Öznur Gecin, “Sevmek Zamanı” Filmine Dair
1965 yapımı “Sevmek Zamanı” döneminin Yeşilçam hegemonyasının kurduğu normlardan çok farklı hatta bizatihi o normlara kafa tutan bir film olarak; çekildiği yıllarda hak ettiği ilgiyi görememiş olsa da günümüzde Türk Sineması’nın kült filmleri arasında yerini almış zamansız bir “aşk” öyküsüdür. Bu bağlamda Erksan için “auteur yönetmen” denilebilir. Yönetmen ile film üzerine bir röportaj gerçekleştiriliyor ve Erksan: “İlk defa kimseye danışmadan, kimseye bir bağımlılık duymadan, en özgürce yaptığım filmdir.” der ve ekler: “Ben burada saf aşkı anlatmak istedim. Aşkı teşrih masasına yatırdım, saf aşkın peşine düştüm. Onu anlatmak istedim.” Yönetmeni diğer meslektaşlarından ayıran bir diğer özelliği ise filmleri ile ilgili yorum yaparak seyirciyi dar bir alana hapsetmeyi seyirciye haksızlık olarak görmesidir. Ne yazık ki film çekildiği yıllarda hiçbir salonda gösterilmemiştir. Erksan bu filmin çekimini tamamlayabilmek için evindeki eşyalarını bile satmak zorunda kalmıştır.
Filmi analize başlamadan önce Erksan’ın sözlüğündeki “aşk” kavramına değinmek istiyorum. Zira kavramlarımızı eşitlemezsek istenilen verim de alınamayacaktır. Erksan, günümüzde ekseriyetle sosyal medya üzerinden yürütülen yüzeysel ve karşılıklı çıkarların ön planda tutulduğu bir aşktan bahsetmiyor. Yönetmenin kendi deyimiyle “teşrih masası”na yatırmak istediği aşk mefhumu bunların çok ötesinde.
Büyükada’da ustasıyla birlikte boyacılık yaparak hayatını idame ettiren Halil (Müşfik Kenter) bir gün yine çalışmak için gittiği köşkün duvarında devasa büyüklükte asılı olan Meral’in resmine âşık olur. Bir yıl boyunca resme bakmak için her gün köşkü ziyaret eder. Köşkün sahibesi Meral (Sema Özcan) bir gün arkadaşlarıyla birlikte köşke geldiğinde Halil’i resmini izlerken bulur. Halil, öyle derin bir temaşa hâlindedir ki Meral’in geldiğini bile fark etmez. Meral’in dokunuşuyla irkilir ve ilk cümlesi “Hırsız değilim.” olur. Halil mahcup bir şekilde gider ama Meral bu durumdan çok etkilenir. Halil’in çalıştığı köşke gittiğinde, derviş Mustafa’dan Halil’in kendi resmine âşık olduğunu öğrenir. “Bu zamanda resme âşık olan insan var mı?” diyerek şaşkınlığını dile getirir. O sırada Halil gelir ve Meral’i görünce limonluğa gider. Meral aylardan beri neden resmine baktığını Halil’den duymak istese de istediği cevabı alamaz. Bunun üzerine kültleşmiş olan o meşhur diyaloglar başlar:
Meral: Niçin benim resmime bakıyorsun? Cevap vermeyecek misin bana? Yoksa gerçeği söylemekten korkuyor musun?
Halil: Öğrenmek istediğini Mustafa söylemiştir sana.
Meral: Ben senin söylemeni istiyorum. Herhâlde bana ait olan bir şeyi öğrenmek hakkımdır.
Halil: Hayır sana ait bir mesele değil bu. Resminle benim aramdaki bir durum seni ilgilendirmez. Ben senin resmine âşığım.
Meral: İyi ama âşık olduğun resim benim resmim. İşte ben de buradayım, söyleyeceklerini dinlemeye geldim.
Halil: Resmin sen değilsin ki… Resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil, resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın.
