu düşündün mü hiç? Bunların hepsinin cevabını istiyorum J
Nergihan Yeşilyurt: Nergihan’ın şiirinde kadro kalabalık. 🙂 Nilgün Marmara, Lale Müldür, Ingeborg Bachmann, Emily Dickinson, Füruğ Ferruhzad; yatıp kalkıp Turgut Uyar, Cemal Süreya, İlhan Berk, Cahit Zarifoğlu; kültler Sezai Karakoç, Nazım Hikmet; başka adamlar Paul Celan, Baudelaire, Rimbaud, Rilke Rilke Rilke son kuşağın şairleri Didem Madak, Hayriye Ünal, İsmet Özel, Ahmet Güntan vs. Ben ne bulursam okudum, herkesin kendince bir ışık olduğuna inandım, hâlâ da inanmaya devam ediyorum. Şiirlerim İstanbul, Çorum, Ankara ve Trabzon’da geçti. Bundan sonra nerelerde geçer kimbilir.
Rüyalarla aramdan su sızmaz. Rüyanın ve şiirin kardeş olduklarını düşünüyorum. Çok sık rüya görür ve rüya tabir ederim. Şiirlerimde rüyalarım, rüyalarınız başkahraman olmuştur, buradan tabir ettiğim rüyalardan kopya çektiğim sonucu çıkmaz. J
Hasan Bozdaş: Kitabın kapağı ve ismi çok uyumlu. Ama Nergihan’la ne kadar uyumlu, yani elbette bazı şiirlerden bu çıkarımı yapıyoruz, postmodern ve fantastik öğeler, imgeler şiirinde ağırlıkta. Yine de Nergihan biraz da lirizmin şiirini yazıyor. Mesela nehir, beyaz ve dikişten bahsediyor. Özellikle beyaz ve nehir imgesiyle şairin bağını merak ediyoruz.
Nergihan Yeşilyurt: Kafamda her zaman gerçeküstü şeylerin, masalların, rüyaların imgeleri dolaşıyor. Sizin postmodern dediğinize ben çarpıtılmış rüya diyebilirim. Şunun ya da bunun şiirini yazdığımı söylemek için erken olduğunu düşünüyorum. Hatta bir tür içinde kalmayı şöyle özetleyebilirim: Klostrofobim var benim. İmgelere gelince onu da okura bırakmak lâzım, şiirler benden çıktı.
Hasan Bozdaş: Alelacele cevaplayıp sarma yapmaya gidiyor gibi bir izlenim edindim?
Nergihan Yeşilyurt: Hayır. Fazla ipucu işin tadını kaçırıyor sadece.
Hasan Bozdaş: Anladım. Dilin lirizmden postmodernizme bir evrilme içerisinde. Bu kontrollü bir kabuk değiştirme mi, şiir anlayışın ve şiir anlayışı için neler söylersin.
Nergihan Yeşilyurt: Bunu her şey değişir’e bağlayabilirim. İlk şiirlerdeki nergihan hem benim de artık değilim. Dünyaya ve şiire bakışım çok keskin şekillerde olmasa da değişti. İstemli ya da istemsiz değişiyoruz. Bir türe girerken yahut içindeyken o tür hakkında doğru tespitlerde bulunabilir miyiz yoksa zanda mı bulunuruz. Bu konuda çok emin değilim. Sadece şunu biliyorum: Söylemek istediğim bir şeyler var, bunlar dünde olduğu gibi kalmayacaklar elbette.
Hasan Bozdaş: Bundan sonra neler olacak?
Nergihan Yeşilyurt: Allah büyük.
Röportaj: Hasan Bozdaş
İZDİHAM