Biz dünya insanları.
Burada yemek yiyor, galaksileri gözlemliyor ve çay içiyoruz. Gözlerimiz uzun süre açık kalabiliyor ancak bir süre sonra uyumak zorunda kalıyoruz. Uyandığımızda dünya değişmiş oluyor. Bakıyoruz, Li Po ölmüş, Orhan Veli doğmuş. Eskiden aşk sayesinde doğal yollardan çoğalıyorduk. Şimdi o işler karıştı. Parayı bulduk. Ama bazılarımız bulamadı. Bulamayanlar az yaşıyor. Buna haksızlık diyoruz. Gezegenimizde çok fazla haksızlık var. Biz şu anda yaratıcı ölümler çağını yaşıyoruz. Bununla birlikte birçok yeteneğimiz de var. Hidrojen bombası yapabiliyor, dokuzuncu senfoniyi besteleyebiliyor ve bisiklet kullanırken ellerimizi bırakabiliyoruz. Yunuslar ve katil balinalarda olduğu gibi intihar bizim için de bir seçenek. Şimdilik istesek de istemesek de ölüyoruz ama üzerinde çalışıp aşacağımızı düşünüyoruz. Mozart’ı bile ancak otuz beşine kadar yaşatabildik. Mezarının yerini bile bilmiyoruz. Bazı sorunları konuşarak halledebiliyoruz ama henüz yeterince geliştiremedik. Hayvanlarla, bitkilerden daha iyi anlaşıyoruz ama acıkırsak hepsini yiyoruz. Şu sıralar çok fazla karbondioksit üretmeye başladık. Dünya ısınıyor. Birçok yeri su basacak. Emekli babalar hiç siklemiyorlar. Hepsi iyi peynir peşinde. Tıp çok gelişti ama hala kanserli organlar koparılıp alınıyor ve bazı hastaların kıçına fitil sokuluyor. Hoşça vakit geçirmek denen bir şey bulduk ve üzerinde epey kafa yorduk. Bunla yetinmeyip fotoğraf makinesi ve bilgisayarı icat edip telefonun içine soktuk. Kuantum mekaniğini, H sabitini ve Higgs Bozonu’nu bulduk. Bu arada Henry Ford insanları eşek gibi çalıştırmaya devam etti ve Mozart’ın iki katından fazla yaşadı. Kölelik kaldırıldıktan sonra bütün insanlığa yayıldı. Köleler de artık eskisi gibi değil. Oldukça şık giyiniyorlar. Avrupa seyahatlerine çıkıyor ve pipisinden su çıkan heykellerin yanında fotoğraf çektiriyorlar. Bazı ülkelerde kafa kesmek, bazılarındaysa marihuana yasal. Ayrıntıya girdiğimizde işin içinden çıkamıyoruz. Bir ara komünizmi bulduk ancak bu kadar kusursuz bir şey için yeterince hazırlığımız yoktu. Onunla bir dizi ülke kurduk ama bu sefer de entropiye yenik düştük. Aşk başlangıçta çok güçlüydü. Biz dünya insanlarına hemen her şeyi yaptırabiliyordu. Ancak şimdilerde faturalarımızı bile ödeyemiyor. Poğaça ayaklı çocuklarımızı yurt dışında okutamıyor ve güvenli bir geleceğe direnemiyor. Henüz bulamadığımız şeyler de var. Birlikte yaşamanın bir yolunu bulamadık. Her türlü çözümsüzlüğün sonunda ölümü kullanıyoruz. Ölüm kısa süren bir sessizlik sağlıyor. Sonra yaşayanlar aynı sorunları tekrar bulup çıkarmaya devam ediyorlar. Almanlar bir ara evreni ele geçirmeye çalıştılar ve yaklaşık elli milyon insanın öldüğü bir başarı elde ettiler. Ancak bu da fazla sürmedi. Teknolojiyi geliştirip büyüye çevirdik. Onunla nötron yıldızlarından gelen radyo dalgalarını inceliyor, sabah yediğimiz menemenin fotoğrafını paylaşıyoruz. Bunlar olurken Doğu Tanzanya’da köylüleri aslanlar yiyor. İnsanlar evlerine döndüklerinde ailelerinin yalnızca bir kısmını bulabiliyorlar. Haksızlık etmek istemem, bazen bütün hayatımızı ortaya koyup, dünyayı ellerimizle yeniden yaratmaya çalışıyoruz ama bizden istenen bu değil. Bizden istenen, aklımıza bir şey gelmiş gibi yapmamız ve bunu çok iyi yapmamız. Hala bilmediğimiz bir çok şey var. Homeros’un ve Cemal Süreya’nın doğum gününü kutlayamıyoruz. Dostoyevski’nin ne demek istediğini tam olarak anlayamıyoruz. 1053 kilogram kadar gözlemlenebilir bir evrenimiz var. Bizler de tıpkı onun gibi genişliyor, birbirimizden uzaklaşıyoruz. Ve bunun psikolojiyle ilgisi olmadığını söylüyoruz. Yıllardır. Dinletemiyoruz. Ama dinlemiyoruz da. Sonra doktorlar çok geç kalındığını söyleyip hepimizi eve gönderiyorlar.
Zaman hiçbir şeyi silmedi. Yalnızca karşımıza daha kötüsünü çıkarıp geçmişi sevmemizi sağladı. Kırıldıkça parçalarımız daha zor kırılır hale geldi. Şimdilerde içinden çıkmaya çalıştığımız bu ıslak mavi kürede insan eliyle çok fazla ölünüyor ve ölünen bir dünyada tanrı olmak gittikçe kolaylaşıyor.
Ozan Çınar, IAN.Edebiyat / Temmuz-Ağustos, 2016
İZDİHAM