Meral: Bu davranışların bir korkudan ileri geliyor.
Halil: Evet, bir korkudan ileri geliyor. Bu korku sahip olduğum şeye ebediyen sahip olabilmek için çekilen bir korku. Ben senin resmine değil de sana âşık olsaydım o zaman ne olacaktı? Belki bir kere bile bakmayacaktın yüzüme. Belki de alay edecektin sevgimle. Hâlbuki resmin bana dostça bakıyor. İyilikle bakıyor ve ebediyen bakacak.
Meral: Ben de sana bakmak istiyorum.
Halil: Hayır, benimle resminin arasına girme, istemiyorum seni. Ben senin yalnız resmine âşığım.
Niye resim?
Niye Meral’e yaklaşmıyor da resmini tercih ediyor? Çünkü âşık korkar aşkını izhar etmekten. Niye korkar? Çünkü Halil’in hayalleri vardır. Hep o hayalle yaşamıştır o aşkını. Aşk konusunda hayalperesttir Halil ve hayalinde Meral de onu sever, her gün konuşur onunla. Ama diyelim ki Meral’e aşkını izhar etti ve karşılığında “Ben seni sevmiyorum.” cevabını aldı. O cevabı aldığı an her şey bitecektir Halil için ve ondan sonrası yaşanacak bir hayat değildir âşık olan için. Hayalleri bitecektir çünkü yok olacaktır. Tam hayal kurduğu sırada Meral’in “Seni sevmiyorum.” dediği o an aklına gelecektir, o da Halil’i bitirecektir. Onun için hiçbir âşık kolay kolay o riski alamaz çünkü hiçbir âşık hayallerinin bitmesini istemez. Gerçek dünyada da bu böyledir, kişi âşık olduğu birisine gidip “Ben seni seviyorum.” demez. Mecburiyetler istisna… Kuvvetle muhtemel red cevabı alacaktır. Karşısındaki kişide yoktur o his. Niye yapsın? İnsan kendine bunu yapar mı? Yapmaz ve tıpkı filmimizdeki Halil gibi iç âleminde yaşamayı tercih eder.
İlk iddia…
Meral köşkteki devasa resmi alıp Halil’e gelir ve yine konuşmak için dışarıya çıkmayı teklif eder.
Meral: Resmime âşık olman demek beni sevmen demektir. Dünden beri hep sözlerini düşündüm. Sen bana âşık olduğunu söylemekten korkuyorsun.
Halil: Olmayan bir şeyi nasıl söylerim? Niçin beni anlamamakta inat ediyorsun? Ben senin resmine âşığım, işte hepsi bu kadar!
Meral: Sen ben yokken resmimi sevdin. İşte ben varım artık. Resmin aslı benim. Bundan sonra ikimiz bu sevgiyi paylaşacağız. Bu aşkın yarısı bana ait.
Halil: Sen dostlukların, aşkların kolay mı kurulduğunu, kolay mı sürdürüldüğünü sanıyorsun? Resminle aramda ne kadar uzun zamanlar geçti. İlk karşılaşmamızı dün gibi hatırlarım. Birden bana iyilikle, sevgiyle bakan bir yüz gördüm. Elbiselerim eskiydi, kirliydim, sakallarım uzamıştı. İnanamadım. O insanca bakışı bir daha göremem diye resme bakmaktan korkuyordum. İkinci kere zorlukla baktım resmine. Gene iyilik, gene sevgi vardı gözlerinde… Nihayet değişmezi bulmuştum. Resmin benim içime bakıyordu. Benim kendimi görüyordu. Boş evde soğuk kış gecelerini beraber yaşadık onunla. Bana hep dostlukla, iyilikle, sevgiyle baktı. Çok zamanlar gidip yüzünü tutardım, gözlerini öperdim. Saçlarına değdirirdim ellerimi.
Meral: Benim bakışlarımda da sevgi var. Ben de senin kendini görüyorum. Resmimin yerine ben seveceğim seni. Artık ben varım.
Halil: Hayır, hayır istemiyorum seni. Benim dünyama girmeye kalkma. Sonra merhametsizce yıkarsın onu. Resmin benim kendimden bir parça. Bırak ben onu seveyim. Sen sevmek isteme beni, senin ellerini tutmak istemiyorum. Sonra çekersin o ellerini benden. Ben resmine âşığım, ölünceye kadar da onu seveceğim!
Filmde Meral ve Halil’in zıtlıkları çok sarih bir şekilde gösterilmiştir. Meral’in okuduğu kitap Ovıdıus Sevişme Yolu’dur mesela. Meral’in sahnelerinde Bach varken Halil’de Itrî’yi dinleriz ekseriyetle. Halil daha mütevazı bir giyimdedir ama Meral ile Başar pötikareli kabanlarıyla boy gösterirler. Neden iddia dediğime gelecek olursak eğer Halil, başından beri sevgisinde “tekliği” yaşarken Meral aslında Halil’in onu seviş şeklinden etkilenip kendi resmini kıskanacak kadar duygu karmaşası yaşar. Köşke arkadaşlarıyla geldiğinde de Halil’le ilk konuşmaya gittiğinde de şemsiyesini elinden hiç bırakmamıştır. Oysa iddia ispat ister…
Film konusu itibarıyla Divan Edebiyatında da sık rastlanılan “surete âşık olma” hâlidir ki yönetmenimiz de üniversite yıllarında edebiyatla hemhâl olmuş biridir ve bu sekansta bize Sabahattin Ali’nin 1943 yılında yayımlanan Kürk Mantolu Madonna’sını anımsatmaktadır. Raif Efendi de kendi hâlinde, mütevazı bir insandı ama gönlünde kocaman bir aşk taşıyordu. Orada da surete -Maria Puder- âşık olma hikayesi vardı. Halil’in sözleri bizi önyargılarımız hakkında düşünmeye davet ediyor ve kitaptaki bir pasaja götürüyor:
“Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir. Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahlûku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?”
Halil ustasının ısrarıyla Meral’i görmeye gider. Evin yardımcısından Meral’in atış poligonunda olduğunu öğrenir. Meral’i Başar’la birlikte görünce “Seni görmeye gelmiştim ama artık istemiyorum.” der. Tam ayrılacağı anda Başar’ın arkadaşlarına işaret etmesiyle Halil, Başar’ın arkadaşları tarafından dövülür. Meral, bu duruma çok üzülür ve dönüş yolunda arabadan iner. Meral’in ilk değişimi burada başlar. Şemsiye şöyle dursun; Meral yolu yalınayak gider. Halil, Meral’i o şekilde görünce o da arabadan iner ve el ele tutuşurlar. Meral, Halil’e kendisiyle evlenmek istediğini söyler ve babasıyla konuşmaya ikna eder.
Zengin baba imajını tersyüz etmek…
Halil’in babasıyla konuştuğu sahne çok önemlidir çünkü Metin Ersan, Yeşilçam’ın basmakalıplarından olan “zengin baba” imajını tersyüz etmiştir. Hemen her filmde aşina olduğumuz çekmecesinden hızlıca çıkarıp fakir oğlana kızının peşini bırakması için sunduğu karşılıksız çek yoktur bu sahnede. Aksine çok ileri görüşlü, sevgiye saygı gösteren bir kız babası vardır. Hepimizi şaşırtır göstermiş olduğu o tavır. Fakat Meral’in sahip olduğu imkanları evliliğinde göremezse değişeceğini söyler. Bu açıdan realist bir babadır. Yine de kararı Halil’e bırakır. Halil düşünür ve bunu istemez çünkü ikili insan ilişkilerinde ya da evlilik mefhumundan baktığımızda o maddi beklenti ve istekler aşkı bitirir; zayıflatır, mevcut seviyesinin düşmesine neden olur. Hiçbir âşık buna razı olmaz. Muhyiddin İbnü’l-Arabî der ki “Bir ekmek isteği bile rahatsız eder âşığı…” Hâlbuki normal bir insan gider koşa koşa alır o ekmeği. Hatta sevdiği kadın ondan ekmek istedi diye sevinir de. Ama âşık meşrep birisi -onların düşünme tarzları çok farklı, o aşkına halel getirir onun- o isteğe “Niye ben yetmiyor muyum?” der. Evet, kulağa çok ütopik ve olağanüstü geliyor bu soru ve bu anlayış. Ama biz görmesek de tanımamış olsak da pekâlâ böyle nazenin âşıklar vardır.
Halil de aşkının bitmesini istemediği için
-Sana dünyada hiçbir erkeğin hiçbir kadını sevemeyeceği kadar âşığım. Sana âşık olarak kalmak istiyorum, işte hepsi bu kadar! diyerek Meral’in evlilik teklifini reddeder.
Meral’in Başar’la evleneceği haberini gazeteden öğrenen Halil, gelinlikli bir vitrin mankenini ve Meral’in devasa resmini de alıp kayığa biner. Düğünden kaçıp gelen Meral gelinliği ile gölün başında belirir. Kayığa bindiğinde kendi resmini ve vitrin mankenini hâl diliyle “Artık ben varım, resme ihtiyacın yok.” dercesine kayıktan alıp usulca göle bırakır.
Her seferinde Meral’i reddeden Halil, bu defa neden kabul etmiştir?
Çünkü Meral’in gelişi farklı bir geliştir. Önceki gelişleri gibi değildir. Meral artık bir şeyleri terk etmiştir. Önceki gelişlerine baktığımızda bir hayranlık vardı. O her ne kadar “Ben de sana aşkla bakar, senin kendini görürüm, öyle severim.” dese de sözleri iddiadan öteye geçemiyordu. Aslında Meral Halil’in onu sevişini seviyordu. Ortada o aşk için kendinden kattığı, feda ettiği hiçbir şey yoktu. Ama Halil’in aşkı onu dönüştürdü. O yüzden Halil de Meral’in resmin yerini tutacağına ikna olur ve resmi göle bırakmasına itiraz etmez. Tam o sırada Başar gelip üç el ateş eder. Halil ile Meral ölür ve film biter.
Filmde en etkileyici sahne; hiç şüphesiz finaldeki “vuslat” nüansıydı. Aşkın bu dünyada vuslatının olmadığının işlenmesiydi. Halil’le Meral’in ölmesine sevinmedim elbette ama diğer Yeşilçam filmlerinde aşina olduğumuz gibi Halil’le Meral evlenseydi ve gökten üç elma düşseydi şayet yönetmenin filmin başından beri ortaya koyup yürüttüğü o fikir çürümüş olacaktı. Bana bir tane aşk hikayesi bulun ve getirin ki âşıklar sonunda kavuşmuş olsunlar. Aşk dediğimiz mefhumda nefis yoktur, karşılık yoktur, terk yoktur. Aşkın bu dünyada vuslatı da yoktur çünkü gerçek aşkta âşıklar kavuşmaz ve gökten hiç üç elma düşmez.
Ya Kerem olur; yanar
Ya Ferhat olur; başına gürz düşer ölür
Ya Mecnun olur; çöllerde biter hayatı…
Leylâ ile Mecnun kavuşmuş olsaydı bugün konuşacak Leylâ ile Mecnunumuz olmazdı. Keza Kerem ile Aslımız, Ferhat ile Şirinimiz, Tahir ile Zühre’miz, Meral ile Halil’imiz olmazdı. Türkiye’den biraz uzaklaşalım; Romeo ve Juliet’imiz de olmazdı.
Hülasa; aşkın bu dünyada vuslatı yoktur…
İZDİHAM